MEHMET GÖRMEZ’İN, ON İKİ ASIRLIK GEÇMİŞE DAYANAN İSLAMİ İLİMLERE VE USUL İLİMLERİNE MENFİ BAKIŞ AÇISI
Mehmet Görmez'in, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2002 yılında Ankara’da düzenlediği Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas Toplantısında Tebliğ olarak sunduğu, “HADİSLERDE DELALET SORUNU” adlı makalesinde işlenen bazı fikirler ve bunların kısaca mahiyeti aşağıda özetlenmiştir. (Kaynak olarak bkz. “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas toplantısı, Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, TDV matbaası, Ankara, 2004, s. 225-242. Ayrıca bkz. “Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metotoloji Sorunu ve Yeni Bir Metodoloji İçin Atılması Gereken Adımlar”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt, 10, Sayı, 1,2,3, 1997, s. 31-41).
A-MAKALEDE İŞLENEN BAZI KONULAR
1-Hadislerin subutu, anlaşılması ve yorumu konusunda problemler neticeye kavuşturulamamıştır (sayfa, 2).
2-Sünnet, bir model olarak asırdan asıra taşınamamıştır (sayfa, 2).
3-Bugün Hz Peygamber’in söz ve uygulamalarının dindeki durumu hala tartışılmaktadır (sayfa, 2).
4-Tarihte ve günümüzde Kuran ve sünnet delil olarak bazen karşı karşıya getirilmekte, Allah’la Peygamber hakimiyet yarışına sokulmaktadır (sayfa, 2).
5- Hadisçilere özgü hadisin doğru anlaşılmasını ve yorumlanmasını sağlayacak bir metedoloji (hadis usulü) oluşturulamamıştır(sayfa, 3).
4-Usulü fıkıh da hadisleri doğru anlama ve yorumlama için yeterli değildir (sayfa, 3).
5-Dini bir metni kanun gibi kabul etmek çok büyük yanlışlara yol açmıştır (sayfa, 4).
6-Hadisler kanun koyma gayesiyle vazedilmemiştir (sayfa, 4).
7-Ravileri sika senedleri sağlam da olsa hadislerin lafzen rivayet edildikleri söylenemez, mana ile rivayet edilmişlerdir (sayfa, 4).
8- (Hadis ve fıkıh usulündeki yanlış tutum), rivayetlerdeki her ifadeyi Hz. Peygamber’e ait bir kutsal bir söz olarak kabul etme sonucunu doğurmuştur (sayfa, 5).
9-Usulü fıkhın, hadis metinlerine harfiyen tatbik edilmesi, fıkıh, kelam ve ahlak ilimlerinde de sorunlara yol açmıştır (sayfa, 5).
10-Yukarıdaki yanlış yöntemler sonucunda içtihada kaynaklık etmesi gereken her bir rivayet (hadisler), içtihadın önünde bazen birer engel olmuştur (sayfa, 5). (Görmez, Kur’an’ı anlamanın önündeki en büyük engelin sünnet olduğuna işaret etmektedir. (Bkz. İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Önemi –Kutlu Doğum Sempozyumu 2001-, TDV Yayınları, Ankara, 2008, s. 269. Ayrıca bkz: 2001 yılında Kutlu Doğum haftası münasebetiyle Ankara’da düzenlenen “İslam’ın Anlaşılmasında Sünnet’in Yeri ve Önemi” konulu sempozyumun Ali Bardakoğlu başkanlığındaki II. Oturum Müzakeresi Dökümü Notları, s. 16; Görmez, “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas toplantısı, Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, TDV matbaası, Ankara, 2004, s. 229. Bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, s. 29, 83, 157).
11-Metnin tamamından külli ilkeler doğrultusunda rivayetleri yorumlamak gerekirken, rivayetler belirleyici ilke olmuştur (sayfa, 5).
12-Hadiste her rivayet bir nass, her hüküm de nassın mantukunda arandığından, bazen hukukun temel ilkeleri göz ardı edilmiştir (sayfa, 6).
13-Ahlaki rivayetlerin de fikhi rivayetler gibi gramatik tahlillere tabi tutulması, rivayete dayalı geleneksel ahlakımızı olumsuz etkilemiştir (sayfa, 6). Bu durum rivayete dayalı geleneksel ahlak sisteminde vesile değerlerle gaye değerlerin birbirine karışmasına yol açmıştır (sayfa, 7).
14-Yanlış usuller, sadece fıkıh ve ahlakta değil, akaid ve kelamda da ciddi sorunlara yol açmıştır. Akaid’den olmayan pek çok şey, örneğin, Mesih, mehdi, nuzulu Îsâ, kabir azabı, şefaat, ruyetullah vs. dinin asılları haline gelmiştir (sayfa, 7). Şaheser kitabında Görmez’in, kabir azabının olmadığı sonucuna götürecek açıklamalarda bulunduğunu biliyoruz. (Bkz. Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s. 313). Bu durumda aynı katogoride sayılan diğer konuların nasıl anlaşılabileceğini okuyucunun takdirine bırakıyoruz.
15- Bu nedenlerle usule teorik olarak vucut veren fıkhi ve kelami dayanaklar yeniden ele alınmalıdır, hadislerin doğru anlaşılabilmesi için yeni adımların atılması gerekir. (Yani, yeni usuller, yöntemler ve yorumlama teknikleri vs. geliştirilmelidir). (sayfa, 8).
Mesela, ister Peygamber sözü olsun, ister onun davranışı ya da onun zamanında meydana gelen bir hadiseyi anlatan haber olsun, isterse, sahabe ve tabiuna ait bir rivayet olsun; hiçbir hadisin, gramatik tahlillerle doğrudan hüküm çıkarmamıza elverişli, kutsal dini bir metin olmadığı peşinen kabul edilmelidir. Bu durum her lafzı hakikatin kaynağı olarak gören anlayış için dahi bir zorunluluktur (sayfa, 8).
16-Hadisler, tarihsel ve toplumsal şartlardan, fiziki ve sosyo kültürel şartlardan tecrit edilerek tarih üstü metinler olarak okunamazlar (sayfa, 9).
17-Her hadisin veya her hadiseyi bize nakleden rivayetin bütün kareleri tamamlanmış resmini bize nakleden herhangi bir hadis kitabı mevcut değildir (sayfa, 9).
Bu maddeler, makaleden örnek olarak seçilen kısımlardır. Hepsine yer verme ve tek tek eleştirme apayrı bir ilmi makaleyi gerektirirse de yukarda özetlenen pek çok konunun yanlışlığını ve maksadını anlamak erbabınca zor olmayacaktır. (Sayfa numaraları, makalenin yayınlandığı kitap değil, müstakil makale esas alınarak verilmiştir).
MAKALENİN MAHİYETİ
Fazlurrahmandan etkilenen Modernistlerin, İslami kültürü ortadan kaldırma yolunda ilk hedefleri usul ilimlerini yok etmektir. Çünkü sapkınlığın karşısına ilk dikilen düşünce kalıpları, hadis usulü, fıkıh usulü ve akaid gibi ilimlerdir.
Yukarıda özet olarak verilen örnek ifadelerde görüldüğü gibi “Makale”, 1400 asırdır bize intikal eden dini düşünce ve eserlerin İslam’ı doğru anlatmadığını, hadis, hadis usulü, fıkıh, fıkıh üsülü, akaid de dahil olmak üzere İslami ilimlerin hakikati yansıtamadığını, 1400 asırdır gelip geçen ulemanın hadisçiler başta olmak üzere gerçek dini kavrayamadıklarını, yanlış usul ve esaslara bağlandıklarını ifade etmektedir. Bu şekliyle makale, okuyucuya adeta, “bu din benim dinim değildir”, “bugüne kadar gelip geçen ulema ve Müslüman topluluklar yanlış bir dine inanmışlar, bugün ben kendime inanılacak yeni bir din aramam gerekir” dedirtir, cinstendir. Diyanet’in 15 yıldır sürdürdüğü ve yöneticilerinin her fırsatta dillerinden düşürmediği “sahih dini bilgi bilgi üretimi” proje ve çalışmaları da bu tezi desteklemektedir.
Temmuz- 2010
Dr. Ahmet Gelişgen
Bu haber 5922 defa okunmuştur.