Ramazanın insanları vardı eskiden. Ramazan’ın insanileştirdiği insanlardan bahsediyorum. Ramazan’ın geldiğini en çok da bu insanların hallerinden bilirdik. Eskide kaldı maalesef bu insanlar. Elimizde kalan sadece Ramazan’ın manevi iklimi ve birkaç Müslüman. Biz bu manevi iklimin gölgesinde biraz olsun dünyanın felaketlerinden kurtulmayı beklerken, bazıları bu manevi iklimi bozup, yerine şeytani bir iklimin tohumlarınım saçıyor. İnsanların manevi duygularına, biraz olsun Müslümanca yaşamalarına darbe vuran insanlardan bahsediyorum. Her Ramazan ve mübarek günlerde tekrar ediyor bu şeytani darbeler. Müslümanların biraz olsun Müslümanca yaşamalarına tahammülleri yok. Biraz olsun nefsani duygulardan arınmalarına tahammülleri yok. Ne kendileri yaşıyor ne de başkalarına yaşatıyorlar bu mübarek günleri.
Son yıllarda bazı şahısların, geçmişten intikam alma girişimlerini Türkiye Müslümanları bizzat yakından yaşıyor. İdeolojik altyapısı dışa bağlı bir takım vaatlerle doldurulmuş olan bu yapı, geçmişte yaşanan İslam’ı ayaklar altına alıp, adeta bu dinin yeniden indirildiğini iddia ediyorlar. İddia etmekle kalmıyorlar bunu kanıtlamak için Kur’an’ın dilini kullanıyorlar. Buldukları “uydurulan din’den, indirilen din’e” sloganı ise, yeni bir İslam’ın yeni bir dinin habercisi değil de nedir?
Hindistan’da Seyyid Ahmed Han’ın düşünceleri etrafında Abdullah Çekralevi tarafından ortaya çıkarılan Kur’aniyyun hareketi bizim ülkemizde de taraftar bulmuş; bu sayede Ehl-i Sünnet anlayışına karşın bir İngiliz uşağının anlayışı tercih edilmiştir. Kur’aniyyun mezhebi metne bağlı kalan ve sadece Kur’an ile yeni bir din arayışının adıdır. Sünnet kavramı bu mezheb için sadece söylentidir. Daha açık ifadeyle onların hayatlarına bir etkisi yok. Delil anlayışları Kur’an ile sınırlıdır. Evet, bu mezheb ile hemen hemen aynı şeyleri dillendirenler arasında Akabe vakfının verdiği iftarda konuşan Bay M. İslamoğluda var.
Yaptığı konuşmanın neresinden tutsak elimizde kalır. Nefretinden mi bahsedelim, inkâr ettiği hadislerin durumundan mı bahsedelim, yoksa kendisini dinleyenlere yaptığı şovdan mı bahsedelim? İnkâr etmeyi marifet sanan bir zihniyetin inanç damarlarında dolaşan iman, zulme, zalime kıyam edebilir mi? Bunun cevabını kendisinin “Suriye’yi İran’a teslim edin. Şu bebek yüzlü katilden Suriye’yi temizleyin”[1] talebinden kolayca anlayabiliriz. Kendisi bu Esed katilinin İran tarafından beslenildiğini bilmiyor mu? İslamoğlu’nun umrunda mı sanki ölenler? Onların gündemi “indirilen dine” giden yollara kaldırım döşemek. Bu güne kadar Ümmetin yararına hangi platformda boy gösterdiler? Ne zaman zulüm altında inleyen Müslümanlara sahip çıktılar? İşleri güçleri Müslümanların itikad haline getirdikleri inanç ilkelerini inkâr etmek.
Akabe vakfında yaptığı konuşmaya[2] gelecek olursak şirk dininden bahsediyor ve şirkin kendisini farklı kulvarlarda gösterdiğini söylüyor. Bu kulvarlar Ümmetin icmasıyla dini ilim mahiyetinde olan Kelam, Fıkıh, Tasavvuf vb. ilimlermiş. Yani bunlar şirk yuvasıdır, bunlar insanı şirke götürür diyor. Ona göre Kur’an’ı bilmek için Türkçe yetiyor. “Biz bütün kitapların üstüne Kur’an’ı koyduk” derken aslında “sadece Kur’an yeter” demek istiyor. Böylece ne Sünnet ne de Sahabe onların yeni dininde olma hakkını kaybediyor. Onların Kur’an dediği metin de kendi anlayışları ve ideolojiler çerçevesinde şekillenen bir metin haline geliyor.
Kur’ani hareket bu ümmete ne vermiş acaba düşünüyor insan. Zihin yoklaması yaptığımız zaman elde var sıfır. Yani, Ümmetin faydalanmadığı bir hareket ne kadar Müslümanca ve samimice olabilir ki! Kur’an Ümmetin kitabıdır ve onun üzerinden yapılacak olan konuşmalar öncelikle Ümmeti hedef alan ve onların faydasına olmalıdır. Aksi takdirde Ümmete taşınmayan ve onların gönlünde yer etmeyen Kur’an’i okumalar, toplumu bozmaktan öteye geçmez. Ayetler toplumun düzeltilmesi ve islahı içindir. Ancak Rıza-i ilahiye uygun olmayan okumalar ifsada yol açar. Buradaki asıl mesele ayetlerin heva ve hevese kurban edilmesidir. Eğer sağlıklı bir Kur’an okuması yapılacaksa bu okuma, “Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir” [3] ayetinde mercii olarak gösterilen Peygamberin onayından geçmek zorundadır. Peygamberin söz hakkı olmadığı bir din; din değildir. Masa başında icad edilen bir ideolojidir.
Konuşmasını tribüne oynayarak bitiren İslamoğlu, adeta kadim ilmi müktesabata savaş ilan ederek sözü yaveri Mehmet Okuyan’a bırakıyor. Tarihi unutmuş olmalı ki, geçmişten bugüne hak-batıl mücadelesi/savaşı hep vardı ve olacak da. Tabi onların savaşı, söylemese de Ehl-i Sünnet itikadına karşıdır. Ehl-i Sünnet itikadı İslam’ın kendisidir. Rıza-i İlahiye uygun olarak ilkeleri konulmuş ve bugüne kadar Ümmetçe kabul edilmiştir. Senden önceleri de savaş ilan ettiler. Devlet eliyle nice imamlarımız zindanlarda şehid oldu. Ne kıyamlar oldu Ehl-i Sünneti korumak için. En ufak bir taviz dahi verilmedi. Ne bir gevşeme ne de bir boyun eğme. Aynı tavizi ve gevşemeyi biz de göstermeyeceğiz. Ne olursa olsun bu yolun korunması için canımızı ortaya koyacağız.
Ehl-i Sünnet küllerinden dirilerek, devlet altında inlerken Allah’ın yardımıyla Müslümanlar için kurtuluş yolu olmuştur. Bu yolun koruyucusu elbette Allah’dır ve bu yol kıyamete kadar da baki kalacaktır.
Yunus Sanır
Dipnotlar:
[1] https://www.youtube.com/watch?v=dYUQ4nuMfmo
[2] https://www.youtube.com/watch?v=u-M7huLP9ro
[3] Nisa 59