(DİYANET’İN DİNİ MODERNİZASYON ÇALIŞMALARI KAPSAMINDA ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM)
Son günlerin gündemine oturan konu “deizm”. Bugünlerde herkes, gençliğin “deizim”e kaymasından şikâyet eder oldu. Bu şikâyetlerden en çok dikkat çekeni, modernistlerin/tarihselcilerin yaklaşımları. Diyorlar ki, “Güncellenmeyen, çağa göre kolaylaştırılmayan sıkı kurallara sahip dini anlayış gençlere zor geldiğinden gençler deizme yöneliyor (!). O nedenle dini anlayışımızı güncellemeliyiz, tarihsel bakış açısıyla çağa uydurmalıyız” (!). Modernistler, 1400 yıldır en sağlam yollarla mütehassıs ulema ile gelen objektif dini kurallarımızı “hurafe”, ilave” veya “uyduruk din” kavramlarıyla da tenkide cüret ediyorlar. Onların işi gücü, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Sahabe’den bize selef-i sâlihin yoluyla sağlam vasıtalarla ulaşan ve kıyamete kadar da baki olan dini ahkâmı, “balı kusmuk gibi gösterme” (muhayyelât) yöntemiyle kötüleyip yıpratmak. Bu gaye ile neye hizmet ettiklerini anlamak mümkün değil!
Modernistlerin/Tarihselcilerin İddiası Doğru Olabilir mi?
Bu soruyu doğru cevaplamak, modernistlerin nasıl bir din istediklerini ortaya koymaya bağlıdır. Onlar, “varsa da yoksa da tarihsellik” dediklerine göre, öncelikle tarihsellik nedir ona bakmak gereklidir. Geçmişte olup biten her şeyin, geçmişte kalmasına tarihsellik denir. Kur'ân'ın tarihselliği; onun hükümlerinin, tarihin belli bir dönemindeki toplum için geçerli olabileceği görüşüdür. Tarihsel anlayış, Kur’an ve sünnetin hükümlerini sadece indiği devir için geçerli kabul eder, sonraki devirler ve bugün için o hükümleri geçerli kabul etmez. Tarihselcilere göre, o günün ortamında Kur’an hükümleri ile ne amaçlanmışsa, bugünün şartları içinde o amacı gerçekleştirecek başka tedbirler alınmalı, yeni hükümler benimsenmelidir. Zira o günkü toplum ile bugünkü toplum arasında “gelişmişlik” bakımından da kıyaslanamayacak ölçüde bir farklılık söz konusudur. Tarihselcilere göre, o günün “ilkel ve miadı dolmuş” (!) hükümleri, bugünün gelişmiş toplumuna hitap edemez (!). Dolayısıyla tarihselcilere göre, Kur’an ve sünnet’te o gün itibariyle gelen hükümlerin bugün herhangi bir geçerliliği yoktur, Hâşâ!. Bu haliyle tarihselliğin başlı başına bir “küfür” olduğunu anlamakta zorlanmazsınız. Kur’an ve sünnet’te gelen kat’î hükümler hakkında kısmen tarihsellik düşünenler de yok değildir.
Tarihselcilerin, “dinler arası diyolog” ve “ılımlı İslam” bağlamında Kur’an-ı Kerim’de geçerli kabul ettikleri hükümler, sadece sevgi, barış, kardeşlik, iyilik gibi “ahlaki hükümler”dir. Bunun sebebi ise, ahlaki hükümlerin çerçevesinde -güya- dinlerin ortak noktaları üzerinde buluşmasını (!) sağlamaktır!
Tarihsellik, akıl ve Kur’an unsurlarının bileşimiyle “Kur’an İslamı” sapkın anlayışını da doğurmuştur. “Kur’an İslamı” anlayışına göre sünnet, Kur’an’ın o günkü yorumundan ibarettir(!), dolayısıyla bugünü bağlamaz (!). Dolayısıyla, tarihselliğe göre Kur’an, her asırda çağın ihtiyaç ve şartlarına göre sünnet’ten bağımsız bir şekilde özgürce yorumlanır. Kur’an İslamı anlayışı ayrıca, sünnet’in bize sağlam bir şekilde gelmediğini de ileri sürer.
“Deizm” Nedir?
Din sosyolojisi ve felsefe sözlüklerinde “deizm” şöyle tanımlanmaktadır: “Deizim, tanrıya inanmakla birlikte herhangi bir dinin öğretisini ve kurallarını düşünce ve inanç; yaratancılık. … Deizmde her türlü vahiy, ilham ve dolayısıyla vahyin bildirdiği tanrı, din inkâr edilerek sadece akıl ile idrak edilen bir tanrı fikri kabul edilir.” Buna göre deizm, modern dönemin ve Aydınlanmanın dini anlayışını ifade eder. İman karşısında akla önem verir, vahyi ve peygamberi bir kenara bırakır. Locke, Kant ve Voltarie gibi filozoflar tarafından benimsenen “deizm”, tanrı dünyayı yarattıktan sonra ona bir daha karışmadığını, onu kendi haline bıraktığını ileri sürer.
Deizm ve Tarihsellik Bağıntısı
Tarihsellik ve deizm, yalnızca Allah’ın varlığına inanmakla birlikte, dinin kurallarını/hükümlerini ve vahyi kabul etmemek konusunda aynı esası paylaşmaktadır. Deizmin, iman karşısında aklı esas alması da tarihsellikle benzerlik arz etmektedir. Gerek deizmin gerekse tarihselliğin, modern dönemin ve Aydınlanmanın dini anlayışını temsil etmeleri de çok önemli bir ortaklıktır. O halde, toplumu tarihselliğe çağırmakla “deizm”e çağırmak arasında hiçbir fark yoktur, demek yanlış olmaz. Nitekim gençliğin deizme yönelmesinin tek ve tek sebebi, tarihsellik, Kur’an İslamı ve mealcilik gibi çığırından çıkmış akımların etkinliğidir.
“Kur’an İslamı” anlayışında da “vahy-i gayri metlüv” olan sünnet inkar edilmekte, bundan geriye kalan Kur’an da akıl ve tarihsellik anlayışı yönünde yoruma tabi tutulmaktadır. Halbuki sünnet olmadan, dini hükümlerin %90’nına yakını yok olur gider. “Ilımlı İslam” ve “Dinler Arası Diyalog” anlayışının yapmak istediği de budur. Başta namazın kılınışı, zekâtın verilişi, haccın yapılışı ve nikahın şartları konularındaki pek çok dini hükmün yanı sıra, sünnet’te müstakil olarak gelen mest üzerine mesh, bir kadının halasıyla ve teyzesiyle aynı nikah altında bulunmasının haramlığı, ehli eşek etinin haramlığı, cenaze namazının farziyeti ve gusül abdestinin alınışı gibi hükümler, sünnetin inkarıyla yok edilmiş olur. Deizm’in esasının da dini hükümleri reddetmekten ibaret olduğunu söylemiştik. Bu açıdan, Deizim, tarihsellik/modernizm, Ilımlı İslam ve dinler arası diyalog, bu noktada buluşmaktadırlar.
“Zarûrât-ı diniyye” denilen dinde sabit hüküm ve haberlerden sadece birisini bile kabul etmeyen bir kimsenin mümin olamayacağı, dinde kesin olarak bildirilmiştir. Bu konuda geniş bilgi için “Allah Katında İmanın Sahih ve Kabule Şayan Olması İçin Şartlar” makalemize bakabilirsiniz ( http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=35#20180411220935 ).
Kur’an-ı Kerim, Mekke müşriklerinin Allah’ın varlığını, hatta yegâne yaratıcılığını kabul etmelerine rağmen, yakınlık için putlara tapınmaları ve Allah’ın indirdiği hükümleri kabul etmemeleri dolayısıyla iman etmediklerini ve şirke düştüklerini örneklerle anlatmaktadır. Mekke müşriklerinin Kur’an-ı Kerim’de anlatılan bu tutumlarının “deizm”den bir farkının olmadığı anlaşılmaktadır. O halde deizm’le ateizm arasında, küfre düşmek bakımından bir farkın bulunmadığı rahatlıkla söylenebilir.
O halde tarihselciler/modernistlerin, -güya- dini hükümlerdeki zorlukları gençliğin deizm’e yönelme sebebi olarak göstererek aynı dini hükümlerin devre dışı bırakılması eğilimleri de “deizm”den başka bir şey değildir. Esasen onlar, bu yaklaşımlarıyla, kendi inandıkları “tarihsellik” anlayışına meydan açmak istemektedirler. Dolayısıyla, tarihselcilerin “deizim” üzerinden “gelenek” adı altında kötüledikleri objektif dini kuralları saf dışı etme çabaları, tarihselliğe/modernizme çağırmanın bir başka yöntemidir. Onların gelenek diye küçümsedikleri ve kabullenmedikleri, ağırlıklı olarak “fıkıh” ve “akaid”dir. Halbuki fıkıh dini hükümlerin, akaid de inanç esaslarının pratiğini yansıtan ilimlerdir. Elhasıl, toplumu akaid ve fıkıhtan uzaklaştırırsanız, otomatikman deist yapmış olursunuz. Bu durumda modernistler, -sözde- deizm tenkidi üzerinden gençliği, kasten “deizme” çağırmaktadırlar. Bu yöntem, şeytanın da aklına gelmeyecek bir oyundur. Zira bir kimse, “bu çağda bu dinin hükümleri bana ağır geliyor” diyecekse orada iman olmaz. Birileri de “şu devrin insanına Allah’ın indirdiği hükümler ağır geliyor, insanlar zorlanıyor, biraz hafifletelim de insanalar dinden soğumasınlar” diyecekse -ki diyorlar- bu, başlı başına dinsizlik olur. Böyle diyenler, hüküm koyan olarak Allah’ın yerine kendilerini koymuş olurlar, Allah korusun.
Modernizm’in, “dine karşı mücadele” ile şöhret bulduğu ve bu anlayışta Allah’ın yerinin olmadığı, aksine Allah’ın yerine insanın (hümanizmin) konulduğu hususu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Aşağıda makale, 2007 yılında tarafımızdan kaleme alınmış olup, zamanın DİB Başkanı Bardakoğlu’nun 2003’te yaptığı basın toplantısında konuştuklarıyla, o günkü ileri gelen bazı Diyanet yöneticilerinin söylem ve açıklamalarının tenkidini konu almaktadır Makalede tenkit edilen konuların ta o günden “deizm”le bağlantılı olduğuna özellikle işaret etmişiz. Söz konusu makale, o günlerde iş başında bulunan devlet büyüklerimize de çeşitli vasıtalarla gönderilmiştir. Görüşebildiğimiz bazı yetkililere ise tarafımızdan direkt olarak takdim edilmiştir. Ne var ki neticede dönüp dolaşıp Diyanet İşleri Başkanlığına ulaştırılan bu makale ve web sitemde yayınlamış olduğum bazı tenkit yazılarım, Bardakoğlu ve Görmez devrinde açılan yüce divan mahiyetli iki büyük soruşturmanın sebebi olmuştur. Birinci soruşturmanın komisyon başkanlığına da aşağıda görüşlerini eleştirdiğim M. Şevki Aydın getirilmiştir. Halbuki CMK’nın 22. maddesine göre, suçtan (!) zarar gören hâkim, o suçun (!) yargılandığı davada hakim olamaz. Öyle de olsa, M. Şevki Aydın DİB Bşk. Yrd. sıfatıyla kendi davasını yürüttü… Bu ve benzeri tenkit yazılarım ayrıca, 15 Temmuzdan hemen sonra M. Görmez tarafından bir dostumun da yalancı şahitliğe zorlanması suretiyle devlet makamlarına “Kripto Fetöcü” olduğumu belirten gizli raporun gönderilmesinin ve bunun sonucunda “Fetöcü olduğum” iddiasıyla Bakanlığımın, beni görevden uzaklaştırmaya teşebbüs etmesinin de sebebi olmuştur…
Gençliğin deizme sürüklendiğinden şikâyet edilen bugünlerde, 2007’de kaleme aldığım söz konusu makalemi, ibret nazarıyla bir göz atmanız dileğiyle sizlere aşağıda takdim ediyorum. Web sitemde yayınladığım bazı yazılarıma ait linklerin dipnotlarda referans gösterilmesi ve başlığa “Ali Bardakoğlu Dönemi” eklemem dışında makale içeriğine hiç dokunmadım. Nitekim aynı makaleyi, Diyanet’teki soruşturma dosyamda da bulabilirsiniz… 12.04.2018 / Ahmet Gelişgen / www.ahmetgelisgen.com
***
ALİ BARDAKOĞLU DÖNEMİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ DÜŞÜNSEL GİDİŞATININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Diyanet İşleri Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Şubesi Müdürlüğünce Yayınlanan, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun, “Gazetelerin Ankara Temsilcileriyle 16.10.2003 Tarihinde Yaptığı Toplantının Konuşma Metni”, değerlendirmede esas alınmıştır.
SÖZ KONUSU METİNDE ELE ALINAN KONULAR
A- DİN MODERNİZE EDİLECEK
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun, “Gazetelerin Ankara Temsilcileriyle 16.10.2003 tarihinde Yaptığı Toplantının Konuşma Metninin 1. sayfasında, Türkiye’ye “modern hayatla dindarlığı uzlaştırabilmiş” bir İslam anlayışının kazandırılmasının öneminden söz edilmektedir.
Sayfa 5’te, din ve modernlik ilişkisinden söz ederek şu ifadelere yer verilmektedir: “Din ile modernlik, din ile hayatın çağdaş dünyaya bakan yönü arasında da bir çatışma olmaz… Her bir toplum ve birey dini kendi dünyasına indirerek, kendi dünyası ve imkânları içinde dindarlığını kurarak dini aktüelleştirir. Öyle olunca biz dini değil kendi dindarlığımızı, yani Müslümanlığımızı modernleştirmeliyiz. Yani dindarlığımızı yenileyebiliriz, kendi şartlarımıza göre sorgulayıp düzenleyebiliriz. Yapılması gereken budur. Bu, sırtını içinde yaşadığı topluma dönen, ona gözünü kapayan değil; çağını ve toplumunu doğru okuyan, gören ve dikkate alan bir dindarlık anlayışıdır. Dinde reform olmaz, ama dindarlığımızda reform olur, devamlı yenilenme olur.”
Değerlendirme: Din, inanan fert ve toplum tarafından Allah ve Rasülü’nden geldiği şekliyle kabul edilir. Fert ve toplum kendi dünya anlayışına göre dini kabullenirse, bu iman ve teslimiyet olmaz. Allah Teâlâ, dini “aktüel” kılmak için peygamberler gönderdi. İslam’ı, kıyamete kadar geçerli ve aktüel olduğunu ilan ederek son din kıldı. Hz. Muhammed (a.s.) i de son peygamber kıldı. Dinin aktüel hale getirilmesi ifadesi, son din olan İslam’ın demode bir din olduğunu, çağa ve olaylara ışık tutamadığını; bu nedenle, Hristiyanların yaptıkları konsüllerle keyiflerine göre dini uyarladıkları gibi, dinin değiştirilmesi gerektiği anlamını çağrıştırmaktadır. Öte yandan “dini modernleştirmeden dindarlığımızı ve Müslümanlığımızı modernleştirmek” sözleri, çelişkili ve komik bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. “Dini modernleştirmek”, dini çağa uydurmak ve sonuçta ilahi orijinalliğini bozmak anlamına geliyor ki, ona dokunmak sakıncalı. Dini değiştirmek sakıncalı olduğuna göre dindarlığımızı, yani dini anlayışımızı değiştirelim, anlamı çıkıyor. Bu şu demektir. Mekke müşriklerinde ve “Deizm” de olduğu gibi, Allah’ı kabul edelim de onun indirdiklerini kabul etmeyelim… Haşa!
Modernizm’in, “dine karşı mücadele” ile şöhret bulduğunun yanı sıra, bu anlayışta Allah’ın yerinin olmadığının ve Allah yerine insanın (hümanizmin) konulduğu hususunun da unutulmaması gerekir.
Sayfa 5’de, modernlikle ilgili yer verilen diğer ifadeler de şöyledir: “Geçmiş asırlarda yazılmış herhangi bir kitaptaki dindarlık çizgisi bizim için model ve aynen alınması gereken örnek değil, belki fikir verici bir tarihsel tecrübe niteliğindedir. Kendi dindarlığımızı sorgular ve yenileştirirken gözümüzü ve zihnimizi tarihe asılı kalmaktan kurtarmalı, etrafında olup biteni okuyan ve insanlığın ortak tecrübelerine anlam vermeye çalışan ve kendimiz de anlamlı işler yapan kimseler olmalıyız. Modernlik veya çağdaşlık derken bunları kastediyorum.”
Değerlendirme: Her asırda gelen Müslümanlar, mümkün mertebe iman ve İslam’la yaşayıp o hal üzere Rableri’ne kavuşmaya ve ömürleri boyunca İslam’a hizmet etmeye gayret etmişlerdir. Dolayısıyla bizden önceki asırlarda yaşayan Müslümanların da “sahih” diye tutundukları bir “din” vardı. Onlar bu yüce emaneti kendilerinden öncekilerden sağlamca aldıkları gibi, kendilerinden sonraki nesillere de sağlamca teslim etmeyi en büyük gaye bildiler. On beş asırdır dünyadan gelip geçen Müslümanlar var. Bunların yaşadıkları devirlerde âlimleri ve müçtehitleri vardı. Bu insanların dünyaya geliş gayeleri, iman ve Allah’a kulluk olduğuna göre, acaba bunlar doğruya isabet edememiş bir inanışla mı buradan göçüp gittiler. Gelip geçen bu kadar insan yanlış düşündüler de bu devirde doğruyu biz mi yakalayıverdik? Geçmişteki insanların içerisinde, dini, doğru olarak anlayacak hiç mi akıllı birileri yoktu? Dini doğru anlayabilen ilk akıllılar bu devirde mi ortaya çıktı? Eğer böyleyse bu durum insanlık için bir facia demektir… Geçmiştekilerin hepsi cehennemlik olarak göçtüler demektir, hâşâ! Geçmiş bir yana, “birkaç akıllı” dışında bu asırdaki insanların da tamamına yakını sapıklık içinde demektir.
Bu haber 2132 defa okunmuştur.