İbn-i Teymiyye’yi Allâme Âlûsî Üzerinden Tezkiye Etme Çabası Boş Bir Çabadır
Öncelikle ‘’Haberdar Olmak’’ ve ‘’Muttali Olmak / Ittıla Kesbetmek’’ arasındaki farka temas etmekte fayda olduğunu düşünüyoruz. Çünkü yazacaklarımız, bu iki işin birbirinden farkı noktasındaki zemin üzerine oturacaktır.
Bizim iddiamız; İbn-i Teymiyye’yi mühim sıfatlarla methü sena eden âlimler, İbn-i Teymiyye’nin bazı fıkhi görüşlerine –ki üç talakı bir sayması gibi, bu konuda onu tenkit etmişlerdir- muttali olup akide sahasındaki bazı tartışmalı görüşlerinden belki haberdar olmalarına rağmen bunlara muttali olamamış, yani sağlam bir şekilde haberdar olamamışlardır. Muttali olamadıklarından da bu konularda onlardan İbn-i Teymiyye’yinin ilgili görüşlerinin reddine dair herhangi bir şey nakledilmemiştir. Ama muttali olmuş olsalardı, O’nu mezkûr meselelerde tenkit edenler, akide sahasındaki görüşlerinde evleviyetle tenkit eder ve o derece methü senâdan geri dururlardı’’ şeklindedir.
Biz böyle dediğimiz vakit muarızımız bize şöyle cevap vermektedir: ‘’bahsi geçen (tartışmalarımızda gündeme gelen, İbn-i Teymiyye’yi methü senâ eden) âlimler muhakkik alimler olup onların İbn-i Teymiyye’nin bu tür görüşlerinden haberdar olmadıklarını ya da olamadıklarını söylemenin tutarlı bir yanı yoktur.’’
Mesela bu tartışmada gündeme getirilen isimlerden birisi de Allâme Âlûsî (rahimehullah)dir.. Halbuki Allâme Âlûsî, İbn-i Teymiyye’nin mesela bugün İbn-i Teymiyye konusunda yazıp-çizen ve konuşan hemen herkesin muttali olduğu ‘’âlemin kıdemi’’ noktasındaki görüşüne muttali olmadığını bizzat kendisi ifade etmektedir.
Allâme Âlûsî hayatının bir kesitinde İstanbul seyahati gerçekleştirmiş, bu seyahatinde devrin ulemâsı ve meşâyıhı ile görüşmüş, dönemin Şeyhü’l-İslâm’ı Arif Hikmet Efendiyle de sohbet etmiştir. Allâm Âlûsî bu seyahati hakkında toplam dört risale[1] kaleme almış ve bu risalelerden birisini, görüşüp sohbet ettiğinde kendisinden çok etkilendiği Arif Hikmet Efendi’ye tahsis etmiştir.[2]
Görüşmenin İbn-i Teymiyye Hakkındaki Bölümü:
Görüşme esnasında Şeyhü’l-İslâm Arif Hikmet Efendi, Allâme Âlûsî’ye İbn-i Teymiyye’yi sorar. Allâme Âlûsî de ona İbn-i Teymiyye’yi övücü sözler söyler. Arif Hikmet Efendi’nin; ‘’ama o âlemin kıdemini savunmaktadır’’ şeklindeki sözüne Allâme Âlûsî; ‘’O’na böyle bir şey nispet edilmiştir, Devvânî de bunu nakletmiştir ama İbn-i Teymiyye’nin o görüşü savunduğu sabit değildir’’ sözüyle mukabele eder.[3]
Burada aktarmış olduğumuz görüşmeden anlaşıldığı gibi, bugün İbn-i Teymiyye taraftarlarının ve karşıtlarının hemen hepsinin muttali olduğu; İbn-i Teymiyye’nin ‘’Âlemin Kıdemi’’[4] görüşünden Muhakkîk, Müfessir, Allâme Âlûsî haberdar olmuş fakat buna muttali olamamış, yani bu görüşün İbn-i Teymiyye’ye aidiyetinden emin olamamış, dolayısıyla bu konuda onu tenkit etmekten geri durmuştur. Acaba buna muttali olmuş bulunsaydı bu mes’ele hakkında ne derdi?
Bu görüşte dahi muttali olmamış bulunan Allâme Âlûsî’nin, İbn-i Teymiyye’nin o zaman –matbû olmamak, eserleri yaygın olmamak gibi imkansızlıklara bağlı olarak- kolay ulaşılamayacak diğer risale ve reddiyelerinde geçen, kendisinin teşbih ve tecsime nispet edilmesine sebep olan, bugün İbn-i Teymiyye’nin meraklı ve sıkı takipçi taraftarlarının dahi muttali olmamış bulundukları görüşlerine muttali olamadığını söylemek aklın gereği olup, kendi içerisinde de tutarlı bir iştir.
Benzer pasajları, O’nu ciddi sıfatlarla methü sena eden -hatta kendisine üç talak konusunda ve bu alandaki diğer konularda bir yandan reddiye yazıp diğer yandan onu metheden fakat i’tikâdî bazı görüşlerine muttali olduktan sonra onu sert bir dille tenkit eden- diğer âlimlerimiz için de nakledebiliriz.
Tekrar etmemiz gerekirse; biz İbn-i Teymiyye’yi en üst sıfatlarla methü senâ eden ulemanın, İbn-i Teymiyye’nin bu tür görüşlerinden hiçbir şekilde haberdar olmadıklarını savunmuyoruz. Bu görüşlerinden kimilerinin hiç haberdar olmadığını, kimilerinin ise haberdar olmuş olabileceklerini fakat haberdar olmuş olmalarına rağmen bu görüşlerin İbn-i Teymiyye’ye aidiyetini muhtemelen teyit edemediklerini, yani İbn-i Teymiyye’nin bu görüşlerinin ona aidiyetinden emin olamadıklarını savunuyoruz.
Bu yazdıklarımızdan sonra artık iş, insafa ve vicdana kalmıştır. Bunu görüp de hala Allâme Âlûsî üzerinden İbn-i Teymiyye’yi tezkiye etmeye kalkışan olursa, bu tavrı onun aynı zamanda adaletinin ve vicdanının seviye ve derecesinin de göstergesi olacaktır!
Netice:
İbn-i Teymiyye’nin bu derece tartışıldığı şu günlerde İbn-i Teymiyye taraftarlarına düşen; O’nu, ilmî ve dînî bir tavır, bir hareket olmaktan ziyade siyâsî bir tepki olan Vehhâbiliğin garezkâr ve kötü niyetli ellerinden kurtarıp kitaplarını, yazma nüshalara kadar inerek karşılaştırmak suretiyle eksikleri ve hataları tespit etmek, bir başka deyişle edisyon kritiği doğrultusunda bir çalışma yapmak ve bundan sonra en küçük bir ilave ya da çıkarma yapmadan, tahrifsiz bir biçimde, olduğu gibi itinayla basmak, üzerinde oynanmamış bir İbn-i Teymiyye portresini, hatalarıyla, kusurlarıyla, sevaplarıyla ve günahlarıyla olduğu gibi ortaya koymaktır.
Bu yapılmadıkça bu tür tartışmalar hiçbir zaman bitmeyecektir.
Yücel Karakoç
Dipnotlar:
[1] Allâme Âlûsî’nin bu İstanbul Seyehatine dair dört farklı risalesi vardır. Bunlardan birincisi;
Âlûsî’nin İstanbul’a gidiş sebebini, gidiş serüvenini, gidişte uğradığı yerleri ve görüştüğü kimselere dair yazmış olduğu; ‘’Neşvetü’ş-Şemûl fi’s-Seferi ilâ İslâmbul’’ isimli risalesidir.
İkincisi; dönüşünü, dönüşte uğradığı yerleri ve görüştüğü kimselere dair yazmış olduğu; ‘’Neşvetü’l-Müdâm fi’l-Avd ilâ Medîneti’s-Selâm’’ isimli risalesidir.
Üçüncüsü; İstanbul’da yaşamış olduklarına, görüşmelerine ve görüştüğü kimselerin kısaca takdîmine/tanıtımına dair yazmış olduğu; ‘’ Ğarâibu’l-İğtirâb ve Nüzhetü’l-Elbâb fi’z-Zehâb ve’l-İkâme ve’lİyâb’’ isimli risâlesidir.
Dördüncüsü de; Şeyhü’l-İslâm Arif Hikmet Efendiye dair kaleme almış olduğu; ‘’Şehiyyü’n-Neğâm fî Tercemeti Şeyhi’l-İslâm Ârifi’l-Hikem’’ isimli risalesidir.
[2] ‘’Şehiyyü’n-Neğâm fî Tercemeti Şeyhi’l-İslâm Ârifi’l-Hikem’’
[3] ‘’Ğarâibu’l-İğtirâb ve Nüzhetü’l-Elbâb fi’z-Zehâb ve’l-İkâme ve’lİyâb’’
[4] Nitekim İbn-i Teymiyye konusunda orta yolu tutma noktasında oldukça titiz davrandığını söyleyebileceğimiz ve bu konuda bir kesim tarafından da tenkit edilen muasır âlimlerden Muhammed Sâlih el-Ğursî (Ekinci) Hocaefendi de İbn-i Teymiyye’nin bu görüşünün hem naklen hem de aklen merdud olduğunu, ayrıca icmaa da muhalif olduğunu, mes’eleyi yanlış anlayıp bu bağlamda birden fazla hataya düşmüş olduğunu açıkça beyan eder. Ama İbn-i Teymiyye’nin bu konudaki görüşünün feylosofların görüşünden farklı olduğundan, küfür isnadını gerektirecek bir görüş olmadığını da ayrıca belirtir.
bknz. Muhammed Sâlih el-Ğursî (Ekinci) İFAM Nesefî Akâidi Dersi-1 46. Dakika.
Bu haber 2227 defa okunmuştur.