Anasayfa » ABDURRAHMAN DİLİPAK
Abdurrahman Dilipak Graham Fuller, Gladio (CIA-NATO)
16 A?ustos 2020, 04:40 Yönetici
Tasavvuf münkiri Dilipak hakkında yazılmış bir yazı..
Gladyo’nun muhafazakar medya departmanı faaliyettedir.
Önemli tarihi anlar ve dönemlerde aktifleş(tiril)ir.
Abdurrahman Dilipak, Amerikan RAND Corporation kuruluşunun daimi politik danışmanı ve ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın Milli Haberalma Konseyi eski başkan yardımcısı Graham Fuller'in (1991) kendisinden muhafazakar siyaseti dizayn edip örgütlemesini istediği kişidir.
28 Şubat’ın önemli figürü Toktamış Ateş kendilerinin hocasıdır.
Dilipak, hocası Toktamış Ateş'le birlikte Fetullah Gülen'den ilk ‘Hoşgörü Ödülü’nü alan kişidir.
1990’lar; hoca ve talebesinin “Hoşgörü, Diyalog ve Birlikte Yaşam” programları, konferanslarıyla 28 Şubat ve 15 Temmuz’a kadar uzanacak olan yolların taşlarının döşendiği yıllardır.
Gezi kalkışmasının “Kızıl Soros” lakaplı azmettiricisi Osman Kavala’nın tutuklanışına "yargı komedisi" diyerek onu savunan, FETÖ tutukluları için "Af" isteyendir.
"Hukuka güvenin yerlerde süründüğü" nü yazarak Fetö'cülerin hukuksuzluğa kurban gittiğini savunan, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yaramış ile aynı anda FETÖ tutukluları için "Af" gerekliliğinin zorunluluğundan bahsederek "Af" talep eden kişidir.
Ahmet Yaramış TTK’daki görevinden istifa ederken, bu zat yazdığı mevkutedeki köşesinden bir şey olmamışçasına yazmaya devam et(tiril)mektedir.
Yaşının geçkinliği, gündemde kalma isteği, egosu ve tuhaf atraksiyonlar yapması nihayetinde hanımlara yönelik saldırısı kendisinin zihni problemlerden de muzdarip olabileceğini düşündürmektedir.
Bu arada...
Dilipak'ın, ömür boyu ABD vizesine sahip ender muhafazakar yazarlardan biri olduğunu da buraya ekleyelim.
*
Gladyo (CIA,NATO) ve şimdi Körfez sermayesi birlikte hareket ediyorlar.
Körfez (BAE-Suud) sermayesi dikkatle takip edilirse bu yapının ülkemizde kimlerle iltisaklı, kimlerden müteşekkil olduğu fark edilir.
Küresel sömürü düzeninin güdümündeki BAE, Suudi Arabistan ve Vehhabiler, Mısır'da Mursi'yi deviren Sisi ve onun güçlü destekçisi selefi Nur Partisi, diğer taşeron tekfirci örgütler ve yapılar Erdoğan liderliğindeki Akparti’nin bir sözleşme üzerinden dini ve ahlaki değerlere savaş açtığı "Türk halkının ahlaksızlaştırıldığı" propagandasını sahip oldukları güçlü medya araçlarıyla İslam coğrafyasına yayarken; Abdurrahman Dilipak ve diğer arkadaşlarının eş zamanlı olarak benzer ifadelerle bunu dillendirmesi bu ilişkiler ağının boyutunu ve neyi amaçladığını anlamamıza olanak sağlar.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın Türkiye karşıtı faaliyetlerinden ( Teröre destek,15 Temmuz’daki rolü, Libya ve D.Akdeniz provakasyonları) dolayı BAE'ye: "Gereken cevap gerektiği zaman verilecektir." Açıklaması akabinde muhafazakar camiadaki körfez sermayesince fonlanan kişilerle, bazı STK ve medya kalemlerinin hareketlen(diril)işini gözlemledik.
BAE, Suudi Arabistan ve Mısır; Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin Arap coğrafyasındaki etkisi ve varlığından rahatsız.
Bu sebepten dolayı, Türkiye'nin; Suriye, Katar, Sudan ve Libya'da eski etki alanlarına geri dönüşüyle, unutulmuş "sözleşme" konusunun senkronize biçimde gündem yapılması ve tartışılmasını bu gelişmelerden bağımsız değerlendiremeyiz.
*
Arap dünyasının etkili yayın organlarından Arabi21 Editörü ve The Middle East Monitor yazarı Feras Ebu Helal bu konuyla ilgili şunları söylemektedir:
“İslam Coğrafyası bilhassa da Arap sokakları, kendi liderlerinde bulamadıkları siyasi liderliği, bağımsızlıkçı, kalkınmacı yürüyüşü ve İslami referanslı coşkunluğu Erdoğan'da görüyorlar.
Ve Erdoğan'la gururlanıyorlar.
Türkiye ile kutuplaşan kendi ülke liderlerini hesaba çekiyorlar.
Arap yöneticiler işte bu nedenle rahatsız!
Arap halkı Erdoğan'ın yaptıklarıyla gururlu, Türkiye ile kutuplaşan siyasi kesimse huzursuz”diyor.
*
Sol, liberal aydınlar gibi; muhafazakar camiadaki bazı elitler, yazar ve kanaat önderlerinin de bu ilişkiler biçiminden bağımsız olmadıkları aşikar.
Erdoğan liderliğinde ülkemiz; Suriye ve Irak’ta terörle mücadele ederken, Libya, Ayasofya, Mavi Vatan’la haklarımızı koruma adına dünyaya meydan okuyup, yeniden diriliş mücadelesi verirken; İstanbul Sözleşmesi gerekçe gösterilerek gündeme sokulan tezviratlar işte bu nedenle sebepsiz değildir.
Direkt olarak Erdoğan’ı hedef alma cesareti olmayan kişiler ve çevreler; KADEM’e, Akparti’li hanımlara, Akparti Kadın Kolları Başkanı Selva Çam üzerinden Akparti’ye ve buradan da Erdoğan’a itibar suikastinde bulunmayı hedeflediler.
Radikal, Vehhabi, neo-selefi gruplarla bazı tarikat mensupları ve muhafazakar camiadaki bazı grupları bir araya getirip ortak dil ve tavır göstermesini sağlayan gücün kim olduğu merak edilebilir;
“Millet İttifakı”nı (CHP, HDP, İYİ PARTİ ve SP) bir araya getiren güç kim ise bu da O’dur.
Sözleşme üzerinden üretilen yapay tartışma, Erdoğan karşıtı küreselci lobinin; Ayasofya’nın cami oluşu, coğrafyadaki etkimiz, Doğu Akdeniz’deki haklarımızı koruma kararlılığımıza, varlığımıza karşı rövanşist muhafazakar kalkışma denemesidir.
Kendi çayırımızın kuşunu kendimize vurdurmak istediler.
Bu Proje, FETÖ’nün mirasını devralma, oluşan boşlukların doldurulma çabasıdır.
Batılıların, “Yeni yüzyılın Fatih'i”, “neo-osmanlı”dediği ; Müslüman halkların da” Yeni Selahaddin'imiz” ve “Ümmetin onurunu kurtaran büyük lider” olarak tanımladığı, İslam coğrafyasında İslami referanslı, kalkınmacı, anti emperyalist siyasi oluşum ve örgütlenmelerin model aldığı Akparti liderliğindeki Erdoğan'ın aileyi yıkıp, gayri meşru ilişkiler biçimini olumlayabileceği varsayılarak eleştirmek; akla ziyan, izahtan vareste bir durumdur.
FETÖ’de olduğu gibi hesabı yine muhafazakarlar üzerinden görmek istiyorlar.
- - -
Sözleşme üzerine söylenebilecekler bellidir:
Mevzuyu sadece İstanbul Sözleşmesi üzerinde tartışmak eksiktir, daha önce imzalanmış CEDAW (1985), Lanzaronte gibi sözleşmeler üzerinde çalışmalar yapılmalı ya da yeni metinler hazırlanmalıdır.
Asıl sorun; "Yerli ve Milli" olmayan ithal aile hukukudur.
Ayrıca herkes bilmelidir ki; sadece bir "sözleşme" ile kadına karşı şiddeti, gayri ahlaki ilişkiler biçimini önlemek de mümkün değildir.
Toplum ve bireyler olarak insani ve ahlaki değerleri içselleştirip yaşamak tek çözümdür; Batılı referanslar, paradigmayla yürünemeyeceği aşikardır.
*
Müslüman; kendinden olanla çatışmayı değil, müslüman(lar)a zulmedene karşı koymayı ilke edinen tavrın adamıdır.
Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren gibi "güdülenen” muhafazakar yazarlar bizim dünyamızda olup, bizden olmayanlardır.
"Adalı” ,"Vahalı” olanlara hassaten dikkat edilmelidir.
İngiliz aklını Kuzey Avrupa'da bir adada, Körfez sermayesinin güdülediklerini de Suudi Arabistan’da Dehna çölünde ararsanız bulamazsınız.
Onlar her daim bizim içimizde, bizden görünüp bizle savaşanlarla birliktedirler.
Unutulmasın, bu ülkede; CIA, NATO, Gladio örgütlenmesi sadece FETÖ'yle sınırlı değildir.
Muhafazakar medyada konuşlanan "yerli ve milli"lik karşıtı birey ve çevrelerin bu ilişkiler biçiminden "bağımsız" olmadığı aşikardır.
Bu zümre; Türkiye’nin önemli virajlar aldığı süreçlerde toplumun moral motivasyonunu olumsuz yönde etkileyecek girişimlerde bulunur.
Toplumda endişelilik, güvensizlik ortamı üzerinden gerginlikler oluşturmak amaçlanır.
Bu bir psikolojik harp tekniğidir.
Sömürgeciler; solda, sağda ve muhafazakar camiada kendilerine sorun çıkarmayacak, kendi çıkarları için çalışabilecek bir aydın grubu ve kitle oluşturmayı başardılar.
İslam coğrafyasında Amerikan, Rus, İngiliz, Fransız emperyalizmi ve sömürgeciliğine karşı ciddi bir direnç oluşturulamaması bundandır.
*
Türkiye; ekonomik, siyasi , askeri tüm engelleme- kuşatma girişimleri ve algı operasyonlarına rağmen güvenle büyük yürüyüşünü sürdürüyor.
Yine tarih yapıyor, yazıyoruz.
Ülke ve millet olarak "Dünya 5'ten büyüktür" mottosuyla küresel sömürü düzenine karşı İslam halklarıyla birlikte "Varoluş ve Yeniden Diriliş" mücadelesi vermeye devam ediyoruz.
Bizi biz yapan inancımız ve bizim genetiğimiz bu!
*
Tayyip Saraç /EgeStrateji 15820adw08p
Bu haber 4448 defa okunmuştur.
|
ABDURRAHMAN DİLİPAK |
|
|
|
|