Alpaslan Kuytul hocanın bir sureden beri hükümetlerle ve hükümet edenlerle yaşadığı çatışma sürecini izlemeye çalışıyorum. Yaşanan olaylar zincirinin son halkası, iplerin tamamen koptuğunu gösteriyor. Arzu edilmeyen bir durum elbette.
Konu hakkındaki düşüncemi olabildiğince açık yazacağım:
Kuytul hocanın tarzına başından beri ısınamadım. Çatışmacı bir üslubu var. Kalbe dokunan meseleleri işlerken dahi yumuşamayan bir üslup. Neredeyse her konuşmasında birilerini itham ediyor izlenimine kapılıyorsunuz. Tahrikkâr ve tahripkâr cümleler hâkim konuşmalarına. Bilemiyorum, belki “yapı meselesi”…
Sn. Cumhurbaşkanı’nın ve AK Parti hükümetlerinin –yeri geldiğinde bizim de yanlış bulup eleştirdiğimiz– bir kısım ifade ve icraatlarını tenkit ederken kullandığı dil ve üslup da aynıyla böyle.
İpler nerede gerildi, niye bu noktaya geldi; doğrusu bu noktada herhangi bir arkaplan bilgisine sahip değilim. Ama Suriye uçağının düşürülmesinin ardından hükümete yönelttiği eleştirileri makul bir zemine oturtmak hayli zor. PKK ile verilen mücadele konusunda yanlış ve tehlikeli bulduğum açıklamaları için de aynı şey geçerli. Arkasından sökün eden gelişmeler, konferansların engellenmesi, çatışmayı ima eden açıklamalar vs.
Geldiğimiz noktada “yerli ve milli” zeminden gittikçe uzaklaşan bir yapı var sanki karşımızda.
Rahatsız edici bir durum…
Öte yandan devlet erkinin sivil bir cemaatin gittikçe marjinalleşmesinden, yani “hasım üretmek”ten başka bir işe yaramayan sert müdahalesini de doğru bulmuyorum. Kamu adına güç kullanma yetkisini elinde bulundurmak, daha ölçülü ve mütehammil davranma sorumluluğunu da beraberinde getirir. Meselenin görünmeyen yüzünde bu huşuneti anlaşılabilir kılan unsurlar olabilir mi? Bilemiyorum. Önümüzde bir “Paralel yapı” tecrübesi var ve “sütten ağzı yanmış”devletin, bir daha benzer bir oluşuma fırsat tanımama adına refleksif tepki göstermesi anlaşılabilir bir durum. Ama eğri oturup doğru konuşalım, devletin sinir uçlarının hassasiyetini gözeterek, hatta “okşayarak” etki alanını gittikçe daha ileri boyutlara taşıyan nice “potansiyel paraleller” var bu ülkede ve devletin bunları da aynı hassasiyetle telakki ettiğine dair en küçük bir işaretten söz etmek mümkün değil. Devletin böyle bir çifte standardı kendi içinde nasıl izah ettiği şahsen benim merak ettiğim bit konudur…
Her hal-u kârda hoş olmayan bir durum var ortada. Rahatsız edici, hatta “tahrik edici” de olsa, “konuşmak”tan, “düşüncesini açıklamak”tan başka bir eylemi olmayan bir insanın, bir “hoca”nın ve etrafındaki inançlı samimi insanların böyle bir muameleye muhatap olması mütedeyyin kitleleri rencide etmiş, vicdanlarda inkisar oluşturmuştur.
Bu noktadan geri dönüş olur mu, bilemiyorum. Olması ve meselenin sağduyu ve karşılıklı anlayış çerçevesinde çözülmesi en büyük temennimizdir. Meselenin suhuletle ve kalıcı bir şekilde halli için bir şeyler yapabilecek herkes sorumluluk üstlenmelidir diye düşünüyorum.
Ebubekir Sifil – 30 Mayıs 2016
Bu haber 17425 defa okunmuştur.