Son dönemlerde ”Muhakkak ki Kur’an’ı Biz indirdik. Onun koruyucusu da elbet biziz.”[1] ayeti delil getirilerek ‘tek güvenilecek/güvenilmesi gereken, tek muhatap alınacak İslami kaynak yalnızca Kur’an’dır’ sözü motto haline getirilip O’nun haricindeki neredeyse bütün İslami kaynak ve ilimleri güvenilir görmeme, itibarsızlaştırma, gereksiz ve manasız bir bilgi kalabalığı gibi sunma gayreti, sahih zannedilen bir anlayış vaziyetinde hayli çoğalır hale geldi. Bu çoğalma direk İslam düşmanları eliyle ve oryantalistlerin etkisiyle ya da reformist yorumların etkisinde kalarak samimi olduğuna inanmak istediğimiz, dinini yaşamak için kaynak genişliğinden kaçarak sadece en kestirme ulaşım olarak gördüğü Kur’an’a yönelen saf Müslümanlar eliyle bu seviyeye getirilmiştir. İslam’ı hayatı her an ve alanda düzenleyici işlevinden koparılarak, onu bir ahlak manzumesi, bir vicdan anayasası haline indirgeme gayesi ile İslam; iki kapak arsında toplanan Mushaf’ın muhatabına bıraktığı anlam ve çağrışımlardan ibaret bir tebliğ haline çekilmek istenmektedir.
İslam’ı bütünüyle anlamak amacıyla, Murad-ı ilahiyi bütünüyle idrak edip amel edebilmemiz için yalnızca Kur’an’a başvurabilir miyiz? Sağlıklı bir Kur’an ve Peygamber tasavvuruna sahip olmadan bu suale cevap olacak doğru bir neticeye kavuşmamız mümkün görünmemektedir. Kur’an’da manası itibariyle muhkem ve müteşabih olarak tasniflendirilmiş ayetler bulunmaktadır ve müteşabih ayetler, Allah resulünün tefsiri, esbabı nüzul hikmeti gibi bütünleyici izahlardan oluşan gerekli bir donanıma sahip olmadan sağlıklı anlaşılması mümkün olmayan ayetlerdendir. Hatta sır olarak, şifre olarak nitelenen huruf-u mukattadan ayetler de bulunmaktadır. Bunlarla beraber Kur’an delalet vecihleri barındıran ayetleri de içinde bulundurmaktadır. Bütün bu açık-kapalı manalar ve delalet vecihleri ile baş başa kalarak Peygamberin tefsirini, uygulamalarını ve tavsiyelerini göz ardı ederek, Sahabenin bir konsensüs halinde kabul ve naklettiği bütün kaynakları el tersiyle iterek doğru bir yöneliş ve samimi bir kulluk ifasını gerçekleştirmek mümkün değildir.
Peygamber ve Kur’an ilişkisinin nispeti, aslında meselenin en mühim noktalarından biridir. Peygamber ve Kur’an’ı sanki birbirinin ikamesi gibi gören bir bakışla daha sıkıntılı meseleler doğacaktır. Peygamberin, Kur’an’ın bildiricisi, izah edicisi, ibadetlerin göstericisi ve nihayet tamamlayıcısı konumunda olduğunu; O’ndan sadır olan fiil ve sözlerin bu paralelliği yaşattığı ve müşahhaslaştırdığını inkâr etmek veyahud çarpıtmak ahlaki değildir. Sünneti göz ardı edici bir yaklaşımla, değil teferruat mevzularda, en elzem meselelerde dahi eli boş kalırız. Namazın nasıl eda edileceğini, orucun nasıl tutulacağını, Haccın şartlarını, Zekâtın koşullarını ve bunun gibi en temel safhalarda dahi boşlukları olan bir ibadet ve itikat anlayışı ile ancak ‘İslam’dan gayrı bir İslam’ oluşturulabilir. ”Bir de peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının ve Allah’tan korkun; çünkü Allah, cezalandırması çetin olandır.”[2] ve “O, kendi hevesine de uyarak söz söylemez.”[3] ilahi ölçülerinin ışığında Peygamber sünnetinden kopuk bir İslam yaşantısı ve anlayışının mümkün olmadığı açıktır.
”İşte biz onu (Kur’an’ı) böylece, apaçık ayetler olarak indirdik”[4] ayeti ile ‘Kur’an’ı peygamberin izahına gerek olmadan da anlayabiliriz, Kur’an bize böyle diyor’ algısına düşenler ”Allah bir sivrisineği, hatta üstündekini örnek vermekten sıkılmaz. İman edenler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise: «Allah böyle bir örnek ile ne demek istemiş?» derler. Evet! Allah onunla birçoğunu da şaşırtır, yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla ancak fasıkları şaşırtır.”[5] ayetini atlayarak, Allah’ın her şeyi apaçık bildirmesi ile bizim bunları apaçık bir şekilde anlayacağımızın garantilenmemiş olduğunu ıskalayabilir. Dolayısıyla ‘apaçık’ ayetler bazen bir yanılgı ve imtihan vesilesi de olabilir.
İşte Müslümanın İslam tasavvurunu şekillendirmek isteyen oryantalistlerin ayak oyunlarıyla kadim geleneğimizin muhafaza ve müdafaa edegeldiği bütün sünnet, hadis ve ashap tavrını ve yine bunlara bağlılık ölçüsüyle şekillenen ilimleri, kendimizle Kur’an arasında birer engel değil aksine aydınlatıcı yollar olduğunu fark etmemiz icap etmektedir. Bu çizgiyi örselemek isteyen oryantalistler ve onların peşinden gidenler İslami bütünlüğü ve hakikati ortaya çıkarma iddiasındalarken aslında İslam’da parçalayıcılık ve yozlaştırıcılık faaliyetini icra etmektedirler. İşte Oryantalizmin bu bozuk ağı yalnızca sınırlı meselelerde gerçekleşen teferruat hadislerde değil, inanç dünyamızın ana kolonlarına taalluk eden akaid sahalarına kadar kendine yer bulabilmektedir. Nitekim bugün Allah’ın zatı ve sıfatları üzerinde yaşanan kafa karışıklıklarından, Peygamberin İslam nazarındaki yerini tespit ve tayin tartışmalarında, müşahhas olarak görülmeyen varlıklara taalluk eden esaslarda (cin, melek vb.), bunları inkâr yahûd bilimsel tevillere zorlamalarda ve daha birçok konuda kendisini göstermektedir. İslam ferdinin oryantalist akımlara karşı takınacağı tavır açıktır. Batıya mağlup bakışı terk ederek kendi anlayışını, bu anlayışı oluşturup şekillendirenlerin elinden alma, ilk örneğe ve örneklere sarılma hakikatine yönelmeli ve masa başı okuma ve çıkarımlarla yapılan din tasavvurlarını kendi kadim ve samimi anlayışına tercih etmemeyi iftihar kabul etmelidir. Nitekim Kur’an’ın da, Peygamberin de, Selef-i salihin de tavsiyesi ve mirası bu minvaldedir.
Melikşah Sezen
[1] Hicr – 9
[2] Haşr – 7
[3] Necm – 3
[4] Hac – 16
[5] Bakara – 26