ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE İLETİŞİM

BİLGİLENDİRME:

Elbette altta ki isimlerin hepsini bir tutmuyoruz. Reddiye ve tenkit edilenleri bir kategori altında topladığımız için böyle uygun gördük.

HABER ARA


Gelişmiş Arama

GALERY

EN ÇOK OKUNANLAR

SİTEMİZE ZİYARETLER!

       
MUSTAFA ÖZTÜRK'ÜN SAKAT FİKİRLERİ VE GÖRMEZ

MUSTAFA ÖZTÜRK'ÜN SAKAT FİKİRLERİ VE GÖRMEZ

Tarih 09 Haziran 2017, 09:40 Editör Yönetici

Dr. Ahmet Gelişgen hocanın başlık hakkında ayrıntılı ilmi tahlilleri..

MUSTAFA ÖZTÜRK’ÜN İTİKÂDEN SAKAT GÖRÜŞLERİ BAĞLAMINDA

DİB BAŞKANI MEHMET GÖRMEZ

 

(7. Maddede Mustafa Öztürk’ün, Caner Taslaman Hakkındaki Yeni Vidosuyla İlgili Değerlendirmeler ve 8. Maddede Cemaatler Aleyhine Bazı Görüşleri de Eklenmiştir)

 

Adana İlahiyat Fakültesi’nden, İstanbul Marmara İlahiyat Fakültesine transfer edilen Mustafa Öztürk' ün İslam itikadına aykırı bazı görüşleri eser ve konuşmaları üzerinden aşağıda sıralanmıştır.

 

İncelendiği takdirde Yazar Mustafa Öztürk’ün çoğu yazısında sakıncalı fikirlerin tespit edilebileceği düşüncesindeyiz. Yazılarının tamamını incelemek, bizim işimiz olmayacağı gibi, harcanan vakte de yazık olur. Bu hususta maksat, din adına sakıncalı fikirler ortaya koyan şahısları objektif olarak tanımak ve tanıtmaktan bir şey değildir. Onun için birkaç kitap, makale ve vidosunu incelmenin yeterli olacağını düşünüyoruz.

 

1)KURAN DİLİ VE RETORİĞİ” KİTABI

 

Mustafa Öztürk'ün, "Kitabiyat" yayın kuruluşu tarafından yayınlanan "KURAN DİLİ VE RETORİĞİ" adlı kitabında yer verdiği fikirlerinden birkaç örnek özetle şöyledir: 

 

a) "Kur'an, karmakarışık, usandıracak derecede düzensiz, anlaşılmaz, bitmez tükenmez tekrarlar, insanın nefesini kesen pasajlar ve anlaşılmaz ifadelerle doludur. Kısacası Kur'an, kahrı çekilmez saçmalıklarla doludur." (s. 24, 25).  

 

Thomas Carlyle’den naklen verilen bu cümleyi yazar, şöyle özetliyor: "Kur'an'daki tekrarlar, yazılı bir metni okunamaz hale getiren bir eksiklik, kusur ve ifade zafiyetidir." (s. 25). 

 

Yazar, şarkiyatçı gâvurun bu iddiasına İslam âlimleri tarafından verilen cevabı küçümseyerek, bu cevapların savunmacı tutumdan ve Kur'an'ı her türlü kusurdan tenzih etme gayretinden kaynaklandığını söylemektedir (s. 25, 26). 

 

Yazar, İslam âlimlerinin bu savunmalarının, "Kur'an'ın yazılı bir metin olarak algılama yanılgısına dayandığını" iddia etmektedir (s. 26).

 

Yazar'a göre Kur'an, yazılı bir metin değildir; zira, yazılı bir metin edebi olur, edebi metinde tekrarlar olmaz; halbuki Kur'an'da tekrarlar vardır. Kur'an, bilinen anlamda bir kitap değil, sözdür (!); ilk muhataplara şifahi olarak aktarılmıştır (!) (s. 17-19, 27, 173-175).

 

b) Yazar Mustafa Öztürk, yukarıda verilen sayfalarda Thomas Carlyle gâvurunun Kur'an aleyhine iftiralarını eleştirmek şöyle dursun, İslam âlimlerinin bu gâvurluğa olan eleştirilerini de bertaraf etmeye çalıştıktan sonra sözü şöyle noktalamaktadır:

 

"Bu noktada bir kez daha altını çizerek ifade etmek isteriz ki, farklı zaman ve mekânlarda, farklı hadiseler üzerine nazil olmuş vahiy birimlerini iç bütünlüğe sahip (mütecanis) yazılı bir metin olduğu kabulüyle okumak, son derece yanlış bir okumadır. Zira, biz bu kabulden hareketle Kur'an'ı salt yazılı bir metin olarak okuduğumuzda, Ömer Özsoy'un da ifade ettiği gibi, çifte standartlara yaslanmadıkça, şöyle bir manzarayla karşılaşmaktayız: Kur'an'da birbiriyle çelişik gözüken ifadeler vardır. Kur'an metninin kompozisyonunda belli bir mantık yakalamak mümkün değildir. Çünkü Kur'an ne kronolojik bir tertiptir, ne konulara göre (tematik) bir tertiptir, ne de sistematik bir tertiptir. Buna bağlı olarak Kur'an iç bütünlüğe sahip olmaktan da uzaktır.  Sure içi bütünlük yoktur.  Mevcut formun en küçük birimleri olan ayetler bile her zaman gerçek bir bütünlüğe tekabül etmemektedir. ... Bu özellikler yazılı bir metin için kusur kabul edilebilecek niteliklerdir. (s.  27. Ayrıca bkz. Ömer Özsoy, "Çeviri Kuramı Açısından Kur'an Çevirisi Sorunu", 2. Kur'an Sempozyumu, Bilgi Vakfı, Ankara 1996, s. 262). 

 

Yukarıda, içeriğini tenkit ettiğimiz kitabı yayınlayan "KİTABİYYAT" yayınevi; Mehmet Görmez, M. Emin Özafşar, Bünyamin Erul ve Yavuz Ünal gibi Diyanet üst kademe erkânıyla, Kuran'da bazı ayetlerin çıkartılıp atılması gerektiğini ileri süren İlhami Güler ve Kuran'ın sadece onda birinin geçerli olduğu anlamına gelen iddialarda bulunan Ömer Özsoy gibi akademisyenlerin yayın kurulunu oluşturduğu eski "İSLAMİYYAT" adlı derginin kardeş yayın kuruluşudur. Kitabiyat ve Ankara Okulu da, birbiriyle kardeş yayın kuruluşudur.

 

3) “KISSALARIN DİLİ” KİTABI

 

Ankara Okulu tarafından 2016 yılında Türkiye Diyanet Vakfı Matbaası’ında bastırılan, Mustafa Öztürk'e ait "Kıssaların Dili" adlı kitapta yer alan bazı sakat görüşler özetle şöyledir:

 

a)            Sayfa 73’te: “Muhammed daha çok "Eski Ahid" kıssalarına başvurmuş ve onları nesilden nesle tekrar eden bir azap modeli olarak kullanmıştır.”

 

(Yâni, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Kur’an’da anlatılan kıssalar Allah tarafından bildirilmemiş, Peygamber (s.a.v.) kendisi Eski Ahid’den aktarmış hâşâ!).

 

b) Sayfa 73’te: “Kur’ânî anlatımdan edebi açıdan bir şey ummak zâiddir. … Muhammed, Kitab-ı Mukaddes’teki malzemeyi iktibas ederken, eski ahit yazarlarının (Chronisten) edebi hikâyeciliğiyle rekabet etmek gibi bir amaç taşımıyordu…”

 

Görüldüğü gibi ifadede, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, açıkça, Kitab-ı Mukaddes’ten iktibas yaptığı ileri sürülüyor. Bu durum, Kur’an’ın, Allah tarafından vahyedilmediği, hâşâ Peygamber (s.a.v.)’in, Kur’an’ı oradan buradan aktardığı ve Allah adına Kur’an’ı uydurduğu anlamına gelir(!). Halbuki Ayeti Kerime’de, “Şayet o Peygamber, bizim aleyhimize bir söz uydursaydı, onu sağ elimiz (gücümüz)le yakalar şah damarını koparırdık” buyurulmaktadır (Hâkka, 69/46).

 

c)Sayfa 74’te: “Kuran’daki kıssalar, tarihi gerçekle bire-bir örtüşmez. Buna itiraz eder de, bire bir örtüşür derseniz, o zaman, ‘geçmişte öyle de şimdi niye böyle’ sorunu ortaya çıkar. İlahi iradeye zorunluluk atfetmek imkânsızdır. Allah’ın hesap sisteminde 2+2 her zaman 4 etmez. Oysa Allah kendisini mutlak hâkim olarak nitelendirmektedir…”

 

Bu ifadelerden anlaşılan, Kur’an’da anlatılan her şeyin doğru olmadığıdır, hâşâ! Halbuki Kur’an ilk başında, “bu kitapta en ufak bir şüphe yoktur, muttakilere yol gösterici olarak (indirilmiştir), buyurulur (Bakara, 2/2).  Pek çok ayette de Kur’an’ın, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Allah tarafından indirildiği açıkça ifade edilmiştir. O zaman, hâşâ Allah yalan söylüyor da asrın oryantalistleri mi doğru söylüyor acaba?!..)

 

4) “HZ. PEYGAMBER VE VAHİY” BAŞLIKLI SUNUMU

 

Mustafa ÖZTÜRK’ün, 17-19 Ekim 2014 tarihlerinde Gaziantep Üniversitesi'nde düzenlenen "Hz. Peygamber'in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı" konulu çalıştaydaki "Hz. Peygamber ve Vahiy" başlıklı konuşmasında;

 

Mustafa Öztürk, bizim, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söylemi aracılığıyla, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de Allah’ın peygamberi olduğuna inanmamızın mümkün olamayacağını (!) ifade etmektedir. Bu saçmalıktaki gerekçesi, Cebrail’in vahiy getirmesine şahit olmayışımız gerçeğiymiş (!). Bu bağlamda, gerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “ben Allah’ın peygamberiyim, bana vahiy geliyor” beyanının, gerekse Cebrail’in ona vahiy getirdiği iddiasının ve dolayasıyla, Kuran’ın Allah kelamı olduğu hususunun ispatlanamayacağını ifade etmektedir. Bu sözlerinin arkasından ise Öztürk, kendisinin, bu vasıta ile değil, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yalan söylediğinin görülmemesi dolayısıyla, güven yoluyla Hz. Peygamber’in hayat tecrübesine itimat edip iman ettiğini söylemektedir. (Mustafa Öztürk, “Hz. Peygamber ve Vahiy”, Hz. Peygamber’in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı, s. 215, 216). Bu nasıl bir imandır düşünülür?..

 

Öztürk’ün ilgili sözlerinin tıpa tıp aşağıdadır:

 

“Şimdi siz nübüvveti Kur ‘an’dan hareketle ispattan söz ediyorsunuz. Ama bu ispat tarzı bana çok problemli görünüyor. Çünkü burada siz bir şeyi yine kendisinden hareketle ispatlamaya çalışıyorsunuz ve böylece mantık açısından “müsadere ale’l-matlub” ya da “safsata” diye ifade edilen çok sıkıntılı bir durumla karşılaşıyorsunuz. Sanki “Hz. Peygamber’in nebi ve rasul olduğunu Kur’an ispatlıyor” diyorsunuz ve peşinden de “Kur’an, Allah’ın kelamıdır” diye ekliyorsunuz.

 

Peki, şimdi sorarım size, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu nereden öğrendiniz? Yahut Kur’an’a ilk olarak nasıl ulaştınız, onu nereden aldınız? On beş asır öncesinde Hicaz bölgesinde, Hira dağındaki bir mağarada Muhammed b. Abdullah isimli kişiye, yani Peygamber Efendimiz’e geldiğine inandığımız ve itimat ettiğimiz bir haberle Kur’an’ın Kur’an olduğuna vakıf olduk değil mi? Peki, Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy aldığına bizzat şahit olduk mu? Cibril’le karşılaşıp konuştuk mu? Hayır! Aksine Hz. Peygamber yaşadığı vahiy tecrübesini ilk olarak eşi Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice buna inandı, derken haber yayıldı ve nihayet on beş asır sonra bugün burda Hira’da yaşanan o hadisenin mütevatir haber haline gelmesi sonucunda Kur’an, vahiy, mucize ve nübüvvet gibi meseleleri tartışıyoruz.

 

Şu halde, Hz. Peygamber’in kendi kendine, “Ben rasulüm, bu da Allah’ın kelamı olan Kur’an” demesinin nasıl ispatlanacağı meselesini hiç dikkate almadan, Hz. Peygamber’in bu beyanının ilk olarak peşin iman ve itimattan başka bir yolla doğrulanması imkanının bulunmadığını akılda tutmadan, sanki Kur’an bize bizzat Allah tarafından gönderilmişçesine, ayetler üzerinden nübüvveti ispata çalışmak ne kadar tutarlı bir yaklaşım olabilir? Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu kabul, öncelikle ve özellikle Hz. Peygamber’in gerçek nebi ve rasul olduğuna itimattan geçer. Bu yüzden de Hz. Peygamber’e bigane kalan ve onu dışarıda tutmaya çalışan, buna mukabil sürekli olarak “Varsa yoksa Kur’an” deyip onu ön plana çıkaran yaklaşımı hem tutarsız, hem de gayr-ı ciddi bulduğumu söylemek zorundayım.” (Mustafa Öztürk, “Hz. Peygamber’in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı”, sayfa, 215, 216).

 

Değerlendirme: Kanaatimizce bu sözlerle, Kur’an’ı ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nübüvvetini doğrudan reddetmek yerine mugalata yoluyla, çelişkili beyanlarla zihinlere şüphe atılıyor. Halbuki Kur’an’ın daha ilk sayfalarında, Allah’ın kelamı olduğu ve yol gösterici olduğu konusunda kendisinde hiçbir şüphenin bulunmadığından ve gayba kesin olarak iman eden müminlerin hidayet üzere olduklarından söz edilmektedir. (Bakara, 2/2-5). Müminler, Allah’a imanın gereği olarak Peygamber (s.a.v.)’e ve Kur’an’a iman ederler. Mustafa Öztürk’ün bu mugalatasında ise, güya Peygamber (s.a.v.)’in doğru sözlülüğüne itimat ettiği için Allah’a inanır gibi tersine bir durum anlaşılıyor. Bu da tam değil. Önce Allah ve Peygamber’in inkâr yolu gösteriliyor, sonra da zann ve ihtimal üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.) üzerinden imana kapı aralanmaya çalışılıyor, güya. O zaman, zannımıza göre itimat edilen başka zatların gösterdiği yollara da iman etmek mi gerekir acaba? Ya da daha güvenilir biri çıktığında onun yoluna mı inanmak gerekir? Mesela bir kimse çıkar da “Evrenesoğlu bana daha çok itimat telkin ediyor, görmediğim Muhammed’e inanacağıma (hâşâ), gözümün önünde görüp itimat ettiğim Evrenesoğlu’na güveniyorum” derse, durum ne olacaktır? Böyle mugalata ile iman olmaz. İman, Allah’ın verdiği akıl ve iradeyle, Kendisi’ne, Kitab’ına ve Peygamber’ine mutlak teslimiyet ve kesin tasdikle olur.

 

5) “KUR’AN’IN TARİHSEL BİR HİTAP OLUŞ KEYFİYETİ” BAŞLIKLI MAKALESİ

 

Mustafa Öztürk, İslami İlimler Dergisi, Yıl 1, Sayı 2, Güz 2006, sayfa 59-77 aralığında yer alan makalesinde de akıllara durgunluk verecek sakat fikirler ileri sürüyor. Şöyle ki:

 

· Kur’an’ın ahkam ayetlerinin tarihsel olduğunu, bunların evrensel olmadığını, Kur’an’ın sadece kendi çağına hitap ettiğini ve Arap adeti üzere indiğini, Arap adeti üzere gelen hükümlerin bugüne taşınamayacağını (s. 59 ,60, 64, 66, 76), Kur’an’ın, sadece ilk dönem Müslümanlarının sorunlarını halletmek için indiğini (s. 72) ifade etmektedir.

 

· Kur’an’ın şanını yücelme amacıyla da olsa, tarihsel örnekleri evrenselleştirme adına anlam düzeyinde tahrifin çok yanlış olduğu söylemektedir. (Bundan şu da anlaşılır: Kur’an’ın güya tarihsel hükümlerine evrensel demek, Kur’an’ı tahriftir hâşâ!).

 

· Kur’an’da sadece ahkâm ayetlerinin değil, ahiretle ilgili bütün tasvirlerin de tarihsel olduğunu (s. 60), meselâ, cennet ve cehennem tasvirlerinin (s.70), bazı ahlaki hükümlerin (s. 74) ve hatta tevhid inancına ilişkin bazı Kur’an ifadelerinin bile (s. 60) tarihsel olduğunu ileri sürmektedir. Bu bağlamda, Kur’an hakkında savunulan evrensellik söyleminin, gerçekte sloganik bir söylem olduğunu, bunun sahici bir değerinin olmadığını söylemektedir (s. 61).

 

· Kur’an’da yer alan savaş, haram aylar ve hilalin halleri ile ilgili ayetlerin yanı sıra, nikah, talak, zıhar, lian, iddet, süt emme süresi, kısas, kasâme,  ve bayanların özel halleri (hayız) gibi konuların da tarihsel olduğunu ifade etmektedir (s. 63,72, 76).

 

· Kur’an’daki -güya- tarihsel hükümleri evrensel yoruma zorlamanın, Kur’an’a şiddet uygulamak anlamına geldiğini ifade etmektedir (s. 65).

 

· Ahkâm ayetlerinin evrensel olduğunu kabul etmeyi, “kraldan çok kralcılık” olarak nitelemektedir.

 

· Kur’an’ın, gelecek nesillerin birebir (tikel) sorunlarına çözüm sunmak için gelmediğini (s. 72), Müslümanların, Kur’an’daki hitabın değil, mesajın muhatabı olduğunu, yani, Kur’an’ın bir konuya ilişkin açık hükümlerinin Müslümanı bağlamadığını, Müslümanın, sadece o hükümlerden genel olarak anlaşılacak mesajla sorumlu olduğunu belirtmektedir (s. 64). (Bu maddede ileri sürülen fikirlerin aynısını Mehmet Görmez ve M. E. Özafşar da savunmaktadır. Tarihsellik zaten vazgeçilmezleri).

 

· Öztürk’e göre Allah, -güya- zihinlerde Araplara anlatabilmek için, sınırsız güç ve iktidarın timsali olarak krala benzetilmiştir (!). Ona göre, Kur’an’da Allah’ın güçlü gösterilmesi de tarihselmiş (!). Ona göre Kur’an’da Allah’ın zatı, elinden yüzünden, tuzak kurmasından ve intikamından bahsetmekle nesnelleştirilmiştir (s.67, 69). (Güya cisme veya insana benzetilmiştir). Bunlar da tanrı hakkında insanlarda var olan iptidai düşünce biçimiymiş (s.69).

 

· Kur’an’da tartışmaya konu olan sorunlu ibarelerin bulunduğunu ileri sürmektedir (s.62).

 

· Öztürk, sahabeden bahisle de bizim vazifemizin, sahabenin faziletine sahip çıkmak olmadığını, aksine vazifemizin, faziletli yaşam sergilemek olduğunu ifade etmektedir (s. 64). (Bu yaklaşım, sahabeyi kirletmenin dolaylı bir yöntemidir.)

 

6)NAMAZ VE ABDESTTEN SÖZ EDEN VİDOSUNDAKİ İFADELER

 

Mustafa Öztürk'ün, (https://m.youtube.com/watch?v=JPMNAeKHipk#) linkinde yer alan vidosunda ifade edilen bazı sakat görüşleri şöyledir:

 

a)"Miraç yoktur, bir kurgudan ibarettir. Miraca inanmıyorum kusura bakmayın." (Fazlurrahman'la aynı görüşte). 

 

b)"Namaz 2 ya da üç vakittir. O da iki rekâttır. Belli bir kılınış şekli ve vakti yoktur. Peygamber bunu kendisi zamanla olgunlaştırmıştır. Cemaatle namaz diye de bir şey yoktur, asıl olan bir araya gelmek/toplanmaktır."

 

Mustafa Öztürk’ün, yazılı ve sözlü, İslam itikadına aykırı daha tonlarca söylemi vardır. Fikirlerini tanımak için bu kadar örneğin yeterli olduğunu düşünüyoruz.

 

7) MUSTAFA ÖZTÜRK'ÜN CANER TASLAMAN HAKKINDAKİ YENİ VİDOSU

 

Ekte linkini verdiğimiz vidoda Mustafa Öztürk, -sözde-Caner Taslaman ve benzerlerini tenkit ediyor ve -sözde- geçmiş ulemayı da savunuyor… (Vido için bkz: https://youtu.be/tVNO60SccQ0 ).

 

Ancak bunun bir oryantalist taktiği olduğu kanaatindeyiz. Caner’le Öztürk’ün, aslında farklı düşüncelere sahip olduklarını düşünmüyoruz. Yukarıdaki görüşlerine bakarsanız, mahiyet olarak çok farklı olmadığı fark edilir. Fetöcülerin, Kur’an İslamcılarının, mealcilerin, tarihselcilerin ve Fazlurrahmancıların ve hatta Şia’nın ortak paydaları, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabeden gelen süzülmüş birikimin eseri olan Ehli Sünnet inanç ve anlayışını, güya “köhnemiş” ve “köhneleştirici” görmeleridir. Bu yüzden her biri aynı yolun yolcuları olarak, adeta aralarında görev taksimi yapmışçasına İslami ilimler ışığında ortaya konan bu birikimi yok etmeye çalışmaktadırlar. Sanki beraberlikleri yokmuş ve farklı ekollerdenmiş gibi de bir görüntü sergileniyor ki, birinin pabucu dama atıldığında, ötekileriler de bundan etkilenmesin.

 

Dolayısıyla Mustafa Öztürk’ün bu beyanatının, son günlerde yıpranan Caner Taslaman’ı tenkit eder görüntüyle, onun üzerinden prim yapma gayretiyle verildiğini düşünüyoruz. Bir bakıma vidoda Öztürk, “ben ondan değilim” demek istemektedir.

 

Bu söylediklerimiz, asla bir niyet okuma değildir. Mustafa Öztürk’ün, yukarıda belirttiğim çok vahim fikirlerine dayanarak elde ettiğim verilerdir.

 

Bilindiği gibi müsteşrikler, çok önemli bir zehiri, belki 100 doğrunun arasına sıkıştırıp kitaplarında yutturmaya çalışırlar. İşin ehli bunları fark ederse de konunun mütehassısı olmayanların bunu fark etmesi zordur.

 

Yukarıda linkini verdiğimiz vidoda yer alan Mustafa Öztürk’e ait iki cümleyi özet olarak dikkatlerinize sunmak isteriz:

 

1) Kendisinin kitabını okumadan, ona selam vermeden, onunla çay içmeden kendisini sapıklıkla suçlayanlar için şu bedduayı yapıyor: "Allah sizin belanızı versin o zaman! Bu Müslümanlık, size beni sapık kıldıracak kadar seviyeli iyi Müslümanlık buysa, o Müslümanlığın da Allah belasını versin!.."

 

2) Zemahşeri ve Fahreddin Razi bağlamında geçmiş alimlerle ilgili olarak, “o bilginin hepsi yanlış olsa, canım önemli değil, o kadar yanlış bilgin var mı senin? Yok!”

 

Bu düşünceleri kısaca değerlendirecek olursak: Birisinin yanlış tutumu varsa, bunu Müslümanlık mı sapıttırmış olur acaba? Bu nasıl saçma bir söz böyle? Hem de bir Tefsir Profesörünün ağzından… Hangi şarta bağlanırsa bağlansın, Müslümanlığa bela okumak, apaçık Allah'ın dinine sövmedir (haşa!) ve küfürdür. Ancak onun burada kasdettiği, onu suçlayan İslami anlayıştır, bela okuduğu da onun düşüncelerini tenkit edenlerin dayandığı İslami anlayış ki bu Hz. Peygamber ve sahabenin yolu Ehli Sünnet’tir. Yukarıdaki örnekleri görüyorsunuz.

 

İkinci maddede belirttiğimiz ifadede de “yanlış” bilgilerin de bir bakıma önemli ve kıymetli olduğuna işaret ediyor. Bundan maksat nedir bilmiyoruz?.. Ancak bu ifadeden, “bilgili olun da gerisi önemli değil, velev ki yanlış olsun” anlamı çıkmakta. Halbuki yanlış ve sapık bilgi, cehaletten daha kötüdür. Fatiha suresinin son ayetlerinin tefsirinde bu hususla ilgili hadisi şerif ve tabiun sözlerine yer verilir. İlmin maksadı hakka götürmektir.  Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.), bırakın yanlış ilmi, faydasız ilimden bile Allah’a sığınmış ve bu tavrı bize öğretmiştir.

 

Bu sakat ifadeler, epeyce doğrunun arasına yerleştirilmiş, İslam itikadını ve geçmiş ulemayı yerle bir eden, onlara bela okuyan bir usturuplu saplamalardır. Öyle ki, bu vidoyu beğenen iyi niyetli hocalarımız dahi olabilir…

 

         8) MUSTAFA ÖZTÜRK'ÜN KARAR GAZETESİ’NDE YAYINLANAN CEMAATLER ALEYHİNE YAZILARI

 

Her şeyden önce kendimin, herhangi bir cemaate mesup olmadığımı ifadeyle söze başlamak isterim. Bu hususla ilgili olarak Mustafa Öztürk’ün, Karar Gazetesi’nde yayınlanan iki yazıdan bahsetmekle yetineceğiz.

 

 a) Karar Gazetesi'nde yayınlanan 01.10.2016 Cumartesi tarihli "Cemaatlerin Ortak Arızaları" başlıklı yazısı (http://m.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/cemaatlerin-ortak-arizalari-2241)

 

            Mustafa Öztürk bu yazısında, Fetöcülük vahşetinden hareketle, kimin ne yaptığını ayırt etmeden, tüm İslami cemaatleri, karalama yoluna gitmektedir. Cemaatlerin tamamını, “mankurtluk” ve “haşhaşilik”le de suçlayan Mustafa Öztürk’e göre cemaatler; ilahiyatlarda karma eğitime karşı çıkıyormuş, dinî alanda yazıp çizen meşhur ilahiyatçılara sapkınlık isnad edip nefret diliyle onları ötekileştiriyor, iftira ve karalamayla saldırıyorlarmış. Fetö’nün kalkışması dışında cemaatler, Devlete karşı da sinsi bir pozisyon yürütüyorlarmış…

 

Mustafa Öztürk’ün bu ifadelerinden, Yahudilerin, anasınıfından itibaren yasakladıkları karma eğitime karşı çıkmanın da suç olduğunu (!) anlıyoruz… 

 

Yazıdan bazı örnekler:

 

“…Bu itibarla Hâşhâşîlik ve mankurtluğun FETÖ’ye mahsus bir arıza olmadığı açıktır.”

 

“Yine cemaatler ikbal ve istikbal vaat etmeyen bir siyasi partiye yanaşmanın “enayilik” olduğu yönündeki ortak bilinçle de maruf olup birçok cemaat siyasi havayı iyi koklama hususunda kendilerinden beklenenin fevkinde üst düzey bir performansa sahiptir.”

 

“Siyasetle ilgilenmiyormuş gibi poz vermek ve fakat desteklenen parti iktidar olur olmaz siyaset meydanının ortasına dalıvermek, daha açıkçası bakanlıkları paylaşmaktan İlahiyat Fakültelerinde karma eğitime karşı çıkmaya kadar birçok konuda siyaset ve hükümete ayar vermeye çalışmak, hatta holdingleşme düzeyinde dünyevî işlerle meşgul olmak cemaatlerin huy ve alışkanlık haline getirdikleri bir diğer ortak özelliktir."

 

“FETÖ’nün 17-25 Aralık’ta hükümete, 15 Temmuz darbe girişimiyle devlete meydan okuması müstesna, hemen hemen tüm cemaatlerde devlet ve hükümetle didişmemek, devletle ilişkide uslu çocuk gibi tavır sergilemek genel bir ilkedir. Ancak bu ilkenin asıl anlam içermesi sinsiliktir.”

 

“Tüm cemaatler “ayranım ekşi” dememeye ve kendini seçkin görmeye yeminli gibidir. Bu yüzden her bir cemaat tek hakikatçi bir dille konuşmayı pek sevmektedir. Bu durumun özellikle Ehlü’s-Sünne ve’l-Cemâa tabirindeki cemaat kelimesinin işaret ettiği kapsayıcılık ve kuşatıcılığı lağvedip bunun yerine ayrışma, kamplaşma ve gettolaşma pratiğini ürettiği şüphesizdir.”

 

Cemaatlerde Ehl-i sünnet itikadına sadakat esastır. Ancak bu söylem düzeyinde kalan bir esastır. Şöyle ki Ehl-i sünnet itikadında masumiyet sadece peygamberlere mahsus bir özelliktir. Kaldı ki peygamberlerden zelle denilen ufak hatalar da sadır olabilir. “Hatasız kul olmaz” diye özetlenebilecek Sünnî itikada rağmen herhangi bir cemaatin kendi liderinden hata sadır olduğunu açıkça dillendirdiğine tanık olmak pek mümkün değildir. Bu bakımdan cemaatlerdeki karizmatik lider anlayışının Sünnîlikten ziyade, Şiîlikteki masum imam doktriniyle örtüştüğünü söylemek gerekir.”

 

b) Mustafa Öztürk’ün Karar Gazetesi’nde 15.10.2016 Cumartesi tarihinde yayınlanan “Cemaatlerin Cennetinde Yaşamak” başlıklı yazısı (http://m.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/cemaatlerin-cennetinde-yasamak-2349).

 

Bu yazısında Mustafa Öztürk, tüm cemaatleri, yine bir ayırıma girmeden, isnad ve yakıştırmalarıyla "Batiniyye" fırkasına benzetmektedir ki, bu fırkanın İslam itikadıyla bağdaşır hiçbir yanı yoktur.

 

Makalede Öztürk, “bir cemaate mensubiyet çerçevesinde dinin belli bir yorumunu benimsemek ile futbol takımı taraftarlığı arasında ciddi bir tutum farkı bulunmadığını” da ifade etmektedir. Bu bağlamda Öztürk, “cemaatlerin kendi sivil alanlarına çekilmeleri, özellikle devlet kurumlarına tasallut etmemeleri, siyasi iradeye karşı baskı grupları oluşturup köpürtülmüş oy potansiyellerini koz olarak kullanarak siyasetten pay kapmak gibi mülevves işlerle iştigalden vazgeçmeleri gerektiğini”ne de temas etmektedir.

 

İnsan unsurunun olduğu her yerde hata olabilir. Bünyesinde “hata” bulunan bir bütünü, o hatadan dolayı alıp çöpe atmak veya o bütünü yok etmek mantıklı bir tutum olmasa gerektir. Aynen, bedenindeki bir arızadan dolayı bir kimseyi veya o organı yok etme yöntemine başvurulmadığı gibi. Cemaatler, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında, Dinin kökünden kürünüp atılmak istendiği dönemden beri, bu millete dinin özünü koruma güzelliğini bahşetmiş yapılardır. Tarih boyuna da özellikle tasavvufi yapılar, İslam tarihi içerisinde var ola gelmiştir. Bu yapılar, her dönemde devlete köstek değil, destek vazifesi görmüşlerdir. Hatta tarihte Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi, çağ açıp çağ kapayan büyük Devlet adamlarımızı da yetiştirenler de bu yapılardır. Bunun yanında tüm tebanın ahlaki eğitimiyle de ilgilenerek, siyasi otoriteden önemli bir yükü kaldırmışlar ve “iyi vatandaş” yetişmesinin en önemli amili olmuşlardır.

 

Kabul edilir ki, birilerinin, halkı başıboş, dini sapkın anlayışlara sevketmenin önündeki en büyük engel de cemaatlerdir. Çünkü Ehli Sünnet görüşüne saygılı insanlara sapkın anlayışları yerleştiremiyorlar, onlar karşısında yoğurtları tutmuyor. Tarih boyunca misyonerler bu sıkıntılarını kitaplarında dahi yazmışlardır. Zira tesbihte dizili boncuk tanesini sinekler yuvarlayamaz…

 

Bu bakımdan cemaatlere saygılı olmak zorundayız. Ve bu bakımdan, dinine ve devletine sadık dini cemaatler boy hedefi olarak değil, toplumun vazgeçilmez bir değeri olarak görülmelidir. Öyleyse, bu nitelikteki dini cemaatleri Batıniliğe ve Feto’ya benzetmek, onları mankurt olarak nitelemek, haşhaşilik ve sinsilikle suçlamak, pek de iyi niyetli bir yaklaşım olmasa gerektir. 15 Temmuz meş’um ve alçak kalkışmasından sonra birilerinin, Fetö’ye kıyasla Hükümetimizi, Ehli Sünnet toplulukları yok etmeye kışkırttıklarını biliyoruz. Bu durum, Devlet ve Hükümet için en büyük tuzaklardan birisi olmaktan başka bir şey değildir. Şükürler olsun bu tehlike, Hükümet ve Devlet adamlarımız tarafından da çoktan fark edilmiştir.

 

İşin en garip tarafı ise, “Karar Gazetesi” gibi bir medya organında bu tür yazıların yayınlanmasıdır…

 

MUSTAFA ÖZTÜRK VE MEHMET GÖRMEZ İLİNTİSİ

 

Mustafa Öztürk’ün kitaplarının pek çoğunun, Ankara Okulu, Diyanet İşleri Başkanlığı ve TDV/Kuramer tarafından basıldığını görüyoruz. Bazı kitapları da Türkiye Diyanet Vakfı Matbaası’nda basılmış. Örneğin, yukarıda sakıncalı fikirlerini verdiğimiz, “Kıssaların Dili” kitabı, Ankara okulu yayınları olup, TDV Matbaasında basılmıştır. Bilindiği üzere Ankara Okulu, Fazlurrahman ve genelde bu düşüncedeki kitapları yayınlayan “tarihselci” zihniyete sahip bir yayın kuruluşudur. İnternet sitesinde yer alan bilgiye göre Ankara Okulu, Mustafa Öztürk’e ait yayınladığı 23 adet kitabın şu gün itibariyle (Haziran/2017) dağıtımını yapmaktadır. “Kur’an’ın içerisinde çağa, akla ve mantığa uymadığı gerekçesiyle çıkartılması gereken ayetler olduğunu” ileri süren İlhami Güler’e ait yayınladığı 15 eserin de şu anda dağıtımını yapmaktadır. (http://www.ankaraokulu.com/mustafa-ozturk_20-4357).

 

Ankara Okulu’nun, düşünce ve yönetimi bakımından eski “İslamiyat” Dergisiyle kardeş bir kuruluş olduğu herkesçe bilinmektedir. Ankara Okulu yayın kuruluşunun yönetimini oluşturanlar, Mehmet Görmez’in fikir arkadaşlarıdır. M. Görmez, M. E. Özafşar, Bünyamin Erol, Yavuz Ünal gibi Diyanet yönetimindeki zevatın yanı sıra, İlhami Güler gibi kişilerin, eski “İslamiyat” Dergisi yönetimini oluşturdukları dergi sayılarında kayıtlıdır. Mehmet Görmez, bu  derginin hem yayın kurulunda yer almış hem de uzun yıllar Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmüştür.

 

Son yıllarda bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Mustafa Öztürk’ün ve İlhami Güler’in, Diyanet TV programlarında sıkça konuk edilmesi ve Mustafa Öztürk’ün Tv programlarının kitaplaştırılması, ayrıca, Diyanet/TDV ilintili “KURAMER” tarafından da kitaplarının basılması, dikkati çeken bir durumdur.

 

Bununla da kalmayıp, Mustafa Öztürk, Diyanet’te resmi bir görevi olmamasına rağmen Diyanet’in çoğu ilmi ve stratejik toplantılarına katılmakta ve bu toplantılarda önemli rol üstlenmektedir. Öyle ki toplantılarda, DİYK üyeleri dâhil Diyanet’in en üst görevlerindeki şahısları dahi azarlayabilecek ve hakaret edebilecek derecede baskın role sahiptir. Diyanet yetkililerinin bu durumdan şikâyetçi oldukları da bilinmektedir.

 

İşin en vahimi ise, tarihselci anlayışa sahip Diyanet üst yönetiminin, oldukça da takdir toplayan mevcut DİB mealini ortadan kaldırmak amacıyla, tarihsellik anlayışıyla yeni bir meal yazmak için oluşturduğu “MEAL ÇALIŞTAYI”nın başına Mustafa Öztürk’ü getirmesi. Bu plan aleyhine bazı girişimler yapılmasaydı, Mustafa Öztürk başkanlığında yeni Diyanet Meâli çoktan basılmıştı. Şikâyetler üzerine şimdilik çalıştay dondurulmuş vaziyette bekliyor…

 

Medyada yer alan haberlere göre, Mehmet Görmez ve Mustafa Öztürk’ün bir başka ilintisi de, günümüzde Kur’an’ın onda birinin geçerli olduğunu her fırsatta işleyen Ömer Özsoy’un başında bulunduğu Frankfurt İslam Teoloji Bölümü tarafından Düzenlenen Kur’an Sempozyumu yolculuğudur. Adı geçen Teoloji Okulu, başlangıçta TDV imkânlarıyla bizzat Diyanet İdaresi tarafından kurulmuş ve başına da Görmez’in İslamiyat ve Ankara Okulu’ndan arkadaşı Ömer Özsoy getirilmiştir. Şikâyetler üzerine son yıllarda bazı statü değişikliklerine gidilmiş, ancak bölüm, faaliyetlerine daha güçlü bir statüyle doludizgin devam etmektedir.

 

Basında yer alan bilgiler göre: 05-07 Haziran 2008 tarihleri arasında Frankfurt’ta, “İslam'ın Manevi Mirası: Günümüzde Kuran” konulu bir sempozyum tertiplenmiş. Sempozyum, Ömer Özsoy’un görevlendirildiği Goethe Üniversitesi “İslam Dini Vakıf Profesörlüğü ve İslam Araştırmalarını Teşvik Topluluğu (GEFIS)” üzerinden yürütülmüş. Sempozyuma, İsrail’den ve Avrupa’nın muhtelif yerlerinden ünlü oryantalistlerin katılmış. Medya kaynaklarına göre sempozyumda, “Kuran’ın onda birinin geçerli olduğu, geri kalanının ise tarihsel olduğu, Kur’an’ın ebediyen geçerli olmadığı ve evrensel olmadığı, Kur’an’ın ilk asırda yazılı metin olmadığı ve Kur’an’ın, Süryani-Hıristiyan unsurlarla dokunmuş olduğu” temalarına yer verilmiş. Aynı basın kaynaklarına göre, zamanın Dış İlişkilerden Sorumlu DİB Bşk. Yardımcısı Mehmet Görmez’in de aralarında bulunduğu Yasin Aktay, Mustafa Öztürk, İlhami Güler ve Burhanettin Tatar’dan oluşan bir heyet sempozyuma Türkiye’den iştirak etmiş. Mehmet Görmez ayrıca, sempozyum açılış konuşmasını da yapmış. (Bkz.http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-674/_nr-226/i.html; http://en.qantara.de/Koran-Studies-under-Scrutiny/8085c8154i1p164/index.html; http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php?wc_c=674&wc_id=94; http://www.uni-frankfurt.de/fb/fb09/islam/forschung/symposien/symposium2008.html; http://www.timeturk.com/tr/2008/07/22/cizvit-papazi-korner-den-tarihselcilere-elestiri.html#.VRH2HE05lfw; http://www.islamvehayat.com/yazdir.php?haber_id=1673; http://www.timeturk.com/tr/2008/07/22/cizvit-papazi-korner-den-tarihselcilere-elestiri.html#.VRH2HE05lfw; http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=5808.http://www.tumgazeteler.com/?a=3925522; http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-678/_nr-14/i.html; https://ebubekirsifil.com/hangi-diyanet/; http://www.evangelisch.de/inhalte/101383/27-08-2010/frankfurter-islam-studien-betonen-die-theologie; http://www.evangelisch.de/themen/religion/frankfurter-islam-studien-betonen-die-theologie22277; Milli Gazete, 10 Nisan, 2010; http://www.tumgazeteler.com/?a=3925522).

 

Gerek Ömer Özsoy’un kendisi tarafından yabancı basına verilen röportajda, gerekse Yasin Aktay’ın 16.06.2008 tarihli Yeni Şafak’taki yazısında, Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde Prof. Ömer Özsoy başkanlığındaki İslam Kürsüsünün, 2003 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı ile iş birliği içinde kurulduğu belirtilmektedir. (Bkz. http://www.yenisafak.com/yazarlar/yasinaktay/almanyada-islam-ve-oryantalizmin-etkileimi-11433; (http://www.evangelisch.de/inhalte/101383/27-08-2010/frankfurter-islam-studien-betonen-die-theologie).

 

DİB Başkanı Ali Bardakoğlu’nun, 27.02.2008 tarihinde Anadolu Ajansı’na yaptığı basın açıklamasında da aynı hususa temas edilmiştir. Bu basın açıklaması, Diyanet sitesinde de 28.02.2008 tarihinde yayınlanmıştır.

 

Basında yayınlanan Ömer Özsoy ve Diyanet ilişkisine dair eleştirilerden sonra, yukarıda kaynak olarak gösterilen bazı linklerin silindiği gözlemlenmiştir. Ancak konu ile ilgili çok sayıda medya haberi tarafımızca önceden kopyalanmış ve dökümü alınmıştır. Bu haberler doğru mudur, bilemiyoruz. Ancak bu kadar önemli iddialar hakkında, özellikle töhmetleri gidermek açısından ilgililerin bir açıklama yapmalarının faydalı olacağı düşüncesindeyiz.

 

Bu yazıyı kaleme aldıktan sonra Mustafa Öztürk'ün, Kur'an'ın Dili ve Retoriği" adlı kitabın kapağı içerine yapıştırdığım bir notu yeni gördüm. Zaten kitabı da bu bilgiyi aldıktan sonra, vahim iddiaları “ayne’l-yakin” olarak görmek için satın almıştım. Notun içeriği Mehmet Görmez’in, Mustafa Öztürk ilgisini yansıtan bir olayı konu almaktadır.

 

Notta yer alan bilgi şöyledir:

 

"Mustafa Öztürk, Görmez'in Dini Yayınlardan sorumlu Başkan Yardımcısı olduğu döneminde, işbu kitabını, inceletmek üzere Diyanet'e yollamış. Görmez yönetimindeki o zamanki Dini Yayınlar Dairesi, o günkü mevzuat gereği kitabı incelenmesi için DİYK'na gönderilmiş. Kitabı incelenmek üzere DİYK Uzmanı Şemsettin Ünal görevlendirilmiş. Bu sırada, Başkan Yardımcısı Görmez, kitap hakkında olumlu rapor verilmesi için Kurul'a baskı yapmış. Diyanet'e bu surette gelen kitap üç maksatla gönderilir. Mümkünse yayınlatmak, değilse yayınlanmışını satın almak, o da mümkün değilse tavsiye kararı aldırtmak. Bunun için, eski kanuna göre kitap zorunlu olarak DİYK'na gönderilir. Bu iddianın, Kurul Uzmanlarından şahidi vardır. Kitabın kurula girdiği ve raporlandığı da kurul sicilinde kayıtlıdır. Kanaatimiz o dur ki, kitapta, ileri düzeyde gavurluk olduğu için, baskı da olsa olumlu rapor verilemeyeceğini sanıyorum.

 

 VE SON BİR NOT 

 

Alınan duyumlara göre Mustafa Öztürk, Mehmet Görmez'in referansıyla Külliye’nin huzur derslerinin önemli katılımcılarından biri olmuştur. Aynı duyumlara göre 15 Temmuz’dan sonra Mustafa Öztürk’e hazırlatılan “Fetö Raporu”, kendisi hakkında iyi algı oluşturmak amacıyla Külliye’ye takdim edilmiştir. Bu surette Mustafa Öztürk hakkında, kanaatimizce değerli bir ilahiyatçı imajı oluşturulmuştur. Halbuki asıl yüzü saklanmaktadır. Bu yüzden olsa gerek ki, Adana İlahiyat’tan, İstanbul Marmara İlahiyat’a transferi sağlanmıştır. Görmez kendisi görevden ayrılırken, fikri yakınlığı dolayısıyla Öztürk’ü DİB Başkanlığına lanse edebileceği konuşulmaktadır. Aradaki sıcak temas ve yakınlık, bu düşünceyi desteklemektedir. Bu bakımdan Mustafa Öztürk’ün bu denli sakat fikirlerinin açığa çıkarılmasını kamu yararı açısından elzem görüyoruz. Devlet büyüklerimizin yoğun ülke sorunları içerisinde kişileri her yönüyle tanımalarının mümkün olmadığı açıktır.

 

Selam ve Saygıyla arz olunur. 25.05.2017

Güncelleme: 25.07.2017

 

Dr. Ahmet GELİŞGEN

 

Not: İslamiyat Dergisinin 2007 Yaz ayları sayısında yer aldığına göre, M. Emin Özafşar, Dergi’nin Genel Yayın Yönetmenidir. A. Hadi Adanalı, Süleyman Bayraktar, Ali Dere, Bünyamin Erul, Mehmet Görmez, İlhami Güler, Şinasi Gündüz, Hayri Kırbaşoğlu, M. Akif Koç, Sönmez Kutlu, M. Emin Özafşar, Ömer Özsoy, Mustafa Öztürk, Mehmet Paçacı, Necdet Subaşı, Osman Taştan, Burhanettin Tatar, Hidayet Şefkatli Tuksal, Mevlüt Uyanık gibi isimler de Derginin yayın Kurulu’nu oluşturmaktadırlar.


ORJİNAL KAYNAK: http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=170#202904055346

Bu haber 7042 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit




DR. AHMET GELİŞGEN

MİSYONER MESAJLARINA DİKKAT!.

MİSYONER MESAJLARINA DİKKAT!. MİSYONER MESAJLARINA DİKKAT!.

Ahmet Gelişgen Hoca Diyanet'e Geri Dönüşü - Takdiri İlahi

Ahmet Gelişgen Hoca Diyanet'e Geri Dönüşü - Takdiri İlahi Gelişgen hoca kendisine birçok haksızlıkların yapıldığı kuruma geri döndü..

(c) 2014 - 2016 Bu web sitemizle biz kesinlikle bir inanca ve kişilere saldırı yapmıyoruz. Bu tamamen inandığımız değerlere, inanca saldıran bir zihniyeti deşifre ve bilgilendirme amacıyla, kaynak ve yorumlara dayalı özgür ifadenin savunulduğu bir web sitesidir. Olmamasını düşündüğünüz sayfa ve nedenlerini bize göndermeniz halinde, değerlendirip gerekli işlemi yapacağımızıda buradan bildiririz. Kaynak göstermek şartıyla alıntılar yapılabilinir! Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine yazılan faydalı yazılar..
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign