Bir zamanlar Daru’l-Hikme’de Ebubekir Sifil hoca’nın yardımcısıydı.
TVNET’de birlikte Ehli Sünnet’i savunan program yapıyorlardı. Ciddi bir düzeyde de ilim sahip olduğu anlaşılıyordu. Düzgün bir hitabete ve kıvrak bir zekaya da sahip görünüyordu; Talha Hakan Alp!
Zamanla Ebubekir Sifil hoca’dan ayrıldı. Ondan sonra, günün iman
problemi “modernist söylemleri” tercih eder oldu ve daldı gitti…
Şimdi de kendi twet’inde, “Zorunlu Açıklama” başlığı altında,“Epeydir açıklamak istediğim ama başta arkadaşlarımın uyarıları ve başka nedenlerle açıklayamadığım şahsımla ilgili bir gerçeği artık açıklamalıyım. Hayli zamandır inancımla ilgili kuşkularım var. Sebep ve detaylarına giremeyeceğim.
Sorgulama ve arayıştayım.” Din değiştirmenin eşiğinde olduğunu daha açık belirten twetleri de var. Yazımız ekinde bunların bir kısmının fotoğrafları mevcuttur.
Evet açıkça Talha bey, “inancımdan şüphe ediyorum... Nereye
gideceğimin araştırması içindeyim...” demiş oluyor. Bu twetlerde herhangi bir sosyal medya oyunu yoksa, bu apaçık bir itiraf!
Allah’ım, istikamet bahşetsin! Bu zatın yakınında olanlar varsa Allah için elinden tutup yardım etsinler! İnşallah bu twet’in yanlış olmasını da temenni ederiz. Sağlık sorunlarından kaynaklı bir hal ise bu durumu şayet, Allah Telâlâ’dan şifa dileriz.
“Noldum deme nolcam de!” sözünü hatırlayıp halimizle böbürlenmemek ve şükretmek lazımdır. Ali-İmran 8’de bize öğretilen, “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme/bizi Hakk’tan saptırma!..” duasını şuurlu bir ruhla ve sıkça okumamız lazımdır. Ayrıca, “ıslah edici” olmak lazımdır; ıslah edicilere destek olmak lazımdır.
ENBİYA YILDIRIM’DAN TEŞVİK ANLAMINA GELEN TWET!
Talha Alp’in twet’inde açıkladığı haleti ruhiyesiyle ilgili olarak bizi en çok şaşırtan durum, eski tarihselci ve modernist fikirlerinden döndüğü söylenen ve kendisi de her fırsatta bunu lanse eden Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Enbiya Yıldırım’ın konuya yaklaşımı oldu.
Enbiya Yıldırım, Talha Alp’in bu twet’ine cevap olarak yayınladığı
31.03.2021 tarihli twet’inde şöyle demektedir:
“Talha kardeşim. Sizi zihin dünyamda her zaman farklı bir yere
oturttum. İçinde bulunduğunuz halin şafak aydınlığının müjdecisi olmasını rabbimden dilerim.”
Enbiya bey’in bu ifadelerinden bizim anladığımız; “inancımdan şüphe ediyorum, yol ayrımındayım” diyen Talha Alp’i, bu halinden ötürü tebrik ediyor olmasıdır. Çünkü Enbiya bey ifadesinde, “Talha beyi her zaman zihin dünyasında farklı bir yere oturttuğunu” söylüyor. Enbiya bey bu ifadesiyle, Talha bey’i her halinde sevdiğini, dolayısıyla modernizme kaydığı devrede ve İslam inancından
şüphe ettiği ve din değiştirmenin eşiğinde olduğu şu anki halini de benimsediğini, bize göre belirtmiş olmaktadır.
Enbiya bey’in twet’indeki ikinci cümle ise daha açıktır. Zira ikinci cümle, “Talha bey’in içinde bulunduğu halin şafak aydınlığının müjdecisi olması dileğini” ifade etmektedir.
Şimdi düşünün ki, “mevcut inancımdan şüphe ediyorum, yol ayrımındayım” düşüncesini ifade edem Talha bey’in sözlerini, “şafak
aydınlığının müjdecisi” olarak kabul etmek, onun bu halini benimsemek ve teşvik etmek demektir. Enbiya bey bu sözüyle Talha bey’e, “güzel bir yola girmişsin, önünde müjdeli bir gelecek” var, demiş olmaktadır. Bir başka ifadeyle Enbiya bey, “aferin, devam et, doğru davranış üzerindesin” demiş olmaktadır.
Enbiya bey’in, Talha bey’in “dininden şüphe ettiği ve dinini değiştirme sarmalı içerisinde bulunduğu” durumunun; “şafak aydınlığının müjdecisi olmasını ve bunu rabbinden dilemesi” ise, çok daha vahim bir durumdur bizce! Çünkü Enbiya bey, Talha bey’in “İslam Dini’den çıkmak istediğini belirten” bu hal ve düşüncesinin “şafak aydınlığı olmasını” da Allah’tan dilemiş olmaktadır. Böylece Enbiya bey, Talha bey’in girdiği “İslam’dan çıkma haleti
ruhiyesine”, hâşâ, Allah’ın ona yardım etmesini istemiş olmakta ve bunun için Allah’a dua etmiş olmaktadır.
Halbuki, kamuoyunun Enbiya bey’den özellikle DİB DİYK Üyesi olarak da beklediği; tatlı, müşfik ve ikna edici bir tavırla, irtidatın eşiğine geldiğini açıklayan Talha bey’e, “bu düşüncesinin yanlış ve zararlı olduğunu” alenen dile getirip ona nasihat etmesiydi... Enbiya bey’in, her fırsatta modernistlik/tarihsellik düşüncesinden dönüp tövbe ettiğini lanse etmesi, bunu gerektirirdi... Çünkü Talha
bey’in bu açıklaması, aynı zamanda bir yardım çığlığıdır da!
Yukarıda orijinalini ve aşağıda twet’inin link ve fotoğrafını verdiğimiz Enbiya bey’in ifadelerini biz, acizane böyle anladık ve bundan dolayı da tutumunu yadırgadık... Bizim bu okumamıza yanlıştır diyen varsa lütfen bizi uyarsın. Bu uyarı ve tenkitten dolayı memnun oluruz.
İslam Dini’nin bu konuya bakış açısıyla T.C. Anayasası’nın bakış açısı
haliyle farklıdır. İslamiyet, kendine inanmış bir kimsenin bu dinden çıkmasını, “irtidat” olarak isimlendirir. Allah Telalâ Kur’an-ı Kerim’de son dini İslam Dini’ne inanmamayı da “küfür” olarak isimlendirir. Allah, küfrü sevmediği gibi, dininden dönmeyi (irtidatı) de hiç sevmez. Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde buna işaret edildiği gibi, bir ayet-i kerimede de “ancak Müslümanlar olarak ölünüz” buyurulur (Al-i İmran, 3/102). Akaid metinlerimize de “Allah Teâlâ’nın, kulun küfre düşmesini istemediği, bunu kerih gördüğü” de aynen geçmiştir.
(İmam A’zam Ebu Hanife, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 17; vd.).
DİN DEĞİŞTİRME DÜŞÜNCESİNİN BAŞKA BİR YÜZÜ
OLABİLİR Mİ?
Din değiştirme adı altında İslam Dini hakkında şüpheler ileri sürmek, “İslam’dan çıkmaya özendirme amacı taşıyan dış güdümlü bir organize” olabilir mi? İşin bu yönünü de düşünmenin özellikle siyasi ve ictimâî yönden faydalı olacağı kanaatindeyiz. Böyle bir durumdan Allah muhafaza eylesin, kötü emellileri maksatlarına ulaştırmasın! Bu zannımızın, yazımızda adı geçenlerden uzak olduğunu da hususen belirtmek isteriz.
Bu şüphemizin sebebi şudur: Bir kimse, laikliğe dayalı olan T.C.
Anayasası’ndaki “din-vicdan özgürlüğü” esasına göre istediği inancı seçebilir, herhangi bir dine inanabilir ya da din değiştirebilir. Bu durum, mer’i mevzuatın getirdiği inanç hürriyetidir. İslamiyet de belli şartlarda inanç hürriyeti hakkı verir,
ancak “iritidat”a, yani İslam’a girdikten sonra bu inancı terk etmeyi asla benimsenmez (1).
Öte yandan, bir kimsenin din değiştirme tercihini, İslam Dini’nden
şüpheleri olduğunu ve başka bir din arayışı içerisinde olduğunu, sosyal medyayı çalkalayarak ilan etmesi, bazen başka bir amaca da matuf olabilir. Bu amaç; başkalarını İslam Dini’ninden çıkamaya özendirip, İslam’ın “irtidat” olarak isimlendirdiği bu durumu, sıradan bir hadise haline getirerek, ülkemizde İslamiyet’e inananların sayısını azaltmak ve böylece Müslüman Türkiyemiz’i inanç ve kültür yönünden zaafa düşürerek manevi dinamiklerimizi yok etmek
suretiyle Müslüman Türk Milleti’nin bekasına yönelen bir tehdit olabilir.
Dolayısıyla bu durum, sıradan ve kişisel boyutta bir mesele olmaktan öte, “milli bekamız”la ilgili bir probleme de dönüşebilir. Misyonerlik faaliyetleri, Dinler Arası Diyalog ve Ilımlı İslam projeleri bu yüzden tehlikelidir. İrtidata özendirerek milli varlığımıza zarar verme planı, elbette kişiler tarafından değil, egemenliğimize göz dikmiş zararlı mahfiller tarafından tertiplenebilir.
Dolayısıyla yazımızda ismi geçen kişiler, asla kasd-ı mahsusumuz değildir.
O nedenledir ki, T.C Anayasası, 26. maddesinin birinci fıkrasında
vatandaşlara “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” verirken, ikinci fıkrasında da “Bu hürriyetlerin kullanılmasını, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği” gibi unsurlara zarar verecek hallerle sınırlama yoluna gitmiştir.
Keza, Anayasa’nın 24 maddesi, vatandaşlara “Din ve Vicdan Hürriyeti” sağlarken, aynı maddenin son fıkrasıyla, “dince kutsal sayılan şeylerin istismarını, kötüye kullanılmasını” da yasaklar.
Demek ki hiçbir hak, sınırsız hürriyetle kullanılamaz. Bu yüzdendendir ki, yönetim sistemleri ve ideolojiler, kendi mensubu olduktan sonra, kötüleyerek o sitemden çıkmayı, kendi güvenliğine aykırı bir durum olarak görmüşler ve zararlı gördükleri bu faaliyetten dolayı da kendi sistemleri içerisinde yaptırımlar
koymuşlardır. Bu bağlamda İslam Dini de açığa vurulan “irtidat” fiilini, kendi sistemini kötüleme ve zaafa düşürme olarak kabul ederek bu konuda ağır bir yaptırım öngörmüştür (1). Bu konuda T.C. Anayasası ile İslam Dini’nin/İslam Hukukunun farklı bakış açılarına sahip olduğunu yukarıda belirtmiştik.
KISSADAN HİSSE: İLLA DA İSTİKAMET!
Muhterem Dostlar,
Rabbimiz günde 40 kere namazda Fatiha suresini okutturuyor bize. Biz bu sureyi okurken “ihdina es- sırada’l-müstakim=(yarabbi) bizi sırat-ı müstakimden/ hidayetten ayırma!” diye dua ediyoruz. Ali İmran Suresi 8. ayette ise Mevlamız bize, “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme/bizi Hakk’tan saptırma!..” duasını öğretiyor. “Islah edicilik” olmadan, hidayet olmaz... Toplumda yayılan fesat yok edilmezse, bu zehirli rüzgar,
hidayette olanların da bir gün ayağını kaydırır.
“Islah edici” role girmiş müfsitlere karşı da çok uyanık olmak gerekir. Bu bağlamda Rabbimizin şu uyarıları oldukça anlamlıdır:
“Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, “Biz ancak ıslah
edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.” (Bkz. Bakara, 2/11, 12).
“İnsanların kimi de vardır ki, ne bir bilgiye ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah'ın dini hakkında tartışmaya girer. Allah yolunda saptırmak için (iyi niyet ve mütevazi görünmek için) boynunu da bükerek bunu yapar. Dünyada ona bir rüsvaylık vardır. Kıyamet günü ise, ona cehennem azabını taddıracağız.” (Hac, 22/8, 9).
Allah Teâla insanları ve cinleri ancak kendine kulluk etmeleri için
yaratmıştır. İnsanın dünyaya geliş gayesi budur. Allah’a kulluk, önce imanı, sonrada sâlih ameli gerektirir. Salih amel, Allah ve Rasülü’nün getirdiği emir ve yasaklara riayettir. Dini emir ve yasaklara riayetten dolayı müminler, Allah’ın rızasını kazanırlar, sevap elde ederler. Ahirette de ebedi mükafaat olan cenneti kazanırlar. Allah’a iman etmenin ve sâlih amele yapışmanın adı, “istikamet”tir.
İstikamet, kişiyi dünyada da ahirette de mutluluğa götürür. İstikamet kaybolduğunda dünyalar sizin olsa hiçbir kıymeti yoktur. O yüzden “illâ da istikâmet!” diyoruz. Çünkü yaratılış gayemiz bu. Ebedi saadetimiz de buna bağlı İşte Ayet-i Kerimemiz:
“Küfre dalmış ve kâfir oldukları halde ölüp gitmiş kimseler (var ya),
bunların her biri kendini kurtarmak için dünya dolusu altın verecek olsa bile, asla hiçbirinden kabul olunmaz. Bunların hakkı acıklı bir azâbdır ve kendilerine yardım edecek hiçbir kimse de olmayacaktır.” (Ali-İmran, 3/91).
İman etmek kolaydır da imanı muhafaza etmek, itina ve emek ister
Rabbimiz bizi, neslimizi ve sevdiklerimizi imandan sonra fâsıklığa ve sapıklığa düşürmesin, ayağımızı kaydırmasın! Amin!
(Allah katında imanın sahih ve kabule şayan olması için şartları için
bkz. https//www.ahmetgelisgencom/Makale-Detay.aspx?ID=35#20210331106
Dr. Ahmet GELİŞGEN
www.ahmetgelisgen.com
Bu haber 3345 defa okunmuştur.