HATİPOĞLU'NUN (MEHMET SAİD) HADİS İLİMLERİNE VE MUHADDİSLERE KARŞI SAYGISIZCA YAKLAŞIM


Açıklama: HATİPOĞLU'NUN (MEHMET SAİD) HADİS İLİMLERİNE VE MUHADDİSLERE KARŞI SAYGISIZCA YAKLAŞIM
Kategori: MEHMET SAİD HATİPOĞLU
Eklenme Tarihi: 08 Aralyk 2019
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 17:04
Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site
URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=795


 

Ankara İlahiyat’ın Emekli Hadis Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu’nun, Mehmet Görmez’in İDE’sindeki yeni dönem açılış dersinde yaptığı konuşmasından kısa bir video sosyal medyaya düşmüştür. Hatipoğlu bu kısa videoda, hadise ve hadis ilimlerine olan “oryantalist” bakış açısını, ne yazık ki talihsizce tekrar etmektedir.

 

Öyle ki Hatipoğlu söz konusu konuşmasında, Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde gelen bir hadisi şerifi, Yahudi Müsteşrik Goldzier’in bakış açısına göre değerlendirmekte, bunu açıkça ifade etmekte ve İslam alimlerinin ittifakla “sahih” kabul ettikleri Buhari ve Müslim hadislerini, muhaddislerimizi ve Hadis Usulü ilimlerini yerin dibine batırmakta, İslam alimlerinin hadisi anlayamadıklarından söz etmektedir. Bu bağlamda, Yahudi Müsteşrik Goldzier’in, hadisleri İslam alimlerinden daha iyi anladığı iddiasıyla adeta övgü dizmektedir. Güya, ele aldığı bir hadisi şerifle ilgili gerçeği, muhaddislerimizden ve hadis ilimlerimizden öğrenemediğini, hocası Tayyib Okiç’in yönlendirmesiyle Goldzier’den öğrendiğini sitemle ifade etmektedir.

 

(Bkz. https://twitter.com/osmanncavus/status/1196413445022912513?s=12 ).

 

Hatipoğlu’nun kısa videodaki talihsiz iddialarının yanlışlığını ve bunların gerekçelerini maddeler halinde şu şekilde sıralamak mümkündür:

 

1-Hatipoğlu’nun sözünü ettiği hadisin anlamı şöyledir:

 

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “Kureyş’ten (gençlerden, çocuklardan, tecrübesizlerden) oluşan bir kabile ümmetimi helak edecektir” sözü üzerine sahabe; “O zaman bize ne emredersiniz ya Rasülellah?” diye sorar. Peygamber (s.a.v.) de, (Ümmetim) onlardan uzak dururlarsa (iyi olur)” şeklinde cevap verir.

(Buhari, Menâkıb, 25, 4/177, No: 3604; Müslim, Fiten, 74, 3/2236, No: 2917; Ahmed, 2/301. Bkz. Buhari, Fiten, 3; Nevevi, el -Minhâc Şerhu Müslim, 18/248; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 7/511; 14/9; Aynî, Umdetü’l-Kârî, 15/53, 54).

 

2-Ravi, Ebu Abdurrahman Abdullah, babası Ahmed b. Hanbel’in, ölüm hastalığındayken hadis hakkında söylediği şu açıklamayı ekler:

 

Bu hadise bir işaret koy (yani araştırılsın), zira bu Nebi (s.a.v.)’den gelen (bazı) hadislerle örtüşmemektedir. Yani [Hz. Peygamber (s.a.v.)’in], ‘kulak verin, itaat edin ve sabredin’ hadisini kastetmektedir.” (Ahmed, 2/301).

 

Aşağıda genişçe temas edeceğimiz üzere Hatipoğlu, Ravi Abdullah b. Ahmed’in bu açıklamasını, Goldzier’den edindiği bilgiye dayanarak “bu hadisin silinip atılması olarak” anlamaktadır.

 

3- Hatipoğlu’nun videoda ifade ettiği, “senediyle metniyle hadisin Buhari ve Müslim’de de aynısı var” sözünden, sanki, Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah’ın söz konusu açıklamasının da Buhari ve Müslim’de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki Buhari ve Müslim’de gelen hadiste, ravi Abdullah’ın bu açıklaması mevcut değildir. Aksine Buhari ve Müslim’deki hadis, “(Ümmetim) onlardan uzak dururlarsa (iyi olur)” ifadesiyle son bulmaktadır.

 

Bunun yanında, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki hadisle, Buhari ve Müslim’deki hadis, bütün olarak aynı olmadığı gibi senetleri de farklıdır. Hatipoğlu ise, -Buhari ve Müslim’i örselemek amacıyla, “Müsned’deki hadisin metin ve senediyle birlikte, Buhari ve Müslim’deki hadislerin aynısı olduğunu” söylemektedir. Müsned hadisi ile Buhari ve Müslim’in senetleri arasındaki farklılığı aşağıda izah edeceğiz.

 

4-Müsned’deki rivayetin senedi, “Abdullah, babası Ahmed, Muhammed b. Ca’fer, Şu’be, Ebu’t-Teyyâh, Ebû Zür’a ve Ebu Hureyre” şeklindedir. (Ahmed, II/301).

 

Buhari’deki rivayetin senedi, “Muhammed b. Abdurrahim, Ebu Ma’mer İsmail b. İbrahim, Ebu Üsame, Şu’be, Ebu’t-Teyyâh, Ebû Zür’a ve Ebu Hureyre” şeklindedir. (Buhari, Menâkıb, 25, No: 3604).

 

Müslim’deki rivayetin senedi ise, “Ebubekir b. Ebi Şeybe, Ebu Üsame, Şu’be, Ebu’t-Teyyâh, Ebû Zür’a ve Ebu Hureyre” şeklindedir. (Müslim, Fiten, 74, No: 2917).

 

İmamların hocaları istisna edildiğinde, Buhari ve Müslim’in senetlerinin aynı olduğu, Müsned’deki senedin ise bunlardan farklı olduğu görülmektedir. Şöyle ki:

 

Buhari ve Müslim rivayetinde gelen rivayetin senedinde, Şu’be’den hadisi alan Ebu Üsame’dir. Müslim’in hocası İbn Ebî Şeybe, hadisi Ebu Üsame’den direkt alırken, Buhari’nin hocası Ebu Ma’mer, hadisi Ebû Üsâme’den almıştır. Yani, Buhari’deki rivayetin senedine, Müslim’den farklı olarak, Ebu Üsame’den sonra Ebu Ma’mer girmiştir.

 

Buhari ve Müslim, rivayetlerinin altında, Şube’den itibaren kendilerine gelen birer “mütâbi’” isnadı da zikretmektedirler. Bilindiği gibi “mütâbi’”, sahabeden sonraki asırlardan itibaren gelen ve hadisi destekleyen diğer isnadlardır. Bu şekildeki desteklemeye de “mütebeât” denir. Hadislere daha güçlü bir destek sağlayan “şâhid” ise, bir hadisin, sahabeden itibaren gelen diğer isnadlarıdır. (Bkz. Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu'l-Manzûmeti'l-Beykûniyye, s. 128).

 

Söz konusu hadiste Buhari’nin mütâbii, Şu’be’den sonra gelen “Ebû Dâvud ve Mahmud” rivayetiyle gelen isnaddır. Müslim’in mütâbii ise, yine Şu’be’den sonra gelen “Ebû Davud, Ahmed b. Osman en-Nevfelî ve Ahmed b. İbrahim ed-Devrekî”dir. (Buhari, Menâkıb, 25, 4/177, No: 3604; Müslim, Fiten, 74, 3/2236, No: 2917). Bu isnaddaki Ebu Davud, sünen sahibi bildiğimiz Ebu Davud es-Sicistânî (v.h.275) değil, Müsned sahibi ve hadiste 7. tabaka olan Ebu Davud et-Tayâlisi (v.h. 204)’dir. (Bkz. Zehebî, Tezkitratü’l-Huffâz, I/257).

 

Müsned’deki hadisin senedinde ise, Buhari ve Müslim senetlerinden farklı olarak, Ahmed b. Hanbel’den hadisi rivayet eden “oğlu Abdullah”la, Ahmed b. Hanbel’in kendisinden hadis aldığı “Muhammed b. Ca’fer” bulunmaktadır. Yukarıda görüldüğü üzere, senette, “Şu’be”den sonra “Muhammed b. Ca’fer” yer almaktadır. Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah’ın sika ve sebt olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf görülmemektedir. (İbn Hacer, Takrib, I/381, No: 3550; Suyuti, Tabakâtu’l-Huffâz, s. 310, No: 660). Buhari ve Müslim senedindeki ravilerde ise zaten kusur bulunamaz.

 

Muhammed b. Ca’fer’in (Ebu Abdullah Gunder el-Basrî) ise, genel olarak sika olduğu belirtilmekle beraber, bazı alimlerin değerlendirmesinde bazen “gaflet sahibi olduğu belirtilmektedir. Ebu Hâtim, onun “sadûk” olduğunu ve “Şu’be”den rivayet ettiği hadislerin dışında kalan rivayetlerinin delil olarak kullanılamayacağını fakat, araştırma için yazılıp tespit edileceğini belirtilmektedir. İbn Hacer de onun “sika” (güvenilir) olduğunu belirtmekle beraber bazen “gaflet” ettiğini söyleyen muhaddislerdendir. Dolayısıyla Muhammed b. Ca’fer’in, belli dönemden sonra bazen gaflet sahibi olduğu belirtilmektedir. Bu durumda Muhammed b. Ca’fer’in gaflet sahibi olduğu dönemde rivayet ettiği hadisler ihtiyatla karşılanacaktır. (Buhari, Tarîhu’l-Kebîr, I/57, 58, No: 119, Muhakkik Mustafa Abdülkadir Atâ’nın 119 no’lu dipnotu; Zehebi, Siyeru A’lâmu’n-Nübelâ, /58, 59, No: 1482; İbn Hacer, Takrib, 2/160, No: 6492).

 

5-Ahmed Muhammed Şakir, Şuayb Arnavut ve Müsned şârihi Ahmet el-Bennâ, Hadis-i Şerif’in Müsned’deki isnadının sahih olduğunu söylemişlerdir.  (Ahmed el-Bennâ, el-Fethu’r-Rabbânî, 6/23; Ahmed Muhammed Şakir, Müsned, 6/231, No: 7992; Şuayb Arnâvût - Âdil Mürşit, Müsned, 13/381, 382, No: 8004).

 

Yukarıda senette bulunan Muhammed b. Ca’fer (Gunder el-Basrî)’in, hadisi Şu’beden almış olması, hakkında sonradan ortaya çıkan “gaflet sahibi” değerlendirmesini bertaraf etmektedir.  Ayrıca, Buhari ve Müslim’de gelen diğer isnadlar dolayısıyla da hadis, tamamıyla güçlenip “sahih” hale gelmektedir. Bu bakımdan Ahmed el-Bennâ, Ahmed Muhammed Şakir ve Şuayb Arnavud da hadisin isnadının sahih olduğunu söylemişlerdir.

 

Hatipoğlu ise, videoda görüldüğü üzere, Goldzier’in öğretisiyle önce Müsned hadisini yok saymaktadır. Bundan hareketle de “aynı hadistir, bu silinip atılmışsa o da silinip atılmalıdır” yaklaşımıyla, Buhari ve Müslim’de gelen hadisi de adeta çöpe atmak istemektedir. Dolayısıyla Hatipoğlu, Goldzier’e dayanarak, Kur’an'dan sonra en güçlü dini delil olan Buhari ve Müslim gibi kaynaklarda gelen “müttefekun aleyh” bir hadisi örselemiş olmaktadır. Hatiboğlu, bu yaklaşımındaki temelinin azılı Yahudi Müsteşrik Goldzier olduğunu da açıkça ifade etmektedir.

 

6-Hatipoğlu’nun iddiasına göre, ravi Abdullah’ın, söz konusu hadise ek olarak getirdiği açıklamada yer alan “ıdrıb alâ hâze’l-hadis…” ifadesi, -güya- hadisi silip atmak anlamına gelmektedir. Bunu da Goldzier’den öğrendiğini söylemektedir. Halbuki, ulaşabildiğimiz çok sayıdaki sözlükte, “garibu’l-hadis” kitaplarında ve şerhlerde, “darabe alâ” kalıbının böyle bir anlama geldiği konusunda açık bir ifadeye rastlayamadık.

 

Diğer yönden, “darabe alâ”; Kehf Suresi, 18/11’de olduğu gibi “uyutmak(Lisânü’l-Arab, I/503) ve “empoze etmek, baskı yapmak ve zorlamak” anlamlarına gelmektedir (İlyas Karslı, Arapça Türkçe Yeni Sözlük, s. 1455).

 

Birinci anlama göre hadisin ibaresi, “o hadisi şimdilik delil alma!”, “o hadiste şüphe var” gibi bir anlam kazanacaktır. Hatipoğlu’nun Goldzier’den aktarıp amel ettiği üzere, bu ibarenin, “hadisi silip atmak” anlamına geldiği söylenirse, hadislere karşı itinasız davranılmış olur. Halbuki bir muhaddis bunu yapamaz. Zira, şüpheli hadislerin araştırılması amacıyla yazılıp korunmaları gerekmektedir. (Bkz. İbn Salah, Ulûmu’l-Hadîs, s. 121, 122; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 214).

 

İkinci anlama göre ise hadisin ibaresi, “bu hadise bir işaret koy, üzerinde duralım” veya “araştırılsın” şeklinde bir anlam söz konusu olacaktır ki bu da sonuç itibariyle birinci durumdaki mana ile aynıdır.

 

Öyleyse, her iki durumda da hadis atılmamış, aksine korunmuş olmaktadır. Hadisin, bugün Müsned’de yer alması ve bize kadar intikal etmesi de Abdullah b. Ahmed’in o hadisi atmadığını ve koruduğunun delilidir.  Yoksa o hadis bugün yerinde olmazdı, Müsned’de göremezdik. Nitekim Hadis Usulü ilminde kural olarak, çok zayıf veya uydurma olmadığı sürece bir rivayet, araştırma amacıyla yazılır ve korunur. (Bkz. İbn Salah, Ulûmu’l-Hadîs, s. 121, 122; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 214; Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu'l-Manzûmeti'l-Beykûniyye, s. 63-65).

 

Cerh-ta’dil kitaplarında ise bu kalıbın, “hadisin terkedilmesi” anlamına geldiği yerlere rastlamak mümkündür. Bu da hadisin atılması anlamına değil, araştırılana kadar hükmünü uygulamamak demektir. 

 

Nitekim İbn Salah, “darabe alâ” kalıbının, kadim hadis usülü kaynaklarında, durumundan şüphelenilen hadisin, yazıya dokunmayacak şekilde fevkına bir hat çekmek, yarım daire koymak veya “sıfır” işareti koymak şeklinde olduğunu, çizginin yazıya karışması halinde ise buna “şakk” dendiğini haber verir. Bu şekilde işaretlenen hadis, başka isnatları beklenerek veya başka şeyhlerden/hocalardan dinlenerek durumu aydınlatılacaktır. Bu yüzden hadis yazılışında kazıyarak yok etme anlamına gelen “hekk” uygun görülmemiş ve “hekk”, töhmet olarak kabul edilmiştir. (İbn Salah, Ulumu’l-Hadis, s. 198-200; Sehavi, Fethu’l-Muğîs, 3/99, 100). 

 

Sehavi de İbn Salah’ın değindiği görüşlere temas etmektedir. Sehavi’nin aynı sayfada, üzerine (fevkına) çizgi çekilen yazının, o yazıyı “ilgâ etmek” anlamına geldiğini söylemesinden kastettiğinin de o yazıyı silip atmak değil, o yazının durumu aydınlanıncaya kadar o yazının askıya alınması, yani, ifade ettiği hükmün dondurulması ve hükmünün geçici olarak ibtalidir.  (Bkz. Sehavi, Fethu’l-Muğîs, 3/99 Bkz. Razi, Muhtaru’s-Sıhah, s. 624).


YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=491#203107115