(HAYRA VEYA ŞERRE VASITA OLMAK ONU İŞLEMEK GİBİDİR)
“Hayır”, Dinimizin emrettiği yahut,iyi ve güzel gördüğü şeyler yanında, dinin kontrolündeki aklın güzel gördüğü düşünce, tavır ve davranışlardır. Şer ise, bunun zıddı olarak, Dinimizin yasakladığı yahut,iyi ve güzel karşılamadığı şeyler yanında, dinin kontrolündeki aklın, hoş karşılamadığı düşünce, tavır ve davranışlardır. “Hayır”da, fert ve toplum için mutlaka fayda söz konusu iken, “şer”de de fert ve toplumun daima zararı söz konusudur. Bu yüzden Allah Teâlâ, müminlere hayrı işlemelerini ve ona vasıta olmalarını emretmiş, şerri işlemelerini ve ona vasıta olmalarını ise yasaklamıştır. Buna göre hayrın kendisi doğrudan hayır olduğu gibi, hayra vasıta olmak da ayrıca bir “hayır”dır. Aynı şekilde şerrin kendisi doğrudan şer olduğu gibi, şerre vasıta olmak da ayrıca “şer”dir. Hayrı işlemek sevap, şerri işlemek ise haramdır, günahtır. Dünyada iyilik ve güzelliğin hâkim olması ve toplumun kötülüklerden uzak olması gayesiyle Dinimizbu prensibi vaz’ etmiştir.
Konu ile ilgili olarak Rabbimiz Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.”
Diğer bir ayet-i kerimedede şöyle buyurulmaktadır:
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”
Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Kim güzel bir çığır (yol, adet) açarsa, açtığı çığırınsevabıyla birlikteonunla amel edenlerin sevaplarının (bir misli), kendi sevaplarından hiçbir şey eksilmeksizin ona verilir.Her kim de kötü bir çığır/yol açarsa, açtığı çığırın günahıyla birlikte onu işleyenlerin günahının (bir misli), kendi günahlarında hiçbir şey eksiltilmeden ona verilir.”
Asr-ı Saadette Allah yolunda savaşa katılmak isteyenbir adam Rasülülah (s.a.v.) Efendimiz’e gelerek, “ya Rasülellah, benim bineğim kayboldu, bana bir binek hayvanı verebilir misin” dedi. Efendimiz de “bende yok” buyurdu. Bunu duyan bir sahabi, “ya Rasülellah, ben ona binek hayvanı verecek kimseyi gösterebilirim” dedi. Bunun üzerine Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kim bir hayra (iyiliğe) delalet ederse, ona da o hayrı işleyenin ecri kadar sevap verilir”
Hadis-i şerifin anlamı, dini emirleri işlemeye aracı olan kimseleri deşâmildir.
Bu hadisi şerifi, Müslim’in, “Allah yolunda savaşana binit ve sair şeylerle yardım etmenin ve savaşanın geride kalan ailesine sahip çıkmanın faziletine dair” başlığı altında vermesi, Allah yolunda uğraşı sarf edenlere yardım etmenin ve bu kimselerin ailelerine sahip çıkmanın önemine işaret etmektedir.
Tirmizi’nin ise aynı hadisi “ilim” ana bölümü altında, “hayra delalet eden, onu işleyen gibidir” başlığı altında vermesi, ilim adamına yardımda bulunmanın önemine işaret etmesi açısından oldukça önemlidir.
Tirmizi, “şüphesiz ki,hayra delalet eden, onu işleyen gibidir” hadisini de aynı başlık altında rivayet etmiş ve hadisin hasen-sahih olduğunu bildirmiştir.Ebu Davud da hadisi, aynı başlık altında rivayet etmiştir.
Hidayete Vesile Olmak, “Kızıl Develer”den Daha Hayırlıdır
İnsanın yaratılış gayesini tanıyıp iman etmesi hidayettir. Mümin kendisinin hidayeti ile yetinmeyip, bu nimete eremeyenlerin de elinden tutma görevi vardır. Bir başkasının hidayetine ermesine vesile olan kimse, hayırların en güzelini işlemiş olur. Bu konuda Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım”, diyenden daha güzel sözlü kimdir?”
Görüldüğü gibi Rabbimiz Teâlâ, “Allah’a çağıran” ifadesiyle, Allah’ın yoluna davet etmeyi, güzel sözlü olabilmenin ilk maddesi olarak zikretmektedir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de hadis-i şeriflerinde, bir kimsenin hidayetine vesile olabilmenin, dünyanın en değerli nimeti olarak zikretmektedir. Şöyle ki:
“Allah’a yemin olsun ki, senin vesilenle bir tek adamın hidayete erdirilmesi, sana, kızıl develerin sahibi olmandan daha hayırlıdır.”
“Kızıl develer” kavramı, en değerli şeyi ifade etmede Araplar için darb-ı mesel olmuştur. Hadis-i şerifte geçen “kızıl develer/humru’n-neami”, o günün Arap dünyasında en kıymetli malı/nimeti olduğu için Rasülüllah(s.a.v.) Efendimiz tarafından mukayese örneğiolarak seçilmiştir.
Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.), diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmaktadır:
“Senin elinle Allah’ın bir tek adama hidayet vermesi, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
AbdurraûfMünâvî, hadisin şerhinde, insanları Allah yoluna davet etmenin, peygamberlerin misyonu olduğunu, bu güzel ameli işleyenlerin de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği dinle insanların hidayetine vesile olmaları sebebiyle, peygamberlerin sevabından bir pay elde etme lütfuna ereceklerini ifade etmektedir. Bir kimsenin hidayetine vesile olmanın, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlı olmasının nedeni budur. Bu bakımdan hadis-i şerif, birisinin hidayetine vesile olmanın, üzerine güneşin doğup battığı her şeyi Allah yolunda infak etmekten daha hayırlı olduğunu ifade etmektedir.
Sedd-i Zerâî (Kötülüğün Yolunu Kapatmak)Dini Bir Gerekliliktir
“Sedd-i zerâî”, kötülüğe götüren (sebep olan) yolların aslen mubah bile olsa kapatılması veya engellenmesi demektir.İslamiyet, şerri veya kötülüğü bizatihi yasakladığı gibi, şerre götüren yolları da yasaklamıştır. Örneğin zina haramdır, bunun yanında yabancı kadınla baş başa kalmak ve tesettüre riayet etmemek gibi zinaya götürmesi muhtemel durumlar da yasaklanmıştır.Bir şeyin şerre yol açabilme özelliğinin sadece ihtimaldahilinde olması, neticeyi değiştirmez. Aksine, belli durumlarda veya özel şartlarda dahi olsa, bir şey kötülüğe yol açıyorsa, o şey yasaklanır. Dolayısıyla, kötülüğe sebep olabilecek bir şeyin yasaklanması, her durumda ve her halükârda kötülüğe sebebiyet vermesi şartını gerektirmez. Bir fiilin kötülüğe sebebiyet verdiğinin kesinlikle biliniyor olması da gerekmez. Bu konuda o fiil hakkında “râcihzann” denilen zann-ı galibin oluşması kâfi görülmüştür.
Örneklere devam edecek olursak: İslam fıkhına göre, şarap yaptığı bilinen bir kimseye üzüm satılması, memlekette asayişin bozuk olduğu zamanlarda silah satmanın caiz olmaması, haram işlerde kullanacak kimseye gayr-i menkulü kiraya vermenin caiz olmaması, ölüm hastalığında bulunan kocanınbâin talakla karısını boşaması durumunda, koca öldükten sonraiddet süresi içerisinde o kadına miras verilmesi, başkasının nişanlısına tâlip olmanın yasak olması, pazarlık halinde olan ya da muhayyerliği bulunan mala müşteri olmanın caiz olmaması, hırsızlık malını satın almanın caiz olmaması, zekat olarak verilen malı satın almanın caiz olmaması, savaş halinde cezaların uygulanmaması, aralarında önceden hediyeleşme adeti olmayan hâkim ya da yetkili kimselere hediye vermenin yasak olması, başkasının kaybettiği bir eşyayı bulanın şahit göstermesi gereği, çoğu sarhoşluk veren şeyin azının da haram kılınması, iddeti bitmeyen kadınla nikah akdi yapmanın haram kılınması, karaborsacılığın (ihtikar) yasaklanması gibi hükümler, “sedd-i zerâi” ilkesine dayanmaktadır.Tercih edilen görüşe göre, “sed-i zerâî” prensibi, dinde hüküm kaynağıdır.
“Sedd-i zerâî”nin temeli şu esasa dayanır: Bir işte vesile, o işteki gayenin hükmünü alır. Bir işte amaç ne ise, o işin yolunu açan vesileler de o amaçla aynı doğrultuda değerlendirilir. O işle bir günah amaçlanıyorsa veya o işin sonucunda bir haram işlenecekse, o işe vesile olmak da haramdır. Çünkü, o vesile olmasaydı o amaca ulaşılamayacaktı.Mefsedete/zarara yol açan fiilin ya kendisi bizzat zararlıdır, haram kılınmıştır, ya da kendisi mubah/helal olduğu halde mefsedete yol açacağı için caiz görülmemiştir.
O halde yetki ve imkân sahiplerine bu konuda ayrıca büyük sorumluluklar terettüp etmektedir.
Hayra, iyiliğe ve güzelliğe sebep olacak yolların açılması, bu sebeplerin temin edilmesi de Dinimizin üzerinde durduğu hususlardandır. Kur’an- Kerim, “iyilikte ve takvada yardımlaşmayı emretmekte, kötülükte ve dini hududu çiğnemekte yardımlaşmayı” ise yasaklamaktadır.
Sonuç
Gerek ayet-i kerimede gerekse hadisi şeriflerde açıkça görüldüğü gibi, herhangi bir hayrın veya günahın işlenmesine vesile olan kişiye, onunla amel eden kişilerin sevabının da bir misli verilmekte, ancak onların sevabından hiçbir şey eksiltilmemektedir. Herhangi bir harama ya da kötülüğe vesile olan kişiye de o kötülüğü işleyen kimselerin günahının bir misli verilmekte ve onların günahından da bir şey eksiltilmemektedir. Bir işte günah amaçlanıyorsa veya o işin sonucunda bir haram işlenecekse, o işe vesile olmak haramdır. Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’in vacip oluşunun temelinde de hayra vasıta olma, şerre engel olma esası bulunmaktadır. Yetki ve imkân sahiplerinin bu konudaki sorumlulukları elbette daha önemlidir.
Özellikle, müsteşrikler ve itikat anlayışı sakat teologlar tarafından İslam toplumunun itikadının alabora edilmek istendiği bir dünyada, insanımızın itikadını korumak yolunda çaba sarf etmenin önemi daha çok artmaktadır.
Farklı bir konu olsa da şerrin işlendiği mecliste hazır bulunmanın da onu işlemek gibisorumluluk getirdiğini, ayrıca hatırlatmak isteriz.
Cenâb-ı Hakkbizleri, Hakk’ı “hakk” bilip hakk’aittiba eden, bâtılı da “batıl” bilip bâtıldan içtinap eden kullarından eylesin; kötü emel sahiplerine fırsat vermesin. Amin!
28.11.2017
Dr. Ahmet GELİŞGEN
Bu haber 1868 defa okunmuştur.