MUSİBET, TAKDÎR-İ İLÂHÎ VE SABIR
İnsan, güç yetirebildiği fiillerde irade hürriyetine sahiptir. İnsanın fiilinin meydana gelmesinde hür iradesinin etkisi vardır. Bu bakımdan insan, fiillerinde sorumluluk sahibidir. Allah, kulların fiillerini onların iradeleri doğrultusunda yaratır. Bu yaratma Allah’ın buna mecbur olmasından değil, “âdettullah/sünnetullah” denen düzen ve takdirinden dolayıdır.
İnsanlar, hür irade sahibi olmaları dolayısıyla sorumluluk alanlarıyla ilgili işlerini doğru, güzel, dikkatli ve sağlam yapmakla mükelleftirler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah Teâlâ’nın yapılan bir işin sağlamca yapılmasını istediğini bize haber vermiştir. Sorumluluğunu yerine getirmemesinden dolayı insan, cezai sorumlulukla karşı karşıyadır. (Bkz. A’raf, 7/130; Tâhâ, 20/126-129; Fussilet, 41/46). Kuran-ı Kerim’deki pek çok ayetin yanı sıra şu ayetlerde ayetler de sorumluluklarına karşı lakayt davrananların cezalandırılacaklarından söz etmektedir.
“Başınıza gelen her musibet, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O yine de çoğunu affeder” (Şûrâ, 42/30).
“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde fesat (bozulma) ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır” (Rûm, 30/41).
“… Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar” (Nûr, 24/63).
KIZIL BELAYA SEBEP OLAN 15 FİİL
Tirmizi’nin Fiten bahsinin 38. bölümünde (IV/494) rivayet edilen hadis-i şerifte, 15 kadar kötü davranış ve tutumun; yangın ve kanlı olaylar gibi kızıl belalara sebebiyet verebileceği haber verilmektedir. Hadis-i şerife göre bu belalar, deprem, yerin dibine batırılma veya “siretin bozulması/mesh” (domuz ve maymun siretine dönüşme) olabilir. Hadis-i şerifte bela olarak zikredilenlerden “kızıl rüzgar”, bünyesinde kan ve ateş ihtiva eden musibetler olarak yorumlanmaktadır. Suretin (siretin) bozulması (mesh) ise, insani ve İslami değerlerden uzaklaşan bir ruhla, Allah’ın hükümlerine uymayan şeyleri meşru kabul eder hale gelmeyi, yani bir nevi değer yargıların bozulmasını ifade etmektedir. Cenâb-ı Hakk bizleri hepsinden muhafaza eylesin!
Hadisi şerifte, bu cezaların sebebi olarak sayılan kötü fiiller şunlardır:
1- Ganimetin (topluma ait malın) zimmete geçirilmesi, kişisel yararda kullanılması veya çarçur edilmesi,
2-“Emânet”in ganîmet gibi görülüp hıyânet edilmesi,
3- Zekâtın, büyük bir yük ve angarya olarak görülmesi (Zekatın ihmal edilmesi veya baştan savma ifa edilmesi),
4- (Gayr-i meşrû işlerde) kişinin hanımına itaat etmesi,
5- Anneye karşı saygısızlık edilmesi, hukukunun çiğnenmesi,
6,7-Kişinin, arkadaşına iyilikte bulunduğu hâlde babasına kaba davranması,
8- Camilerde seslerin yükselmesi, (huşunun kaybolması, riyanın ortaya çıkması, dünyalık seslerin yükselmesi),
9-Toplumdaki kötülerin iş başına getirilmesi,
10-Kötü insanlara şerlerinden korkulduğu için saygı duyulması,
11-İçkinin (sarhoşluk veren maddelerin) yaygınlaşması,
12-(Erkeklerin) ipek elbise giymesi (haram giysilerin giyilmesi veya başkasına caka satma amacıyla elbise giyilmesi),
13- Şarkıcı vs. kadınlara ve çalgı aletlerine ilgi duyulması (çalgıya, şarkıcılara ve dansözlere, gayri meşru eğlenceye düşkünlük ve itibar gösterilmesi),
14-İlmin (İslami ilimlerin) dünyalık amaçla tahsil edilmesi,
15-Sonradan gelen neslin önceki hayırlı nesilleri lanetlemesi, kötülemesi.
(Tirmizi, Fiten, 38, IV/494; No: 2210).
Aynı konuda gelen diğer rivayette, bu filleri işleyenlerin cezası olarak, kızıl bir rüzgar (kızıl bir bela), yere batırılma, domuz ve maymun suretine (sîretine) çevrilmenin yanı sıra, zelzele ve gökten taş yağma afetleri de eklenmiş ve bunların, ipi kopmuş gerdanlığın ard arda düşen taneleri gibi birbirini takip edeceği haber verilmiştir (Tirmizi, Fiten, 38, IV/494; No: 2211).
Allah (c.c.), bizleri bu fiillerden uzak tutsun, cezalarından da muhafaza eylesin!
“Kula belâ gelmez Hakk yazmayınca, Hakk belâ yazmaz kul azmayınca” sözü, kulların sorumsuz davranışları hakkında söylenmiş olsa gerektir.
KULUN ELİNDE OLMAYAN DURUMLAR VE SABIR
İnsanın sorumluluğu, fiilin insan iradesiyle ilgili yönüne aittir. Bir de fiilin, Yüce Allah’ın ulûhiyeti gereği olarak “O’nun takdiri” yönü vardır. İş ve eylemlerle ilgili gerekli tedbirler alınıp, her türlü sebepler îfâ edildikten ve işin ön hazırlıkları en güzel şekilde tamamlandıktan sonra, Allah’a “tevekkül” edilir ve sonuç O’na havale edilir. Çünkü her şeyin sahibi olan, her şeye nizam veren ve mukadderatı tayin eden yüce Allah’ın kendisidir (Furkan, 25/2).
Kuran-ı Kerim’de, “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez” (Tevbe, 9/51); “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak ‘ol’ demektir. O da hemen oluverir” (Yasin, 36/82) gibi pek çok ayet, Allah’ın mutlak güç ve iradesine işaret etmektedir. Kulun irade ve arzusuna uymayan veya zahirde kula kötü görünen olaylarla diğer bela ve musibetlerin perde arkası insan tarafından bilinemeyebilir. Kuran’daki, “Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz” ayeti bu hususu açıkça belirtmektedir (Bakara, 2/216).
Demek ki, kul her türlü sorumluluğu yerine getirse ve gerekli tedbirleri alsa da bazen kula nispetle kötü netice ortaya çıkabilecektir. Halk deyimi olarak yaygınlaşan, “tedbir takdiri bozmaz” ifadesi bunun en güzel ifadesidir. Allah’ın karşı konulmaz yüce iradesi olan “takdîr-i ilâhî” karşısında kula düşen; teslimiyet göstermek, sabretmek ve hadiseyi hayra yormaktan başka bir şey değildir. Nitekim kul, hiçbir suçu olmadan da Yaratanı tarafından imtihan edilebilir (Âl-i İmrân, 3/186; Enbiyâ, 21/35). Hadis-i şerifte belirtildiğine göre, erkek olsun kadın olsun mü’min kişi, kendisi, aile fertleri ve malı hakkında daima musibetle imtihan edilecektir. Kulun başına gelen musibetle günahları dökülmekte ve cennetteki derecesi yükseltilmektedir. O kadar ki, “kişinin dini salâbeti oranında musibetin artırılacağı” bile bildirilmiştir (Tirmizi, Zühd, 57).
Konu ile ilgili olarak Kuran-ı Kerimde de şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz’ derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır” (Bakara, 2/155-157).
Hadis-i şerife göre, Allah hakkında hayır murat ettiği günahkâr kulunun cezasını dünyadayken vermekte, şer murat ettiği kulunun cezasını ise ahirete bırakmaktadır (Tirmizi, Zühd, 57). Diğer bir hadis-i şerifte, “Müslümana erişen her türlü yorgunluk, hastalık, keder, eziyet ve hüznün, hatta ayağına batan bir dikenin bile, sabrettiği takdirde günahlarına kefaret olacağı” belirtilmiştir (Buhâri, Merdâ, 3; Müslüm, Birr, 46). Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen şu hadis de son derece dikkat çekicidir:
“Kulumun çocuğu vefat etiğinde Allah Teâlâ meleklerine, ‘Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız öyle mi?’ diye sorar. Melekler ‘evet’ diye cevap verince Canâb-ı Hakk, ‘Kulumun kalbinin meyvesini kopardınız öyle mi?’ diye tekrar sorar. Melekler ‘evet’ diye cevap verince Canâb-ı Hakk, ‘bu halde kulum ne dedi?’ diye sorar. Bunun üzerine Melekler, ‘kulun sana hamdetti’ ve ‘Biz şüphesiz her şeyimizle Allah’a aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz’ dedi, şeklinde cevap verirler. Sonunda Canâb-ı Hakk buyurur: ‘Kuluma cennette bir köşk yapın ve adını da ‘hamd köşkü’ koyun’” (Tirmizi, Cenâiz, 36).
Muhkem kalelerin içerisinde bile olsa ölümün her canlıyı yakalayacağı gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıdır (Nisâ, 4/78; Enbiya, 21/35). Kulun iradesine aykırı da olsa Allah’ın her türlü iradesi karşısında kula düşen; kendini hesaba çekmek ve sabretmek yanı sıra Allah’ın yüce takdirine rıza göstermektir. “Takdîr-i ilâhî” karşısındaki böylesi bir tavır, “lütfun da hoş kahrın da hoş” sedasına erebilen olgun müminin ahlakıdır. Akaid bilginlerimiz bunu, “elhamdülilah alâ külli hâl, sive’l-küfri ve’d-dalâl” şeklinde ifade etmişlerdir. Bu söz, “inkarcılık, günah ve sapıklık dışında başımıza gelen her hale şükrederek ‘elhamdülillah’ deriz” anlamına gelmektedir.
İnsan, başına gelen musibeti, şükür ve sabırla karşılamaz da Allah’a karşı isyan ve itirazda bulunursa, o musibetin sevabını alamayacağı gibi, ruh dünyasını da harap eder. Zira insanın, çaresizliği karşısında yüce bir makama sığınmaya psikolojik yönden de ihtiyacı vardır. Bu sığınma ile insan hem acısını teskin eder hem de gösterdiği sabırla Allah’tan dünya ve ahirette hayırlı bedel umar. Ölen yakınlardan dolayı gösterilen aşırı sabırsızlığın, ölüye zarar verdiği de hadis-i şerifte haber verilmiştir (Buhâri, Cenâiz, 32, 33, 44; Müslim, Cenâiz, 16, 18). Bu azabın sebebi, geriye, Allah’ın takdirine rıza gösterecek düzeyde eğitilmiş bir neslin bırakılması vazifesinin ihmaline bağlanmıştır.
Bu bakımdan, Dinimizdeki kader inancı olarak “hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak”, itikadî bir esastır. Psikolojik açıdan da insanın kaderr inancına ihtiyacı vardır. Büyüklerin, “men âmene bi’l-kader, emine mine’l-keder” (kadere iman eden kederden emin olur), deyiminden kastettikleri de budur. Şerrin Allah’tan olması, Allah’ın şerri dilemesi anlamına değil; kulun sorumluluğu dahilinde irade ettiği fiilin Allah tarafından yaratılması demektir. Yoksa Allah, kötü fiilin işlenmesinden hoşnut olmaz; sadece kul istediği için imtihan gereği o fiili yaratır. Burada sözünü ettiğimiz “şerr”, Allah’ın kulları hakkında yasak kıldığı şeylerdir. İman esasında zikredilen “şerr” ise, kulun iradesi dışında oluşan ve ona zahiren kötü görünen şeylerdir. Kulun irade ve eylemi dışında oluşabilecek ve kula şerr gibi gelen bu havadisin de hikmetleri vardır. Bu hikmetler, yukarıda belirtildiği gibi kulun derecesinin yükseltilmesi, günahlarının temizlenmesi veya Allah (c.c.) tarafından kulun doğrudan imtihanı ve sabrının denenmesi olabilir.
Bundan dolayı, bize kötü görünen ama gerçekte perde arkasını bilmediğimiz, irademiz dışında gelişen hadiseler karşısında iman esaslarımızdaki “kader inancımızı” devreye sokarak, “takdîr-i ilâhî” deyip, Allah’a karşı teslimiyetimizi arz etmek kulluk borcu olarak bize düşen görevdir. Bize olumsuz görünen hadiselere böyle yaklaştığımızda Mevla bize, başımıza gelen musibetin hayırlı bedelini, kaybettiğimizden daha güzel olarak inşallah hem dünyada hem de ahirette verecektir.
Musibete karşı Allah’tan yardım istemenin yolunun, sabır ve namaz olduğu hatırlatmaya değer bir konudur (Bakara, 2/153). Esbaba sarıldıktan sonra, “Yerde debelenen hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın” inancıyla Allah’a tevekkül etmek, müminin şiârıdır (Hûd, 11/56). Unutmayalım ki vuku bulacak her şeyi Cenâb-ı Hakk “Levh-i Mahfuz”unda kayıt altına almıştır; o yerin karanlığındaki bir tohumdan bile haberdardır; O’nun izni olmadan ağaçtan bir yaprak da düşmez. (Bkz. En’am, 6/59).
Son olarak konumuzu şu ayet-i kerime mealiyle bitirelim:
“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez” (Hadid, 57/22, 23).
07 Eylül 2012
Dr. Ahmet GELİŞGEN
Bu haber 2002 defa okunmuştur.