İTİKADA AYKIRI OLAN, YAHUD DA HARAM OLAN SÖZ VE DAVRANIŞLAR KARŞISINDA SEYİRCİ KALMAK, DÜNYEVİ VE UHREVİ FELAKETE GÖTÜRÜR!
Sosyal medyanın, günümüzün vazgeçilmez iletişim araçlarından biri haline geldiği herkesin malumu. Watsap üzerinden yapılan iletişim de son zamanların en popüler medya aracı haline geldi.
Watsap gruplarında olsun, diğer sosyal medya araçlarında olsun, itikada aykırı moda fikirlerin veya bunların temsilcilerinin de benimseme amaçlı olarak zaman zaman paylaşıldığı bir hakikattir. Bu tür yazı ve görüntülerin tenkitsiz paylaşımı, çoğu göre benimseme amacı taşır.
Bu zararlı paylaşımlar karşısında, Müslüman, imanının gereği olarak net bir tavır koyma mecburiyeti vardır. Zira, kötülükler karşısında İslam'ın tavrı son derece net ve tartışmasızdır. Bu nedenle, "birbirimizin fikirlerine bile tahammülümüz yok" gibi yaklaşımların Müslüman nazarında bir değeri yoktur. Tahammül gösterilecek fikirlerin İman ve İslami esaslara aykırı olmaması gerekir. Müslümanın, İslam inancına aykırı bir düşünceye kapılması, Allah korusun, onu imanından eder. Bu düşünceye saygı duymak veya saygı duyulmasını istemek de bundan farksızdır. Çünkü mümin kimsenin, Kur’an ve sünnetin net bir şekilde ortaya koyduğu fikir ve esaslar hakkında, farklı mütalaalara yönelme lüksü yoktur (Nisa, 4/65; Ahzab, 33/36).
Sahih hadislerde haber verilen, ahir zamanda ilmin ve alimin kaldırılacağı ve böylece cehaletin hâkim olmasıyla kötülüklerin yaygınlaşacağı afetini sanki günümüzde yaşar hale geldik. Medya iletişim araçlarında doludizgin yer alan, küfür ve bidat düşünceler karşısında mevcut alimlerimizin ve akil adamlarımızın suskunluğu yanında, bazen de bunlardan, sapkınlığı açık olan fikir ve sahiplerine destek mahiyetinde açıklamalar getirilmesi, kıyamet alametlerinin de ötesinde bir afetten başka bir şey değildir…
Gerek İslam inancına yönelen tehditleri etkisiz hale getirmek amacıyla, gerekse Müslümanların zihinlerinde şüphe tohumlarını ekmeyi hedefleyen maksatlı düşünceleri bertaraf etmek amacıyla savunma ortaya koymak, en önemli içtimai ve imâni bir görevdir. Bu görevler İslami ilim dalları içerisindeki Kelam ilminin konusudur. Kelam alimi ya da her yönüyle mücehhez alim yetiştirmek, İslam toplumuna farzdır. Toplumda bu vazifeyi yerine getiren alim yetiştirilmezse veya Kelam ilminin hedeflediği vazife icra edilmezse, bütün Müslümanlar Allah katında sorumlu olur. Bu işin ehli olanlar o vazifeyi icra eder, diğerleri de onlara destek verirse, ancak sorumluluktan kurtulmuş olurlar.
O bakımdan, İslam itikat ve esaslarına aykırı paylaşımlar, elbette bir Müslümana yakışmaz. Ancak toplumu sarmış ya da kendi grubunda dahi paylaşılmış itikada aykırı düşünceler karşısında suskun kalmak ve bu türden yanlış düşüncelere karşı toplumu uyarmamak, o düşünceleri onaylamak ve onlara onay vermek anlamına gelir. Böyle bir manzara bize, "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisini hatırlatır. Allah u Teala, hakkı söyleyeceklerine dair alimlerden söz almıştır. İlim sahiplerinden bazılarının ise, dünyada bu sözü bozacaklarını da bize haber verilmiştir (Ali İmran, 3/187; Fatır, 35/32; Araf, 7/172). Şu kadar var ki, ilminin gereğini ifa etmeyen ilim sahiplerine hadisi şeriflerde ve İslam literatüründe "alim" denmemiş, onlar "kârî/okuyucu" sıfatıyla anılmışlardır. Çünkü Kuran, alim sıfatını, Allah korkusuyla özdeş kılmıştır (Fatır, 35/28). Allah korkusunun, ona karşı vazifenin icrasını zorunlu kılacağı ise izahlardan varestedir. Hz. Peygamber sav de, ilmin hakkını vermeyenler hakkında, "ümmetim hakkında (zararından) en çok korktuğum kimseler, dilinde bilgelik olan münafıktır" buyurmuşlardır (Ahmed, l/22, 44).
Koca Ragıp Paşa'nın,
"Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb,
Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb"
mısraları, iki yüzlü alimin zararını gayet veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Öte yandan Kuranı Kerim, bir Müslümanın bulunduğu ortamda işlenen günaha veya sadır olan küfre karşı susan kimseyi, o fiili işlemiş gibi sorumlu tutmaktadır (Nisa, 4/140; Enam, 6/68). İlim ve iman da kendini, asıl burada gösterir. Boş laflarla hayat hikayeleriyle toplumu meşgul edip oyalamak, bir alimin işi olamaz. Bu tür lakırdıları Kur'an, "lehve’l-hadis" olarak niteler ve yasaklar (Lokman, 31/6). Kuran ayrıca, boş laflardan uzak durmayı, kurtuluşa eren müminlerin vasıfları arasında zikreder (Müminûn, 23/3). Bu vasfın, iman ve namaz vazifelerinden hemen sonra, zekât emri ve zina yasağından da önce getirilmesi manidardır. Hz. Peygamber sav de bir yandan, "Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayır konuşsun ya da sussun!" buyururken (Buhari, Edeb, 31, 85; Rikak, 23; Müslim, Îman, 74; Lukata, 14; Ebû Dâvud, Ede, 123; Tirmzi, Kıyame, 50; Muvatta, Sıafatu’n-Nebî, 22; Ahmed, II/174, 267, 433 vd.), diğer yandan da boş laf etmeyi, Allah Teala'nın gazap ettiği üç fiil arasında zikretmektedir (Müslim, Akdıye, 10; Muvatta, Kelâm, 20; Ahmed, II/367). Hadisi şeriflerde ve İslam alimlerinin literatüründe, Müslümanın dünyası veya ahireti için faydalı olmayan sözler, “kîyl ü kâl/boş söz” olarak nitelendirilmiştir. Bu bakımdan, günlük hayatımızda olsun, sosyal medyada olsun, sarf ettiğimiz sözlerde ve kaleme aldığımız yazılarda bu inceliğe hepimiz dikkat etmek durumundayız.
Hz. Peygamber Efendimiz sav, kötü ve yanlış söz ve eylemlere, önce el ile, buna imkân olmadığında dil ile müdahale etmeyi, buna da gücü yetmeyene ise kalp ile buğuz etmeyi emretmiştir. Ne var ki bu noktayı imanın en zayıf hali olarak nitelemiştir. Hadisin, Müsl,im’de gelen rivayetinde, bunu da yapmayanın kalbinde hardal tanesi kadar bile imanın olmadığını haber vermiştir (Müslim, Îmân, 78; İbn Mace, Ebû Dâvud, Salat, 232; Melâhim, 17; Nesai, Îmân, 17; İbn Mace, İkâme, 155; Fiten, 20). Demek ki, “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker”, imanımızın bir işaretidir.
Kuranı Kerim, isyanlar karşısında İsrail oğullarının “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker”i terk etmelerini, onların lanete uğramalarının sebebi olarak bildirdiği gibi (Maide, 5/79, 80), işlenen kötülüğün cezasının da sadece failleri değil, tüm toplumu kuşatacağını da haber verir (Enfal, 8/25).
Bundan dolayı Müslüman ya da İslam toplumu, zuhur eden yanlış söz ve eylemlere seyirci kalmamalıdır. Aksi halde dünyayı fesat, Müslümanları da zillet sarar. (Bkz. Hz. Ebubekir (r.a.)’in hilafete geçtikten sonraki ilk hutbesi, İbn Hişam, Sire, IV/661). Ahirette ise, bu sorumsuzluğun hesabı ağır olur. Bu meyanda Rasülü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyururlar:
"Sizden birisi, kıyamet günü kendi kendisini rezil ü rüsva etmesin!"
Sahabe sorar: "Ya Rasulellah, hiç adam kendisini tahkir eder mi?"
Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) cevaben:
"Evet! Dünyadayken, yapılan bir kötülük veya haksızlık karşısında, bir şahsın bir şeyler söylemesi ya da o kötülüğü engellemesi gerektiği halde orada susmuşsa, Allah ona, 'orada niye sustun' diye sorar. O kul da 'insanlardan korktum yarabbi' der. Bunun üzerine Mevla- ı Müteal, 'Ben korkulmaya daha layık değil miydim?'" buyurur. (Buhari, Tefsîru Sûre 2, 47; İbn Mâce, Fiten, 20; Ahmed, III/30, 47, 73, 91). İşte Ahiret gününde kişinin kendi kendisini rezil edip küçük düşürmesi budur.
Mevla bizleri böyle bir duruma düşmekten muhafaza buyursun.
Hepimize, ferdi ve içtimai sorumluluklarımızı en güzel şekilde Allah rızası için ifa edebilmeyi nasip ve müyesser kılsın. Amin!
20.06.2017
Dr. Ahmet GELİŞGEN
Bu haber 3177 defa okunmuştur.