1)Sahabe ve Fazileti
Sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v.) devrine yetişmiş, Müslüman olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i görmüş, O’nun sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak vefat etmiş kimselerdir. Bu şartları taşıyan görme özürlülerle, temyiz yaşındaki çocuklar da sahabî olur.
İslam alimleri tarafından sahabe, “udûl” (adaletli) kabul edilmiştir. Çünkü sahabenin adaleti, Allah (c.c.) ve Rasûlüllah (s.a.v.)’in tezkiyesiyle sabit olmuştur. Dolayısıyla sahâbe, muhaddislerimiz tarafından cerh ve ta’dil işlemine tâbi tutulmamıştır. Bu konuda ümmetin icmâı vardır. Bu yüzden sahabeden hiçbirinin adaleti araştırılmaz. Zira sahabenin adaleti, Allah Teâlâ’nın ta’diliyle, sabit olmuştur. Yani sahabenin hadis rivayetine ehil olduklarını Allah Teâlâ ortaya koymuştur. Zaten sahabenin hepsi de hadis rivayet etmemiştir. Allah Teâla onları emaneti taşıyabilecek, şeriatı tebliğ edebilecek ehliyet ve liyakatta yaratmıştır. Onların Rasülüllah (s.a.v.) adına yalan uydurmaları veya ondan intihalde bulunmaları asla mümkün değildir. Bu yüzden onlara saygı ve tazim göstermemiz, onları sevmemiz ve onlar için istiğfarda bulunmamız bize farzdır. Bu yüzden, herhangi bir sahabinin adı anıldığında, “radiyallahu anh” deriz.
Cerh ve ta’dil, bir kimsenin, hadis rivayet etmeye elverişli olup olmadığını tespit ameliyesidir.
Kur’an-ı Kerim’de sahabenin adalet ve faziletine işaret eden ayet-i kerimelerden bazılarının mealleri şunlardır:
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz…”
“(İslâm’ı kabulde) öne geçen ilk muhâcirler ve ensar ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da ondan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.”
“Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta (adaletli) bir ümmet kıldık.”
“İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (muhacirlere) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır. Daha sonra iman edip hicret eden ve sizinle birlikte cihad edenlere gelince, işte onlar da sizdendir…”
Bu ve benzeri âyetler, sahabenin faziletine işaret etmekte ve adaletli olduğunu ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu hususla ilgili pek çok hadisi de sahabenin fazilet ve adaletini dile getirmektedir. Bunlar bazıları şöyledir:
“İnsanların en hayırlısı, benim yaşadığın devirde yaşayanlardır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenlerdir.”
“Sakın ashabım hakkında kötü söz söylemeyin! Sakın hâ ashabım hakkında kötü söz söylemeyin! Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki; sizden biriniz, Uhud Dağı kadar altın sadaka verse, ashabımdan birinin bir avuç (hurma) sadakasına ulaşamaz; yarısına dahi erişemez.”
Gerek sünnetin/hadislerin gerekse Kur’an’ın muhafaza edilerek sonraki nesillere aktarılıp öğretilmesinde, ilk kaynak olmaları bakımından sahabenin önemi büyüktür. Kur’an onlara inmiştir. Kur’an’ın ve İslam’ın ilk uygulamasını Rasulüllah (s.a.v.)’den alıp hayatlarında yaşayan ve tâbiûn’a aktaran onlardır. Onlar, Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in en yalnız ve en tehlikeli zamanında, canları ve malları pahasına ona ilk desteği verip, etrafında pervane olanlardır. Onlar, İslâm’ın korunması ve yayılması yolunda Allah Rasulü ile omuz omuza cihat eden fedakâr topluluktur. Allah Teâlâ, Peygamberi için onları özel seçmiştir. Bundan dolayı Müslümanların en hayırlı nesli olma şerefine nail olmuşlardır.
2)Sahabenin Hadis Uydurduğu Anlamına Gelen Yazılar
Sahabenin fazilet ve adaleti Allah (c.c.) ve Rasülü (a.s.) tarafından tesbit edilip haber verilmesine rağmen zamanımızda, oryantalist zihniyet tarafından sahabenin bu özelliğinin bilimsel araştırmalar adı altında örselenmek istendiğini esefle müşahade ediyoruz. Bu konuda ortaya atılan batıl iddiaların başında, sahabenin “udûl” (adaletli) olmadığı iddiasıdır. Bu bağlamda müsteşrikler ve Fazlurrahman’ın sahabeye en ağır ithamları yönelttiklerini görmekteyiz. Onlara göre sahabe, güya Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hadis isnad eden, yani Peygamber adına hadis uyduran simalardır. Hatta Fazlurrhaman’a göre Hz. Ömer (r.a.) gibi büyük bir sahabi, güya Kur’an’a ayet namında dışardan söz bile sokuşturmuştur, hâşâ!
İşin asıl üzücü yanı ise, bu tür görüşlerin, bizim yerli teologlar tarafından da kabul görmesi... Yıllarca Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar’ın, bu konuda “Erike Hadisi”ni de konu eden müstakil bir makale yazdığını görüyoruz. Özafşar, Haseki Eğitim merkezleri programına yardımcı ders notu olarak da konan “Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti” adlı makalesinde, sünnet’in hücciyyeti konusunda önemli delillerden biri olan “Erîke Hadisi” gibi bazı rivayetlerin, sahabenin kendi aralarındaki ilmi münakaşalarında takındıkları tavırlarının, hadis şekline dönüşmesinden meydana geldiğini ileri sürmektedir. Aynı konuda Özafşar, çeşitli konulara sahabenin Kur’an ayetlerinden delil göstermelerine aksülamel olarak sünnet’i savunan hadis rivayetlerinin geliştirilmiş olabileceğini (yani uydurulmuş olabileceğini), bu aksülamele karşılık olarak da sahabenin diğer bir kısmının, rivayetlerin Kur’an’a arzı konusunda hadis rivayeti geliştirmiş olabileceğini (yani hadis uydurmuş olabileceğini) ifade etmektedir. Makalede oldukça usturuplu anlatılan bu ifadeler oldukça karışık görünüyor. Biz iftira atmamak için ancak bu şekilde ifade edebiliyoruz ve metnin orjinalini de dipnotta veriyoruz.
Bunun yanında Özafşar, bu rivayetlerin hepsinin ilk üç asır toplumunun ürünü olduğunu iddia etmenin delilsiz bir genelleme olacağını, ancak rivayetlerin (yani hadislerin) bir kısmının böyle olduğunun muhakkak olduğunu ifade etmektedir. İlk üç asır, sahabe, tâbiûn ve tebeü’t-tâbiîn’dir. Bu gruba sahabe de dahil olduğuna göre, bir kısım hadislerin, sahabenin uyduruğu olduğu (!) ifade edilmiş olmaktadır.
DİB sabık Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ise, hadislerin büyük bir kısmının metninin râvîlere ait olduğunu, bu yüzden hiçbir hadisin, gramatik tahlillerle doğrudan hüküm çıkarmaya elverişli müstakil, kutsal bir dini metin olmadığının peşinen kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Görmez’in bu ifadesinden, hadislerin büyük kısmının râvîler tarafından uydurulduğu anlamı çıkmaktadır. Bilindiği gibi sahabe, ravi zincirinin ilk halkasıdır.
Görmez bu konuda biraz daha ileri giderek, olaylardan çıkarılan yanlış bir hükmün râvîler tarafından fıkhî bir formülasyona sokularak Hz. Peygamber’e isnad edildiğini ve bunun pek çok örnekte görüldüğünü ifade etmektedir. Bu bağlamda Görmez, Erîke hadisi’nin “mürsel” olduğunu, hadisin iki sahâbî’ye dayandığını ve Hayber savaşında söylendiğini, bu sahâbîlerin ise Hayber’e katılmadığını gerekçe göstererek hadisin uydurma olduğunu izah etmeye çalışmakta ve Özafşar’ın ilgili makalesine de atıfta bulunmaktadır.
DİB sabık Başkan Yardımcısı ve sabık DİYK Üyesi olan Prof. Dr. Yavuz Ünal da “Uydurulan Söz ve Belgelerin Hz. Peygamber’e İsnad Edilmesi” başlığı altında şunları söylemektedir:
“… O’nun vefatından sonra da, gerek kendilerine yöneltilen sorulara ilk ravi olan ashabın verdiği cevaplarla ve gerekse ortaya çıkan yeni problemlerin çözümüne katkı sağlamak amacıyla, ilk ravi olan sahabiler tarafından, tarihî olana işaret eden eklentileri göz ardı edilerek, ya da Hz. Peygamber döneminde hayat bulan uygulamanın sözlü forma aktarılmasıyla (hadis) farklı bir formatta ortaya çıktı.”
Bize göre bu ifadeler kibar ve karmaşık bir uslüple, sahabenin hadis uydurduğuna işaret etmektedir.
Ünal’ın bundan sonra getirdiği, “… fiili sünnetin metne dönüştürülmesiyle, Hz. Peygamber (s.a.v.) sonrası, hadislerin sayıca arttığı, inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Bu gelişmede, kısmen de olsa, tarihi süre içerisinde uydurulan bir takım söz ve belgelerin Rasülüllah’a isnad edilmesinin de payı bulunmaktadır” ifadesi, sahabenin hadis uydurduğu anlamını daha açık ortaya koymaktadır.
Bu yüzden Ünal, “genel olarak hadislere güven duyulamayacağını” da ilave etmektedir.
İki dönemdir Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi olan Prof. Dr. Bünyamin Erul ise, Hz. Peygamber dönemindeki beşerî zafiyetlerden kaynaklanan yanlış anlamalardan söz etmekte; Hz. Peygamber dönemi ile ilk iki halife döneminde, Hz. Peygamberin söz ve davranışlarına karşı, İbn Ömer, Ebu Hureyre, Ebu Said ve bunlara benzer diğer sahabilerin zahiri yaklaşım temayülünde olduklarını ve bunun marjinal bir eğilimden öte geçmediğini belirtmektedir. Bu ifadelerden anlaşılan, güya sahabenin bir kısmının zahiri temayülünün olduğu, yanlış anlam zaafının olduğu ve bunların marjinal oldukları(!) hâşâ!
Allah Teâlâ’nın, Dinini korumayı vadettiğini biliyoruz. Gerek Kur’an’ı gerekse sünnet’i sonraki nesle ilk aktaran sahabe olduğuna göre, sahabede ortaya çıkacak bir sorun, dinin korunamaması gibi tehlikeli bir sonuca götürür. Bir başka ifadeyle, sahabenin güvenirliği yok edildiğinde dinin her iki temel kaynağı da şüpheli hale gelecektir. Oryantalistlerin varmak istediği hedef de budur zaten. Bu bakımdan sahabeye hadis uydurduğunu isnad etmek, iyi niyetli bir tutum olmadığı gibi, itikadı da tehlikeye sokacak bir durumdur. Zira böylesi tehlikeli bir tavırla, Cenab-ı Hakk’ın ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahabe hakkındaki tezkiyesi kabul edilmemiş olmaktadır.
Cenâb-ı Hakk bizi Rasül-i Ekrem Efendimiz (a.s.)’e ve sahabe-i güzin (r.anhüm)’e layık eylesin.
15.11.2017
Dr. Ahmet GELİŞGEN
Buhârî, Ashâbü’n-Nebî, 5; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 221, 222; vd.
Bu haber 4121 defa okunmuştur.