SAĞLIK BAKANLIĞI SÜT BANKASI PROJESİNİN
SOSYAL VE KÜLTÜREL YÖNDEN ANALİZİ
A-Dinimizde Süt Hısımlığı Dolayısıyla Oluşan Evlilik Engeli
Süt hısımlığı, İslamiyet’te sürekli evlilik engellerinden biridir. Bu engel, Kur’an-ı Kerim’de, “…sizi emziren sütanalarınız ve sütkardeşleriniz de size (sizinle evlenmesi) haram kılınmıştır” ayetiyle ortaya konmuştur. Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) de “nesepten haram olanlar, sütten de haram olur” hadis-i şerifiyle süt haramlığının boyutunu açıklamışlardır. Bu hadis-i şerif, sütanne ve sütkardeşin yanı sıra, sütbaba, süt dede, sütnine, süt torun, süt dayı, süt amca, süt hala, süt teyze, süt yeğen, süt gelin ve süt damat gibi hısımlar hakkında da süt emmeden oluşan evlilik engelinin bulunduğunu haber vermektedir. Çoğunluk fakihlerin görüşüne göre, bir bebeğin 2 yaş içerisinde emdiği kadının alt ve üst soyu ile bu bebek ve bu bebeğin alt soyu arasında süt hısımlığı dolayısıyla evlenme engeli oluşur. Bundan başka annenin hamileliğine neden olan babanın/erkeğin üst ve alt soyu da bu evlilik engelinin konusudur. Süt hısımlığı dolayısıyla evlilik engelinin oldukça önemli ve girift hükümleri vardır. Konunun uzmanları bile, çoğu kere çizilen bir şema yardımıyla nesepte yer alan fertler arası süt ilişkisini ayırt etmeye çalışırlar.
Dinimizde süt hısımlığı mutlak bir evlenme engelidir. Bu yüzden, yanlışlıkla bile olsa süt akrabasıyla evlenen kimselerin, durumun anlaşılmasından itibaren evliliklerini feshetmeleri gerekmektedir. Süt haramlığının nesep haramlığından farkı, süt hısımı olan erkekle kadının sosyal ilişkiler bağlamında dinen birbirine yabancı (namahrem) sayılmalarıdır. Nafaka, velayet ve miras gibi hükümlerde de nesep hısımlığından kaynaklanan hukuki sonuçlar doğmaz.
Bebeklerin anne sütüyle beslenmesi sağlıklı nesil açısından elbette önemlidir. Bu husus, gerek dinimizde gerekse tıp ilmi tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Ancak, çocuğun anne sütüyle beslenmesi ne kadar önemli olursa olsun, süt nesebini karıştıracak her türlü eylemden kaçınmak zorunludur. Bu yüzden zaruret olmadan çocukların öz anneleri dışındaki kadınlar tarafından emzirilmesi caiz görülmemiştir. Emzirme durumunda ise süt emzirene ve çocuğun yakınlarına hatta topluma, emzirmenin tespitiyle ilgili sorumluluk yüklemiştir.
Süt emme haramlığı, “ikrar” veya “beyyine” ile sabit olur. “İkrar”, evlilik adayı bir erkek ve kadının birlikte veya bunlardan birisinin süt hısımlığını itiraf etmesidir. “Beyyine” ise, çoğunluk fakihlerin görüşüne göre, adaletli iki erkek veya bir erkekle iki kadının şahitliği ile süt hısımlığının sabit olmasıdır. Doktrinde konunun farklı boyutları ele alınmıştır.
Yahudilikte ve Hristiyanlıkta süt hısımlığından dolayı evlilik engeli bulunmamaktadır.
B-Sağlık Bakanlığımız’ın Projesi Kapsamında Konuya Bakış
Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki projesinden anlaşıldığına göre, bebeklerin anne sütünden istifade ettirilmesi doğrudan sütanne yoluyla değil, oluşturulacak “Süt Bankası” yolu ile sağlanacaktır. Doğrudan sütanneden çocuğun emzirilmesinde, zaruret olması halinde emenle emzirenin tespit edilmesi şartıyla hiçbir sakınca yoktur. Ancak, anneden sağılarak saklanmış süt yoluyla da süt haramlığı oluşacağı için, “süt bankası” aracılığıyla bebeklere anne sütü içirmenin birçok mahzurları görülmektedir. Muhtemel mahzurları şöyle sıralayabiliriz:
1-Türk Medeni Kanununda bugün itibariyle süt yoluyla evlilik engeli bulunmamaktadır. 17 Şubat 1926’da mecliste onaylanan ilk Türk Medeni Kanunun 92 ve 112. maddeleri süt akrabaları arasında evliliğin yasaklığı ve butlanıyla ilgiliydi. Meclisten geçen kanun metninin içerisindeki bu maddeler, zamanın Adalet Bakanı Mahmud Esat BOZKURT tarafından keyfi olarak silinerek kanun yayınlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Millet adına işlenen bu hukuk skandalı da o günden bu güne öylece kalmıştır. Hal böyleyken, hastanelerde veya nüfus müdürlüklerinde süt hısımlığı sicillerinin hassasiyette sağlanacağı varsayılsa bile, Medeni Kanuna “süt hısımlığı dolayısıyla evlenme engeli” getirilmeden bu çalışmaların anlamsız kalacağı açıktır. Zira Devletimiz süt emme konusuna bu kadar önem vererek dini hassasiyet gereği olarak hastanelerde ve nüfus kayıtlarında süt sicilleri oluşturabilecekse, % 99’u Müslüman olan bu ülkede süt hısımlığı dolayısıyla Medeni Kanunda evlilik engeli de getirmelidir. “Laik devlette böyle bir düzenleme ne mümkün” denilirse o zaman, yarın birilerinin gelip bugün düzenlenen süt sicili uygulamasının lüzumsuzluğunu veya laikliğe aykırılığını ileri sürerek tamamen ortadan kaldırabileceği de düşünülmelidir. İleride vuku bulabilecek böyle bir tasarrufa kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz. Kanunla çıkartılan hükmün kanunla ortadan kaldırılması, Türkiye’miz şartlarında iktidar/meclis iradesine bağlıdır. Yönetmelikle çıkartılan hükmün ortadan kaldırılması ise bir tek bürokratın (ve ilgili Bakanın) iradesine bağlı olarak çok daha kolaydır. Bu bakımdan günümüz dünyasında mevzuat her zaman değişebilir. “Ayrımcılık getirdiği bahanesiyle nüfus cüzdanlarından din hanesinin kaldırılmasının” teklif edildiği ve bu teklifin bizzat “Diyanet İşleri Başkanı” tarafından yapıldığı bir ülkede, düzenlenecek muhtemel süt sicili uygulamasının da bir anda ortadan kaldırılması her zaman mümkündür. Sonuçta süt bankaları kalır, süt sicili uygulaması ortadan kalkar. Bu takdirde bu işin vebali, süt bankası uygulamasını başlatanların üzerine olur. Zira “kötü bir çığır açana, o çığırdan işlenecek bütün günahların bir mislinin verileceği” Peygamber Efendimiz’in haberidir.
2-Hastanelerde süt kaydı oluşturulmasında maddi ve manevi birçok engelle karşılaşılacağını şimdiden düşünmek zor değildir. Her şeyden önce, demokratik ve laik ülkede her türlü düşünce ve inançta insanların bulunduğunu kabul etmek zorundayız. Bir dine inanan kimsenin prensiplerine, diğer bir dine inanan ya da ateist olan bir kimsenin her zaman hassasiyet göstereceği söylenemez. İnançlara saygısı olmayan veya bir millete kin ve düşmanlığı olan bazı görevlilerce kasten tersine işlemler de yapılabilir. Bunun hiçbir şekilde ispatı da mümkün olmaz. Nitekim yukarıda, süt dinimizde süt hısımlığının tespiti yollarından “beyyine”de, gerekli sayıdaki şahitlerin “adaletli” olmaları şartı getirilmiştir. “Adalet” şartında, dini hükümlere riayetkâr bir hayatın yanında ahlaki seciyeleri haiz bir kişiliğin bulunması da zorunludur. Dün inancı simgeleyen kıyafetlerinden dolayı kötü muameleye ve haksızlığa maruz bırakılan yığınlar dolusu insanımıza şahit olmuşuzdur. Bugün dindar olduğu kabul edilen bir iktidara rağmen maalesef bu muamelelerin devam ettiğini lokal da olsa görmekteyiz. Buradaki hassasiyet, bir yudum sütün diğerine karıştırılmaması ya da hastaneye yolu düşen bir çocuğa birden çok annenin sütünün rastgele içirilmemesi ve süt veren veya sütü içirilen annenin kaydının, süt içen bebekle birlikte güvenli bir şekilde tutulmasıdır. Ailenin sütanne seçiciliğine kayıtsız kalmamak da gerekli hassasiyetler kapsamında yer alır. Kanaatimizce bu işlemler, gerek hastanelerdeki fiziki şartlar itibariyle, gerekse çalışanların iş ortamındaki ruhsal durumu ve dini inanç seviyeleri itibariyle kolay ve mümkün görünmemektedir. Dini hassasiyeti en üst seviyede olan bir görevlinin bile hastane şartlarında bu vazifeyi hakkınca ifa etmesi beklenemez. Zira süt kayıtları nüfus işleri kapsamında işlerdir. Hastane ve görevlisinin vazifesi ise ilgiliye sağlık temin etmek, yerine göre hayat kurtarmaktır. Çoğu kere telaş ve yorgunluk içerisinde yürütülen sağlık hizmetlerinin icrası sırasında, “O kadının sütü müdür?” “Bu kadının sütü müdür?” meselesine yönelmek oldukça zordur. Ailelerin de yapılan hatadan haberdar olmalarının imkânı yoktur. Hiçbir görevli şu konuda hata yaptım diyemez. Zira “kabahat altın kürk olsa kimse üstlenmez.” İçirilen süt zehir etkisi göstermeyeceğine göre bazen de görevli hatayı fark edemez. Evimizde bile bazen çaya şeker yerine tuz attığımız, yemeğe de tuz yerine şeker attığımız vakidir. Bugün en modern ve en merkezi hastanelerimizde bile yıllardır sistemi oturmuş olmasına rağmen bazen hatalı uygulamalara tanık olmaktayız. Alınan kan ve diğer tahlillerin bazen kaybolduğunu, bazen birbirine karıştırıldığını bizatihi görmekteyiz. Bunların yeniden tahlili veya tekrarı mümkündür, ama süt emmenin sonucu hemşire beyanı ve tercihi üzere kalacaktır. Öte yandan haksız kazanç elde etmek amacıyla geçmişte hastanelerde erkeklere bile kürtaj yapıldığı kayıtlarının tutulduğu, SGK tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. Benzer şekilde, ölen bazı kimselerin diri, hayatta olan bazı kimselerinse ölü gösterilerek bazı yanlış uygulamaların meydana geldiğini, 70 yaşındaki ihtiyarların 20 yaşında olduğu iddiasıyla askere çağrıldığını, haciz ekipleri tarafından ilgisiz ve masum insanların evinin kapısı polis nezaretinde kırılarak eşyasının müsadere edildiğini her gün duyabilmekteyiz. Hastanelerde ve diğer kamu kurumlarında böylesi hatalar yapılabiliyorsa, süt bankası uygulamasında da pekâlâ mümkün olabilir. Ameliyat edilen hastaların karnında unutulan makaslar ya da pamuk yumakları da her zaman personel hatasının olabileceğinin somut örneklerindendir. Ne var ki süt uygulamasında vaki olabilecek bir karışıklığın, herhangi bir telafisi ya da tolera şansı bulunmamaktadır.
3-Sağlık Bakanlığımız, sırf Dini kaygılardan dolayı “süt bankası” projesinde hastanelerde ve nüfus dairelerinde bir dizi tedbir ve düzenlemelerin ihdas edileceğini belirtmektedir. Eğer bu mümkünse, bugün itibariyle hastanelerimizde devam eden ve toplumun inanç ve örflerine aykırı olan, bu yüzden çoğu kez tatsız olaylara ve mağduriyetlere sebep olan uygulamalara da bir an önce son verilmelidir. Temel değerlere aykırı uygulamalar hastanelerimizden ya da diğer kurumlardan kaldırılamıyorsa, “süt bankası” uygulamasında vaad edilen tedbirlerin de uygulanabilirliği kuşkulu demektir. Örneğin, üroloji bölümünde bayan bir doktorun erkek hastayı, jinekoloji bölümünde erkek doktorun bayan hastayı muayene etmesi, birden çok dahiliye polikliniğinin olduğu bir hastanede biri bayan diğeri bay olan doktorların bulunduğu polikliniğe, bay bayan hastanın karışık bir şekilde rastgele alınması, toplumum değerlerine aykırı bir uygulamadır. Bu yüzden inançlarını yaşama azminde olan birçok aile, hastanede karşılaştığı doktordan ya da diğer görevlilerden kimliğini, mesleğini vs. çoğu kez gizleme ihtiyacı duymakta, tesettürlü hanımını hastaneye götürmekten imtina etmektedir. Basit kurallarla düzenlenebilecekken bu tür sıkıntıların devam etmesi, bundan daha zor ve karmaşık olacak süt bankası uygulamasında dini hassasiyetin gösterileceği vâdleri hakkında ister istemez kuşku uyandırmaktadır. Eğer bu konuda amaç, insanımıza iyilik etmek ve dindarlık hassasiyetini gözetmek ise, örneğin okullarımızda reşit çağa gelmiş geçlerimiz -özellikle orta öğretimde - haftada bir gün Cuma namazını bile kılmaktan mahrum durumdadırlar. Topluma iyilik ve manevi ihtiyaçlarını teminden söz edilecekse, önce bu türden sorunlar çözülmelidir.
4-Dinimize göre, daha anne karnındaki var oluştan itibaren insanın yediğine içtiğine dikkat etmesi ve boğazından haram lokma geçirmemesi büyük önem arz etmektedir. Duasının nasıl kabul edileceğini soran Sâd b. Ebi Vakkas (r.a.)’a Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.), “lokman helal olsun, o zaman duan kabul olunur” buyurmuşlardır. Diğer bir hadis-i şerifte, “haramdan biten vücud, asla cennete giremez” buyurulmaktadır. Hadis-i şerif, haramla beslenen vücudun, cennetlik/güzel ameller işleyemeyeceğine işaret etmektedir. Kaldı ki insan vücudunun, yenilip içilen her şeyi 40 gün içerisinde dışarı attığı, ama bebeklik çağında alınan anne sütüyle oluşan yapının tamamen vücuttan dışarı atılmadığı ve o sütün vücutta kalıcı etki bıraktığı belirlenmiştir. Tıp ilmi bunun nedenini, bu çağda bebeğin içtiği sütün genler üzerinde kalıcı etki bırakmasına bağlamaktadır. Bu yüzden olsa gerek ki Dinimize göre, kan veya organ naklinin aksine bebeklikte içilen sütle hısımlık oluşmakta ve evlilik engeli doğmaktadır. Bu konuda İslam alimleri, günahkar ve müşrik kadınlardan bebeklere süt emzirtmenin mekruh olduğunu kabul etmektedirler. Hz. Ömer ve Ömer b. Abdülaziz (r. anhüma) gelen haberde Yahudi, Hristiyan ve zinakar kadınların sütünün çocuklara içirilmemesi tavsiye edilmiştir. Muğni’nin kaydında gelen bu ifadelerin devamında şunlar söylenmektedir: “Bu kadınlar zimmet ehli de olsa sütleri kabul edilmez. Çünkü günahkâr kadının huyu süt yoluyla çocuğa geçebilir. Ayrıca süt emen çocuk yarın büyüdüğünde, tasvip edilmeyen bir kadının süt çocuğu olduğu için toplumdan utanır, psikolojik sıkıntıya girer. Ahmak kadınlara da çocukların emzirilmesi mekruh görülmüştür. Çünkü ahmaklık çocuğa geçer, süt huyları değiştirir.” “Ahmak kadınlara çocukların emzirtmekten kaçınılması” konusunda Peygamber Efendimiz’den hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Uzun tecrübeler sonucunda Anadolu’da söylenmiş “helal süt emmiş” gibi tabirlerle, bunun aksi anlamı ifade eden (…) kavramlar bu ifadelerle örtüşmektedir.
O halde, süt bankası uygulamasında bir dizi tedbirle karışımların önlendiği varsayılsa bile kâğıt üzerinde ismi yazılı olan fakat kim ve neci olduğu bilinmeyen bir bayanların sütünün, haram lokma hassasiyetinde olan soylu bir aile bebeğine içirilmesi, manevi etki yönüyle sakıncadan hali değildir. Zaruret halinde her şeyle hayat kurtarmak caizdir, fakat günümüz şartlarında bebeğe kaynağı belirsiz anne sütünü içirmek, çok sayıdaki alternatif yanında zaruret değildir. İslam alimlerinin, öz anne dışındaki helal anne sütünün bile sadece zaruret halinde bebeklere verilebileceğini kabul ettiklerini, aksi halde yabancı annelerin başkalarının bebeklerini emzirmekten kaçınmalarının vacip olduğunu belirttiklerini yukarıda aktarmıştık. Bu bakımdan anne sütünü temin yolunda haram işlenemeyeceği gibi, çocuğun kişiliğini olumsuz etkileyecek haram veya şüpheli gıdaya da tevessül edilmemelidir. “Kaynağı bilinmeyen bir anne sütünün haram olduğu kesin midir?” sorusu karşısında, “şüpheli olanı bırak, şüpheli olmayanı tercih et” hadis-i şerifi aklımıza gelmektedir. Bu konuda daha başka hadis-i şerifler de mevcuttur. Her ne kadar söylemek hoş olmasa da uygulamak veya çocuğumuza yedirip içirmek ondan daha nahoş ve zararlı olduğu için ifade etmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz: Kim olduğu veya nasıl bir hayata sahip olduğu bilinmeyen süt sahibi anne, zinadan çocuk doğurmuş olabilir. Soysuz bir nesepten geliyor olabilir, vs.. Bir Anadolu insanımıza, “çocuğuna toplumsal algılamada hoş karşılanmayan bir bayanın (…) sütünü içirir misin?” diye sorulduğunda, bu soruyu kendisine hakaret kabul eder. Kısaca herkes, çocuğuna hayatını bilmediği rastgele bir annenin sütünün içirilmesini istemez. Bu duygu ve düşüncede olan ailelere istekleri dışında bir uygulamayı diretmek ise haksızlık olur. Hastanelerde böyle bir uygulamanın başlaması halinde bebeğine başka bir anne sütü içirilmediğinden kimse emin olamaz. Çünkü hastane ortamında genellikle kolay, pratik ve sağlıklı olan tercih edilir. “Annenin kim olduğu kaydedilecektir” denirse de kâğıt üzerinde ismi yazılı insanın hayatının ne şekilde olduğunun bilinmesi mümkün değildir. Kaldı ki, sütanne kayıtlarının da toplanan anne sütlerinin de karıştırılma riskinin yüksek olduğunu yukarıda belirtmiştik.
5- Erken doğan çocukların anne sütü olmadığı için kaybedildikleri vs. nedenlerle - yukarıda açıkladığımız sakıncalar göz ardı edilerek- mutlaka anne sütü içirilmesi düşüncesi isabetten yoksundur. Anne sütü meşru yollarla ve meşru şartlarda içirilebilecekse elbette tercih edilir. Değilse bu güne kadar olduğu gibi alternatif gıdalarla da ihtiyaç giderilebilir. Zira anne sütü içen çocuğun yaşam garantisi olmayacaktır. Yaratan, yaşatan, erken doğumu takdir eden ya da öldüren Allah olduğuna göre, insan elinden gelen meşru tedbirleri aldıktan sonra sonucu Allah’a bırakır. Meşru önlemler alındıktan sonra, Allah’ın takdiriyle alakalı alanda suyu tersine akıtmak için dini meşruiyet sınırları dışındaki tedbirlere başvurmak, kula yakışmadığı gibi sonucu da değiştirmez. Allah’ın takdiri olarak ölüm her yaşta vaki olabilir.
6-Dini hassasiyetin gün geçtikçe etkisini kaybettiği günümüz dünyasında, Anadolu’muzda birbirini yakinen tanıyan yakın çevreler arasında çok az sayıda meydana gelen süt akrabalıklarında dahi gereken hassasiyetin gösterilmediğine bizzat şahit olmaktayız. Bazı ailelerin bilerek ya da bilmeyerek süt akrabalığına rağmen evlendiklerini, çoluk çocuğa karıştıktan yıllar sonra pişmanlık içerisinde büyük bir yıkımla fetva makamlarına çözüm için başvurduklarını görmekteyiz. Bazen de birbirine sırılsıklam âşık olmuş ama aralarında süt haramlığı bulunan iki gencin, evlilik arzusundan vazgeçmeleri için aileleri tarafından zorla fetva makamlarına getirildiklerini görmekteyiz. Ama ne mümkün! Bu şekilde aralarındaki süt hısımlığını bildikleri halde maalesef birbiriyle evlenen dindar aile çocukları tanımaktayız. Bundan dolayı, “süt bankası” uygulaması yaygınlaştığı takdirde böylesi hadiselerin sayısında da artış görülecektir. Kaldı ki süt emen çocuklar yakın çevrelerde genelde kardeşçe iç içe yaşamaktadırlar. Bu ünsiyet, akrabalık duygusuyla süt akrabası cinsler arasındaki ilgiyi köreltebilmektedir. Birbirinden uzak ya da süt hısımlıktan habersiz yaşayan gençler arasındaki oluşabilecek aşk tutkusu bir yabancı kadar güçlü olabilir. Öte yandan, bugün dindar olmayan bir kimsenin yarın iyi düzeyde bir dindarlığa sahip olmayacağını kimse söyleyemez. İstisna denecek azlıkta meydana gelen süt akrabalıklarında birbirini tanıyan çevreler içerisinde bile karışıklıklar ortaya çıkıyorsa, ülke çapında devlet eliyle bu iş yaygınlaştırıldığında her şey birbirine karışabilir. Kaldı ki süt hısımlığın, sadece sütanne ve sütkardeşten ibaret olmadığını, sütbaba, süt dede, sütnine, süt torun, süt dayı, süt amca, süt hala, süt teyze, süt yeğen, süt gelin ve süt damat gibi boyutlarının da bulunduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu bakımdan ailede ve toplumda çözülmeye ve bunalıma yol açacak karmaşık ve tehlikeli uygulamalardan uzak durmak, dini ve kültürel değerleri korumak açısından son derece önem arz etmektedir.
7-Süt bankasında saklanacak sütler, hiçbir zaman annenin doğrudan emzirmesi durumundaki sütün değerinde olmayacaktır. Süt bankasında saklanan süt, çocuğa içirilmesi sırasında ister istemez ısıtılacaktır. Isıtılan sütün doğrudan emzirmedeki vücut ısısı değerinde ayarlanması mümkün olmadığı gibi, sonradan ısıtma sırasında bazı minerallerini kaybetmesi de mümkündür. Bunun yanında, saklama sırasında koruma amacıyla süte bazı katkı maddeleri de eklenebilir. Bazen de saklanan süt, sterile özelliğini kaybederek çeşitli bakterilere maruz kalarak zehirleyici bir etkiye dönüşebilir. Kısacası, doğumdan itibaren ilahi bir yaratılışla, çocuk için her geçen gün farklı bir kıvamda ve farklı bir kimyasal yapıda salgılanan anne sütünün, süt bankasında bu özelliğini ve güncelliğini koruması mümkün beklenemez. Erkek çocuk doğuran bir annenin sütünün özgül ağırlığının, kız çocuk dünyaya getiren annenin sütünün özgül ağırlığından daha yüksek olduğu da bilinmektedir. Süt bankası uygulamasında bu farklılığın da gözetilemeyeceği kanaatindeyiz.
C-SONUÇ VE TEKLİFLER
Sağlıklı bir gelecek için bebeğin yeterli anne sütü alması kaçınılmaz bir olgudur. Bunda dini bir mahzur olmadığı gibi, belli çerçevede bu durum dinimiz tarafından teşvik de edilmiştir. Peygamber Efendimiz de doğduktan birkaç ay sonra sütanneye verilmiştir. Şu kadar var ki zaruret olmadan çocukların öz anneleri dışındaki kadınlar tarafından emzirilmesi caiz görülmemiştir. Bu bağlamda, birçok sakıncayı beraberinde getirmesi muhakkak görünen “süt bankası” uygulamasından uzak durulmalıdır. “Süt Bankası” yolu ile bu sakıncalardan korunmanın mümkün olamayacağını yukarıda genişçe izah ettik. İslam fıkhında, harama vesile olacak meşru uygulamanın da meşru sayılmayacağı (sedd-i zerâî) prensibi vardır. Bunun dışında anne sütünden bebekleri istifade ettirmenin en iyi yolu, bebeği bizzat sütannenin doğrudan emzirmesidir. Bu uygulama, çocuğun sütanneye teslim edilmesi ya da sütannenin gelip çocuğu emzirmesi yoluyla sağlanabilir. Sütanneye ücret vermekte de bir beis yoktur. Hatta varlıklı bir aile tarafından dar gelirli sütanneye ücret verilmelidir. Bunun için, hastanelerde, sağlık ocaklarında ya da iletişim sağlayabilecek başka kamu kuruluşlarında ve sivil toplum kuruluşlarında müracaat eden “sütanne” kayıtları oluşturulabilir. Sütanne isteyenlere bu kayıtlardaki isimler genel tanıtıcı bilgileriyle arz edilir. İsteyen aileler burada tercih ettikleri sütanneler hakkında gerekli araştırmayı yaptıktan sonra kendileri karar verirler. Bu surette bebekler için taze, sterilize ve vücut sıcaklığında anne sütü sürekli olarak temin edilmiş olur. Pastörize ya da başka yollarla anne sütünün saklanıp çocuğa içirilmesi durumundaki muhtemel olumsuzluklar da böylece bertaraf edilmiş olur. Bu uygulama şeklinin en tercihe şayan yönü, sütannenin aile tarafından seçilip karar verilmesi ve takip edilmesidir. Bu yöntem aileye de devlete de kolaylık sağlar. Her ne surette olursa olsun, hem sütanne emzirdiği çocukların kaydını tutmalı ve olayı şahitlendirmeli, hem de aileler çocuklarını emziren sütannenin tescili konusunda gerekli titizliği göstermelidirler. Bundan sonra durum nüfus kütüğüne de işlenebilir. Lüzumsuz ve rastgele emzirmelerden ise kesinlikle kaçınılmalıdır.
Süt bankası uygulamasının hangi “saik”le ortaya atıldığı hususu da oldukça önemlidir. Ülkeler arasındaki tarihi ve kültürel değerler farkı göz ardı edilerek, başka bir topluluğa benzeyip onların gönüllerini hoş etme, çağdaş görünme ve böylece onların arasına katılabilme saikıyla Müslüman olmayan ülkelerdeki süt bankası uygulamasının, buram buram İslam kokan bir Memlekete taşınmasının hiçbir hayrı ve bereketi olmaz. Böyle bir tasarrufun kötü sonuçları ise işin cabası. Maazallah, bu uygulamanın ardından da “sperm bankası”nın gündeme getirilmesi beklenmektedir. Haddi zatında bu uygulamaların her ikisinin Türkiye’mizde maalesef mevcut olduğunu duyuyoruz. Türkiye’de sperm bankalarının bulunduğu, yıllar önce konunun uzmanların tarafından çeşitli sempozyumlarda ifade edilmiştir. Türkiye’de sözde yasak olan, başkasına ait yumurta ve sperm naklinin yıllardır Kıbrıs’ta yürütüldüğü, dindar ve tesettürlü ailelerin bile gruplar halinde bu iş için KIBRIS’a akın ettikleri belirtilmektedir. Halihazırda süt ya da sperm bankacılığının, kamuoyunda meşruiyet kazandırılması konusunda gayretlerin bulunduğu endişeleri vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kızılcahamam’da Mehmet HABERAL’a ait Patalya Termal Otel’inde yapılan “Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı”nda, “sperm ve yumurta bankasının caiz olup olmadığı” yıllar öncesinde tartışmaya açılmıştır bile. Kendisi de bizzat katılan Mehmet Haberal, sık sık söz aldığı bu toplantıda “ailelerin çocuk sahibi olmalarının asıl olduğunu ve bunun için yumurta nakli dâhil her türlü naklin normal kabul edilmesi gerektiğini” ifade etmekte ve bu konuda din bilginlerini zımnen fetva vermeye teşvik etmektedir. Türkiye’de organ, doku ve canlı hücre naklinin duayeni kabul edilen Sn. HABERAL tarafından bunların bir nevi teklif tarzında ifade edilmesi, yasak da olsa başkasına ait sperm ve yumurta naklinin, bazı sağlık kurumlarında gizlice yapıldığı şüphesini ortaya koymaktadır. Nesebi karıştırılan bir toplumla geleceği karşılayabilmemizin oldukça zor olduğunu düşünüyoruz. 01.04.2013.
Dr. Ahmet GELİŞGEN
Bu haber 5737 defa okunmuştur.