Nüzûl sırası takip edilerek kaleme alınan tefsirlerden bir tanesi olan Yaşayan Kur’ân, R. İhsan Eliaçık’ın âyetlere iktisad ve sosyal düzen cephesini önceleyerek ortaya koyduğu izahlardan müteşekkildir. Bu sebeple tefsirde Karl Marx’tan dahi bahsedildiğini görmek mümkündür. Önceliğin temas ettiğimiz üzere iktisadî ve ictimaî nizama hasredilmiş olması hasebiyle itikadî konular mufassal bir surette ele alınmamış daha çok kısa izahlarla iktifa edilmiştir. Zaten çok hacimli olmayan bu tek ciltlik tefsirin genel olarak bu ölçülerde olması gayet normaldir. Söz konusu sınırlı temaslarına rağmen tespit edebildiğimiz kadarıyla tefsir, itikadî konularda Ehl-i Sünnet’in kabullerinden oldukça uzak bir manzara sunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de yer alan ve peygamberlerin mucizelerinden haber veren âyetlerin tümü te’vil edilerek mucizelikten, zahiri manalarından uzak anlamlara hamledilmiş ve âdeta mucizesiz bir peygamberler tarihi sunumu yapılmıştır. Onun tefsirinde tüm peygamberlerin mucizelerini te’vile götüren yaklaşımı daha sonra kaleme alınan örneğin Hasan Elik & Muhammed Coşkun’un Tevhid Mesajı isimli tefsirine de model olmuştur.
Mucizeler konusundaki te’villerine daha doğrusu te’vil yoluyla mütevatir haberlerin tahrif ve inkârına –buna inkâr diyebiliriz çünkü peygamberlerin mucize gösterdiği konusunda sadece İslâm ümmetinin değil Yahudi ve Hristiyanların da dahil olduğu bir tevatür mevcuttur. Böyle bir tevatürün te’vili ilgili haberlerin getirdiği zarurî bilgiyi inkâr etmektir- temas etmeden geçmek mümkün değildir. Mesela; –Eliaçık’a göre- fil ordusunu ebâbil kuşları yenmiş değildir. Ebâbil kuşları zaten ölmüş olan fillerin etlerini koparıp kayalara bırakmıştır.[1] Bu doğal yaşamda karşılaşılabilecek alelade bir hadisedir. Peki bu aleladeyi zikrederek Cenab-ı Hakk’ın verdiği mesaj nedir? İbretlik olan ve insanların kendilerine gelmesini sağlayacak olan unsur nerededir? Tahmin edileceği gibi bu noktalara temas edilmemektedir.
Eliaçık, inşikâk-ı kamer mucizesini bildiren âyet-i kerimeyi ise ‘kıyamet sahnesini tasvir etmekle’ nitelemektedir.[2] Süleyman (a.s.)’ın emrine verilen rüzgârın ‘Fenikeli denizciler’, insanlar, cinler, şeytanlar ve kuşlardan oluşan ordunun ‘o dönem değişik kabilelerin ad, arma ve sembolleri’ olduğunu zikretmektedir.[3] Peki bu te’vilini gerekçelendirdiği bir tarihi referansı mevcut mu derseniz, hemen söyleyelim ki; ‘yok!’ O bu iddiasını kendince ‘sarı kanaryanın’ Fenerbahçe’yi işaret etmesi ile ispat etmektedir![4]
Hiçbir ilmî, tarihî, lugavî delile dayanmaksızın ortaya konulan bir te’vil ve itikadî ihlalde Hz. Meryem’in Hz. İsâ (a.s.)’ın babasız dünyaya geldiğini bildiren âyetler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Ona göre; ‘Hz. Meryem gördüğü rüyayı evlenmesi gerektiğine yorumluyor ve marangoz Yusuf ile evlenip ondan gebe kalıyor ve böylece iş olup bitiyor. Evlenme kuralının çiğnendiğini ve bir de çocuğu olduğunu duyan tapınak rahipleri Meryem’in evliliğini tanımıyor ve tapınak kayıtlarına geçirmeyip gayrimeşru ilan ediyorlar. Çünkü o dönemde nikah, nüfus işlemleri tapınakça onanırdı. Böylece aradan zaman geçince Meryem babasız çocuk doğuran kadınmış gibi oldu. Etrafında mitoloji örüldü ve tarihe, halk anlatılarına böyle geçti ve dilden dile aktarılarak geldi.’[5] Şunu açıkça söylemeliyiz ki hiçbir ilmî kıymeti ve ihtimali olmayan bu anlatıyı kabul etmek küfürdür. Çünkü Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde; “Meryem dedi ki: ‘Rabbim! Bana hiçbir beşer eli değmemişken, benim nasıl çocuğum olabilir?’ (dedi). Yüce Allah da: ‘Emir böyledir; Allah dilediğini yaratır. Bir şeyin olmasını isteyince, ona sadece ‘ol’ der, o da hemen oluverir’ buyurdu.”[6] âyet-i kerimesi ile Hz. Meryem’in hiçbir beşer ile buluşmadan evlat sahibi olduğunu ve bu durumun O’nun bir emri olduğunu muhkem olarak beyan buyurmuştur. Bu mütevatir olarak sabit olan bir bilginin te’vil yoluyla inkârıdır.
Hz. İsâ (a.s.)’ın beşikte konuşmadığını ve bu ifadenin mecaz olduğunu Mutezilî âlim el-Belhî’den iktibasla ifade etmekte[7], Hz. İsâ (a.s.)’ın Allah katına alınmasını bildiren âyet-i kerimeyi de; ‘Biz onun adını göklere yazdık’ şeklinde mânâlandırarak[8] ne kadar olmayacak şey varsa onu Kur’ân’ın meâl ve tefsirine boca etmiştir. Hz. İsâ (a.s.)’ın kendi katına yükseltildiğini bildiren âyetin zahiri mânâsıyla âdeta istihza eden izahatları[9] insaf ve edep sahibi bir Müslümanın tahammül edebileceği cinsten değildir.
Hz. Musa (a.s.)’ın Firavun’un sihirbazlarına yaptığı karşı ortaya koyduğu şeyin öğrenerek vakıf olduğu ve ileri düzeye ulaştığı bir sihir olduğunu ifade etmesi de elfâz-ı küfür örneğidir.[10] Enbiya-yı zişânın hiçbir tanesi sihir yapmamış ve insanları hakikatte olmayan bir şeyi oldu gibi göstererek kandırmamıştır! Kızıldeniz’in Hz. Musa (a.s.)’ın asâsını vurmasıyla yarılması hadisesinin ise bir med-cezir hadisesinden ibaret olduğunu[11] da sayesinde öğrenmiş olmaktayız… Hz. Süleyman (a.s.)’ın emriyle Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirenin bir ‘emir eri’ ve göz açıp kapamanın da ‘elinden geldiğince hızlı’ mânâsında olduğu[12] gibi pek çok delilsiz, mesnetsiz zırva te’vil adı altında söz konusu tefsire dahil edilmiştir.
Hz. İbrahim (a.s.)’ın Hz. İsmail (a.s.)’ı kurban etmeye götürmesi hadisesini de bu şimdiye kadar ki performansından da bekleneceği üzere pagan, Hindu vb. kadim kültürlerin uygulamalarıyla paralel göstererek izahlandırmaktadır.[13] Şefaat torpil, kabir azabı uydurma vb. hangi itikadî esas varsa çeşitli mazeretlerle red ve inkâr edilmektedir. Tüm itikadı baştan sona değiştirecek bu zırvaları bulmak, yeni bir din inşa etmek için bir kitap yazmaktan daha yorucu olsa gerektir. Anlaşılan şudur ki bu haliyle tefsir adı altındaki bu karalamayı okumamak okumaktan evladır.
Dipnotlar:
[1] R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’ân, s. 128
[2] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 199
[3] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 249, 345
[4] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 345
[5] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 283
[6] Âl-i İmrân, 3/47
[7] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 286
[8] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 290
[9] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 297
[10] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 300
[11] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 304
[12] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 347
[13] R. İhsan Eliaçık, a.g.e., s. 384