"Şerafü’l-mekân bi’l-mekin” (makamların haysiyeti oturanın değerine göredir) demiş büyükler.
Bugüne kadar Diyanet, faydalı pek çok hizmete vesile olmuştur. Şahıslara göre ortaya çıkan hatalar da varsa da bu her kurumda olabilir.
Ancak son 14 yılda "Ankara Okulu" denen Fazlurrahmancı bir ekibin yönetiminde Diyanet, Kur’an ve sünnetin hükümlerinin tarihselliğini, yani dini hükümlerin günümüzde geçersiz olduğunu savunan bir yapı haline gelmiştir. Bu bağlamda Diyanet, son 14 yılda “ılımlı İslam” ve “diyalog” faaliyetlerinin atardamarı fonksiyonu icra etmiştir. Diyanet’in yayın ve diğer bazı icraatlarında bu özellik, somut olarak görülebilir.
Medyada yer alan bazı bilgilere bakıldığında, Son on yılda Diyanet’in, gözden ırak yerlerde Kur’an aleyhine faaliyetler yürüten kurumlara da aracı olduğu bilgilerine rastlanmaktadır. Bu konuda Türkiye’de TDV kanalıyla yapılan somut ve müdellel faaliyetlere de rastlamak mümkün... Müftü ve vaiz yetiştiren “Dini Yüksek İhtisas Merkezleri”nin eğitim öğretim programında, çok ciddi eleştirilere açık bir içerik vardır ki Yeni Başkan Prof. Dr. Ali Erbaş da 6.5 yıllık “Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü” bulunduğu süreçte, bu programı uygulamıştır.
Netice itibariyle Diyanet bir vasıtadır. Ne yönde kullanırsan o hükmü alır. Dini saptırmada kullanırsan, sapıklık kaynağı olur. Hidayete aracı edersen hidayet kaynağı olur. Asıl amacı ise, dini irşad ve aydınlatma yolunda vatandaşa hizmettir. Anayasa da Diyanet’e bu görevi yüklemiştir. Son 15 yılda Diyanet’in “sahih dini bilgi arama ve üretme” arayışına girip sürekli bu amaç doğrultusunda enerji harcaması, bizce bir suiistimaldir. Çünkü, sahih dini bilgi aramak, elde sahih din yok demektir. Güya elde sahih din olmayınca da vatandaşı aydınlatacak bilgi yok demektir. Bu durumda, hem vatandaşı irşad etmemekle görevini ihmal etmekte, hem de sahih dini bilgi arayışıyla, “dinler arası diyalog” ve “ılımlı İslam”ın tesisi yolunda görevini kötüye kullanmaktadır.
O halde Diyanet'in değerli olmasını isteyenlerin asıl yapması gereken, bu kurumu kötüye kullananları veya işlenen kötü icraatları savunmak değil, Diyanet’in değerine halel getirenlerden orayı temizlemektir. "Diyanet laik düzenin bir kurumudur, ne beklenir bu kurumdan" diyerek Diyanet’in faaliyetlerine bigâne kalmayı da sorumluluktan kaçış olarak değerlendiriliriz. Toptan kurumu töhmetle anmak da vicdani ölçüye sığmaz.
Sadece Diyanet’i değil her kurumda olup biteni takip etmek ve gerektiğinde eleştirmek, vatandaş olarak hepimizin en tabii hakkıdır. Pek tabi ki konu din olduğunda durum daha da hassasiyet kazanmaktadır.
Bu bakımdan yapılacak iş, eldeki imkânı iyiye kullanmanın yollarını aramaktır.
İnsan masum olmayacağına göre, insanlar tarafından deruhte edilen ve yönetilen kurumlar da toptan masum addedilemez, buralarda insan kaynaklı hatalar her zaman görülebilir. Bize düşen bunlara bigâne kalmamak; liyakatli, dirayetli ve iyi niyetli şahsiyetlere bu emaneti tevdi etmek ve edilmesine yardımcı olmaktır.
05 Ekim 2017
Dr. Ahmet Gelişgen
Bu haber 1835 defa okunmuştur.