SÜNNETLERİ YERİNE GETİRMENİN ÖNEMİ


Açıklama: Sünnetin yeri, önemi ve daha birçok konuda güzel bilgiler..
Kategori: REDDİYELER
Eklenme Tarihi: 09 Aralyk 2014
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 17:33
Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site
URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=194


Allah Teâlâ kendisine nasıl kulluk yapacağımızı, içimizden seçmiş olduğu elçiye bakarak anlamamızı ve hayata geçirmemizi bizlerden istiyor. Ayet-i kerime de Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

 

‘’Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah en güzel örnektir. ‘’ [1]

 

Diğer bir ifade ile Cenab-ı Hak, Rasulünün sünnetine uymayı, hem Allah’ı sevmenin hem de Allah tarafından sevilmenin alameti ve günahların bağışlanmasına bir vesile sayıyor:

 

 

“(Ey Habibim) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” [2]

 

Sünnet Nedir?

 

Hadis ve sünnet, Kur’an dışında Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimize ait olan sözleri, fiilleri, davranışları, sükût buyurup tasvip ve tasdik ettiği halleri ve yapmaya niyetlendiği şeyleri ifade için kullanılan iki terimdir. Ancak ikisi arasında kullanım açısından biraz fark vardır.

 

Hadis, daha çok Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) sözlerine, fiillerine ve sükût yoluyla tasdik ettiği şeylere denir.

 

Sünnet ise, daha çok Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) gidişat, davranış, ahlak ve takip ettiği yol için kullanılır. Sünnet, hadisten daha özel bir mana ifade eder. Birini diğerinin yerine kullanmanın dinen bir sakıncası yoktur.

 

Ehl-i Sünnet demek, itikad, amel ve yaşantı olarak Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) yolundan giden kimse demektir. Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayrılmadıkları için Ashab-ı Kiram’a uyan kimseye de “Ehl-i Sünnet” denir. [3]

 

Peygamberimizin çoğu zaman yaptıkları ve farz olmadığını bildirdiği halde, ısrarla yapılmasını istedikleri şeyler, kuvvetli, yani "müekkede" sünnet, çoğu zaman terk ettikleri ise, az kuvvetli, yani "gayr-i müekkede" sünnet olur. Meselâ, misvakla ağız temizliği, namazları cemaatle kılma, sabah, öğle, akşam ve yatsı (son sünneti) namazlarının sünnetleri kuvvetli sünnetlerdir. İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri ise az kuvvetli sünnetlerdir. Sünnetleri yapan, fazlalık sevap kazanır ve Kıyamet gününde Peygamberimizin şefaatine daha büyük ihtimalle kavuşur. Özürsüz terk edenler ise günahkâr olmasalar bile, asık bir çehreyle karşılanırlar.

 

Her Arapça bilen veya bir hadis kitabının Türkçesini ele geçiren kimse, hadis kitaplarını önüne koyup okuduğu her hadisle amel edemez. Özellikle hüküm ve fıkıhla ilgili hadislerle, fakihlerin tespit ve ictihadına göre amel edilmelidir. İtikadla ilgili hadislerin izahını, ehil âlimlerden dinlemelidir. Ahlak, edeb ve faziletlerle ilgili hadisleri, kısa da olsa bir açıklamadan öğrenmelidir.

 

Hadisler bir eczane gibidir. Hangi hastalığa hangi ilaçtan ne kadar alınacağı, uzman bir doktora sorulmalıdır. [4]

 

Sahabe-i Kiram, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in: "Size benim sünnetime sarılmanızı tavsiye ederim”[5] emrini işitince, buradaki sünnet lafzından "O'nun umumi ve hususi hayatındaki davranışlarını ifade ettiğini" bildikleri için hiçbir şey sormamışlardır.  Çünkü bu kelimeye yabancı değillerdi.

 

Sünnet, Hz. Kur’an’ın canlı tefsiridir. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) üzerinde zuhur eden ilahi ahlaktır. Allah’ın razı olduğu cennet hayatının bir numunesidir.  Bütün insanlık, sünnet ahlakını yaşamak ve yaymakla görevlidir. Başka fikir, felsefe ve kültürler sadece acı, gözyaşı ve hüsran getirir.

 

Sünnetin Yeri ve Önemi

 

İlâhi kelâm olan Kur’an, insanlık âlemine Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz vasıtasıyla intikal etmiştir. Üstelik Cenab-ı Hak, Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’i, Kur’an’ı insanlara sadece tebliğ etmekle değil, aynı zamanda açıklamakla da görevli kılmıştır.

Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’e uymayı, O’na muhalefet etmemeyi, O’nun getirdiklerini alıp, sakındırdıklarından uzak durmayı emreden, Allah’ın rızasını arayanlar için O’nda güzel örnek bulunduğunu haber veren, ancak O’na itaat etmekle gerçek anlamda Rabbimiz’i sevdiğimizi söyleyebileceğimizi ve bağışlanmamızın da buna bağlı olduğunu bildiren ayetler, Sünnet’in dindeki yerini ve fonksiyonunu tayin edici ilâhi beyanlar cümlesindendir.

 

Buradan hareketle şunu söylemek kaçınılmaz olmaktadır: Eğer Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in açıklaması olmadan Kur’an’ın Cenab-ı Hakk’ın muradına uygun olarak anlaşılması ve yine Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu bir hayatın yaşanması mümkün olsaydı, Efendimiz’e vurgu yapan onlarca ayete (haşa) gerek olmazdı. [6]

 

Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) haber vererek şöyle buyurmuştur:

 

“Bilin ki bana Kur’an ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘sadece bu Kur’an’a sarılın, Kur’an’ın helal dediğini helal, haram dediğini haram kabul edin’ diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Allah’ın Rasulü’nün haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.” [7]

 

Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) haber verdiği, Sünnet’e gerek olmadığı ve sadece Kur’an’la yetinme düşüncesinin öncüsü niteliğinde değerlendirilebilecek hususun, tabiun (sahabeden sonraki nesil) döneminde gerçekleştiğini görüyoruz.

 

Menkıbe

 

Sahabeden İmran b. Husayn (r.a.), bir yerde şefaatten bahseder.

 

Orada bulunanlardan biri ”Ey Ebu Nuceyd, sizler bize bazı hadisler söylüyorsunuz, ama biz Kur’an’da onların bir aslını bulamıyoruz!” diye karşılık verir.

 

Bunun üzerine İmran b. Husayn (r.a.) kızar ve adama: “Sen Kur’an okudun mu?” diye sorar.

 

Adam: “Evet” deyince, “Peki Kur’an’da öğle namazının dört rekât olduğunu ve kıraatin alçak sesle yapılacağını bulabilir misin?”

 

Daha sonra namaz, zekât ve benzeri hususları sayar ve o şahsa “sen bunların tafsilatını Kur’an’da bulabilir misin? Bulamazsın, çünkü Allah’ın Kitabı bu konulara kısa ve genel değinmiştir. Bunların ayrıntısını Sünnet vermiştir.” der. [8]

 

Tabiinin büyüklerinden Mutarrif b. Abdullah’a (r.a.) birisi; “Bize Kur’an’dan başka bir şeyden bahsetme!” dedi, o da cevaben “Allah biliyor ki biz, Kur’an’ın yerine geçecek başka bir şey istemiyoruz. Biz, Kur’an’ı bizden iyi bilenin Sünnetin peşindeyiz” demiştir. [9]-[10]

 

Hiç bir sahabeden böyle bir söz duyulmamıştır. Hak olan hiç bir mezhep imamı ve fakih “Kur’an ve aklımız bize yeter!” dememiştir. Hiç bir muhaddis ve müfessir böyle bir şeyi dile getirmemiştir. Hiç bir veli, Hz. Peygamberin elinden tutmadan Allah’a ulaşacağını düşünmemiştir. Düşünenler velilik değil, delilik diplomasını almışlardır. [11]

 

Ömer b. Abdülaziz (rh.a.) der ki: ‘’Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve ondan sonra gelen râşid halifeler bir yol belirlediler. Bu yolu tutmak, Allah’ın kitabına sarılmak ve Allah’ın dinini güçlendirmek demektir. Hiç kimse bunun yerine başka bir şey koyamaz, değişiklik de yapamaz. Buna muhalefet edenlere itibar edilmez. Bu yolu tutanlar doğru yolu tutmuş olurlar. Bu yolu tutarak yardım isteyenler yardım görürler. Kim bu yolu terk eder, müminlerin yolundan başka bir yol tutarsa, Allah onu tuttuğu yolda kendi başına bırakır ve onu cehenneme yaslar. Orası ne kötü bir varış yeridir.’’ [12]

 

Ali Havvâs diyor ki: “Farz olan ibadetler, anahtardır… Sünnet olan ibadetler onun dişleridir. Anahtar dişlerinde eksiklik olursa kilit açılmaz. Açılması için de, başka bir şey yapılamaz. Meğerki o kilit yerinden söküle…”

 

Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in: "Şüphesiz ki bana bir kitap ve onunla birlikte bir benzeri verildi"[13] Hadis-i Şerifini esas alan İslam uleması; Hasan b.Atiyye'den şu rivayeti nakleder:

 

"Cibril (a.s) Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de Resulullah’a (sallallâhü aleyhi ve sellem) indiriyordu. Kur'an'ı öğrettiği gibi sünneti de ona öğretiyordu"[14] hükmünü beyan etmiştir.  Kur'an-ı Kerim’de de "Kitap ve hikmet" bir arada zikredildiği sabittir.[15]

 

Ayet-i kerimede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İçlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) temizleyen, kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütuf ta bulunmuştur.” [16]

 

İmam Şafii bu ayet-i kerime ile ilgili şöyle der:

 

“Kur'an bilgisini beğendiğim bir kimseden bununla ilgili olarak şöyle dediğini duydum: "(Ayette geçen) hikmet, Resulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) sünnetidir:’’ [17]

 

Başka bir ayet-i celile de Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

“Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [18]

 

Savi ayetin tefsirinde şöyle buyurur: “Burada Yüce Allah'ın adının söylenmesi. Onun şanını yüceltmek ve Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in verdiği hükmün, Allah'ın verdiği hüküm olduğuna işa­ret içindir. Çünkü Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem), heva ve hevesine uyarak konuşmaz.” [19] 

 

İbn Kesîr ise şöyle der; “Bu âyet, bütün işler için geçerlidir. Yani, Allah ve Resulü herhangi bir hüküm verdiklerinde, hiçbir kimse ona muhalefet edemez. Hiç kimsenin tercih etme, görüş açıklama ve söz söyleme yetkisi yoktur.”[20]

 

Bunun içindir ki Yüce Allah, muhalefet edenlerin sonlarının çok kötü ola­cağını söyleyerek şöyle buyurdu: Kim, Allah ve Resulü’nün emrine aykırı davranırsa, doğru yoldan çıkmış, yanlış yola girmiş ve apaçık bir sapıklığa düşmüştür. [21]

 

Buhari, Ebu Hureyre'den rivayetle Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:

 

“Yüz çevirenler hariç, ümmetimin tamamı cennete girecektir.” Sordular:

 

“Ya Rasulullah! Kimdir o yüz çevirenler?" Cevap verdiler:

 

"Bana itaat eden cennete girer, isyan edende yüz çevirmiş olur.” [22]

 

Hadis-i şerifinden anlaşılacağı üzere Allah Resulüne uymak cennete girmek için bir vesile olacağı anlaşılmaktadır. Bu cihetle mademki Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sünnetlerinin ihya edilmeyişi felakete sebep olacaktır, öyleyse bu felaketten kurtulmanın çarelerine başvurmak lazımdır. Bu da Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sünnetini öğrenmek ve öğretmektir.

 

Tek görevi Allah’ın dinini tebliğ ve öğretme olan Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) fikir, fiil, söz ve davranışlarını bilmeden ve örnek almadan İslam dini yaşanamaz. Birileri, “o hadis ve sünnet olarak anlatılanlar sağlam değil, şüphelidir. Onlar olmadan da biz İslam’ı yaşarız” derse, o yaşadığı İslam dini değildir, başka bir dindir. Peygamber yerine kendisini, Sünnet yerine aklını koyarak Kur’an’ı anlamaya çalışan kimse, Allah’ın istediği dini değil, nefsinin süslediği bir felsefeyi ortaya koyar ve öyle yaşar. Bu şekilde ortaya çıkan ise; edeb içinde amel edilecek bir din değil, edebsizce bol bol laf edilecek bir felsefi ekoldür. Ayetlerde uyarıldığı gibi, bu ekolün başında şeytan, içinde nefis, sonunda ateş vardır. [23]-[24]

 

Gavs-ı Sani (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: "Yola çıkan kimsenin hedefine ulaşması için belli bir yol ve usul takip etmesi gerekir. Başıboş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye varacağı belli olmaz. Allah (c.c) yoluda böyledir. O yolda Hz. Resulullah'ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) izinden başka Allah'a (c,c) giden bir yol ve kapı yoktur."

 

Sünneti İhyanın Fazileti

 

Hz Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sünnetini ihya ilahi aşkın alametidir. Her kul yüce Allah’a sevgisi ancak edeple ispat edebilir. Edep ise sünnete uymaktır.

 

Ashâb-ı kirâm Hz. Resûllah’ı (sallallâhü aleyhi ve sellem) her yönüyle taklit ediyor, her şeylerinin ona benzetmeye çalışıyorlardı. Allah Resûlüne benzemek onlar için en büyük faziletti. Hz. Âişe (r.anha) annemiz Peygamberimiz’le şevval ayında evlendiği için kendi akrabalarının da buna uyarak şevval ayında evlenmelerinin istiyordu. [25]

 

Ebû Hüreyre’den (r.a) sonra en çok hadis rivayet eden yedi sahabeden biri de Abdullah b. Ömer (r.a) idi.

 

Abdullah b. Ömer (r.a) peygamber sevgisini, hayatının gayesi haline getirmiş mümtaz bir sahabe idi. Onun Resûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) bıraktığı hatıralara karşı müthiş bir iştiyakı vardı. Allah Resûlü’nün hayatta iken yaptığı bütün davranışları taklit eder, yürüdüğü yollarda onun gibi yürür, namaz kıldığı yerde namaz kılar ve onun gibi yer içerdi. Hatta Resûl-i Ekrem’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) altında gölgelendiği ağaçların altında otururdu, kurumasınlar diye onları sulardı. Abdullan b. Ömer (r.a), Peygamber Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) minberde ayak bastığı yerlere elini sürerdi, sonrada elleriyle yüzünü gözünü sıvazlardı. [26]

 

Sünnet-i Seniyye’nin belirleyiciliğinde yaşanan bir hayatta, adet ibadete dönüşerek sevap konusu haline gelir. Bir başka deyişle Müslüman, sırf Sünnet’te tavsiye edildiği için herhangi bir davranışı benimser ve yaparsa, karşılığında sevap kazanır.

 

Çok basit bir örnek olarak şunu zikredelim: Yemeği sol elimizle yersek dinden çıkmayız; ama sağ elimizle yersek bir sünneti yerine getirmiş, dolayısıyla sevap almış oluruz. Tekrarlı yaptığımız işlerde 3, 5, 7 gibi tekli rakamlara riayet etmek, yatağa sağ tarafımız üzerine yatmak, tuvalete, banyoya sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak, camiye, eve, işyerine sağ ayakla girip sol ayakla çıkmak gibi bireysel alanla sınırlı işlerden, toplumsal, hukuki, ekonomik, ticari konulara kadar aklımıza gelecek her faaliyet sahasıyla ilgili olarak Sünnet’in eşsiz rehberliği ve diriltici soluğu, bizlere iyiyi, doğruyu ve güzeli işaret ettiği kadar, sevap hanemizin dolmasını da sağlamaktadır. [27]

 

Enes b. Malik diyor ki: "Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki: "Oğulcağızım! Eğer sen kalbinde her hangi bir kimseyi aldatma isteği taşımayarak sabahlaya­biliyor ve akşama erişebiliyorsan, bunu yap."

 

Sonra da bana buyurdu ki: "Oğulcağızım bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, şüp­hesiz o beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle birlikte cennette ola­caktır." [28]

 

Menkıbe

 

İmam Sühreverdî (k.s) naklediyor:

 

“Ariflerden Şiblî’nin hizmetçisine:

 

-Hazret’in vefatı anında kendisinden neler gördün? diye sorulunca, hizmetçi şunları anlatmıştır:

 

-Dili tutulup, alnı terlemeye başlayınca bana, kendisine namaz için abdest aldırmamı işaret etti. Ben de kendisine abdest aldırdım. Fakat sakalını parmaklarımla hilallemeyi unuttum. Hemen elimden tutup parmaklarımı sakalına götürdü ve onu hilallettirdi. Böyle bir anda bile, Rasulullah Efendimiz’den (sallallâhü aleyhi ve sellem) öğrendiği bir edebi terk etmedi!”[29]

 

Küfrün başı Ebu Cehil bir defasında: “Eğer bu Peygamberin getirdikleri ve söyledikleri doğru ise, gökten başımıza taş yağsın ve yahut Allah bizi acı bir azap içinde yaksın!” diyerek, işi alaya almıştı. Küfür ve isyan halinde iken elinden alınmayan nimetlere aldanmıştı. İnen ayet-i kerime, Ebû Cehl’in çoktan hak ettiği bu azabın niçin tehir edildiğini şöyle açıkladı:

 

“Rasûlüm, sen onların arasında iken Allah onlara azap indirecek değildir. Ve onlar istiğfar edip Allah’a yöneldikçe de Allah kendilerine azap etmeyecektir.” [30]

 

Bu âyet-i kerime bize şu işaretlerde bulunmaktadır:

 

* Hz. Rasûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) bulunduğu yerlere umumi azap inmez. Allah’ın Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem), sünnetini ihya eden kâmil mü’minler vasıtasıyla halkın arasında manen yaşamaktadır.

 

* Bir memlekette Hz. Rasûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) sünneti yaşanıyorsa, o memlekete de umumi azap gelmez.

 

* Bir kalpte Rasûl-i Kibriyânın (sallallâhü aleyhi ve sellem) sevgisi bulunuyorsa, o kalp bunalıma girmez.

 

* Bir ev halkı, sünnet edebine dikkat etse, o evde geçimsizlik olmaz.

 

* Aralarında Hz. Rasûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) vârisi kâmil mürşidler bulunan bir cemiyet, genel olarak ruhi bunalım ve ahlâki çöküntü yaşamaz. [31]

 

Ebü’l-Abbas b. Atâ’ (r.ah) şöyle buyurmuştur: “Kim nefsini sünnetin adapları üzerinde tutarsa, Allah marifet nuruyla onun kalbini aydınlatır. Allah’ın Habiblinin emirlerine, yaptıklarına ve ahlâkına tâbi olmaktan, söz, fiil, gayret, bağlılık ve niyet açısından Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) edepleriyle edeplenmekten daha büyük bir makam yoktur.” [32]

 

Menkıbe

 

Allame imam Şa’rânî hazretleri (rah.) buyuruyor:

 

Bir defasında İmam Şiblî hazretleri (rah.) abdest esnasında misvağını kullanmak istedi. Misvak aradı, ancak bulamadı.

 

Bunun üzerine bir dinara bir misvak satın aldı ve onu kullandı. Böylece misvak sünnetini terk etmemiş oldu.

 

Bazı insanlar imam Şiblî hazretlerinin (rah.) bir misvak için bir dinar vermesini çok buldular.

 

Bunun üzerine imam Şiblî hazretleri şöyle buyurdu:

 

“‘Dünya ve içindekilerin Allah indinde sivrisineğin kanadına eşit kıymeti yoktur. Allah Teâlâ bana, ‘Sen benim peygamberimin sünnetini niçin terk ettin? O sünnet olan misvağı elde etmek için, sana verdiğim ve değeri sivrisineğin kanadı kadar bile olmayan malı neden harcamadın?’ dese nasıl cevap vereceğim?’’ [33]

 

Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)

 

“Keşke kardeşlerimi görseydim.” deyince, Ashab (r.a.)

 

“Ey Allah’ın Rasulü, biz kardeşlerin değil miyiz?” dediler. Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)

 

”Hayır, sizler ashabımsınız. Kardeşlerim benden sonra gelip Sünnet’imi yaşayacak olanlardır.” buyurdu.

 

Hadisin bazı rivayetlerinde “kardeşlerim” kelimesi yerine “halifelerim” kelimesi geçer. Hadiste, Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’dan sonra gelip O’nun Sünneti’ni yaşayacak ve tebliğ edeceklerin iki özelliğinden bahsedilmektedir: Birincisi Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’a ihvan (kardeş) olmak,  ikincisi  Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’ın halifesi olmak.

 

Ashab, bu ümmetin en faziletli ve en mümtaz neslidir. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e arkadaş ve yakın olma şerefine ermişlerdir. O’nun Sünneti’ni yaşayıp, tebliğ etmekle şereflenen sonrakiler de, Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’a kardeş ve halife olan nesillerdir. [34]

 

Bu şerefle nasiplenen İslam âlimleri ve Sadat-ı Kiram sünneti ihya için canlarını kurban etmişlerdir. Bunun canlı örneklerini gerek İslam âlimlerinin gerekse Sadat-ı Kiramın hayatlarında çokça görmek mümkündür. Zira onların hayat gayelerinden biri de Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in sünnetlerini öğrenmek ve bizatihi yaşamaktır.

 

Menkıbe

 

Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) sahaeleriyle birlikte Medine’ye hicret ettiğinde Medine’de humma (sıtma) salgını vardı.

 

Bu humma hicret eden sahabelere de bulaştı ve birçoğu bu hastalığa yakalandılar.

 

Ancak Allah Teâlâ, Peygamber’ini bu hastalıktan muhafaza eyledi. Sahabeler öyle bitap düşmüşlerdi ki namazlarını dahi oturarak kılabiliyorlardı.

 

Yine bir gün sahabeler, bu halde namaz kılarken Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) yanlarına çıkageldi. Şöyle buyurdu:

 

‘’Biliniz ki, oturarak namaz kılanın ecri, ayakta kılana göre yarı yarıyadır.‘’ [35]

 

Bunun üzerine sahabeler, hastalıklarına ve bitkinliklerine rağmen sırf o fazileti elde edebilmek için namazlarını ayakta kılmaya büyük çaba gösterdiler. [36]

 

Menkıbe

 

Gavs-ı Bilvânisi (k.s) hazretleri bir gün çok rahatsızlanmıştı. Başı dönüyor, ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Bu haldeyken bile akşam namazını kıldırmak üzere mihraba geçti. Seyyid Abdülbâki (k.s.) hazretleri ayakta daha rahat durabilsin diye Gavs (k.s.) hazretlerinin kolundan tutuyordu.  Mübarek bize o şekilde namaz kıldırdı. Seyyid Abdülbâki (k.s.) hazretleri de son rekâtta, Gavs (k.s.) hazretleri tahiyyatta iken cemaate uyup namaza durdu, kalan rekâtları selamdan sonra tamamladı. Böylece o da cemaatle namaz kılma sevabını aldı.

 

Namazın farzı bitmişti. Sünneti kılmak üzere Gavs hazretleri ayağa kalktı; ancak zorlandı, başı döndü. Rükûa doğrulacak kadar durdu, yine oturdu. Bunu üç kez tekrar etti. Ayakta durmaya mecali yoktu.

 

O esnada cemaat içinde torunu vardı; o da âlim bir zattı; dedi ki:

 

Kurban, dinde zorlama yoktur; hastasınız, oturduğunuz yerden namazı kılsanız!

 

Bende biliyorum, ancak o kadar sevabı nasıl terk edeyim? Oturduğum yerden kılmakla, ayakta kılmak bir mi? [37]

 

İmamı Rabbanî (k.s) şöyle buyurmuştur: “Bilesin, adaptan velev ki bir edebi muhafaza, mekruhlardan velev ki tenzihi olsun bir mekruhu terk etmek, zikirden, tefekkürden, murakabe ve teveccühten çok daha efdaldir.”

 

Kâmil mürşidler, Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in normal bir oturuş-kalkış şeklinde bile kendisine uymaya çok ehemmiyet verirler. Sünnetleri farz hassasiyeti ile yerine getirirler, sadık talebelerinden de bunu isterler.

 

Sahabe anlatıyor: ‘Ne zaman Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) huzuruna girsek sol tarafına doğru yaslanmış bir vaziyette oturuyorken görüyorduk.’ Günümüze bakıldığında ise O’nun varislerinin de aynı ahval üzere olduklarına şahit oluyoruz.

 

Menkıbe

 

S. Saki Hazretleri anlatıyor:

 

Babam (Gavs-ı Sâni hazretleri) şöyle anlattı:

 

“Ben bu göreve gelince, bir rüya gördüm. Rüyamda, başımın üzerinde bir taht yapılıyordu.

 

Tahtı yapanlara, ‘Bunu kim için yapıyorsunuz?’ diye sordum.

 

Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) için yapıyoruz, o gelip oturacak’ dediler.

 

Ben, ‘Ne kadar oturacak?’ diye sordum.

 

Bana, ‘Bu kapıda sünnet-i seniyyeye uyulduğu sürece, Hz. Peygamber orada oturacak’ denildi.

 

Biz de bütün gücümüzle sünnet-i seniyyeye uyarak Resûlullah Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) devamlı başımız üstünde oturmasına çalışacağız inşallah.”

 

Bu mânevî emanet bu kapıda Kur’an, Sünnet ve âdapla kalacaktır. Bunun için hep Kur’an’a, Sünnet’e ve yolumuzun âdâbına sarılmamız gereklidir. Bugüne kadar böyle gelmiştir. İnşallah bundan sonra da böyle devam edecektir. [38]

 

Nakşibendî yolunun imamlarından Ahmed el-Haznevi (k.s) şöyle diyor:

 

“Bu yolun en önemli özelliği sünnet üzere kurulmuş olmasından ileri gelir. Bu yolda bid’atlardan kaçmak, hatta evla denilen görüşlerin dışındaki zayıf sözlerden (kaviller) bile uzaklaşmak şarttır. Azimetin dışında amel etmek, takvası zayıf kimselerin işidir.“ [39]

 

Muhammed Ziyauddin Nurşini (k.s) hazretleri de

 

“Nakşibendiyye tarikatı, sünnet-i seniyyeye uymaktan ve onu sevgi ile yaşamaktan başka bir şey değildir. Bu tarikatı arzu eden kimse mutlaka Peygamber (s.a.v)’in sünnetine tâbi olmalı, dinde bid’at ve ruhsat olan şeylerden, zayıf olan kavillerden kendini muhafaza etmelidir.” [40]

 

Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri bir sözünde ise:

 

’Allah’ın dinine aykırı zerre kadar, iğnenin ucu kadar bir işi işleyeceğime Allah ruhumu alsın’’ buyurmuştur.

 

Menkıbe

 

Musul taraflarında şeyhlik iddiasında bulunan bir kimse, talebesinden birini Seyyid Tâhâ (k.s) hazretlerinin yanına gönderdi ve "Seyyid Tâhâ'ya, sünnete uymayan bir iş işletmeden, buraya dönme!" dedi.

 

O da kalkıp Nehrî'ye geldi. Bir ikindi namazından sonra, Seyyid Tâhâ (k.s) hazretlerinin mescidin kapısında duran ayakkabılarından sol ayağınınkini uzağa koydu. Bununla mescidden sağ ayakla çıkmasını ve sünnete uygun olmayan bir iş yapmasını düşünmüştü.

 

Fakat Seyyid Tâhâ (k.s) hazretleri, kalabalık içerisinde, o kişiye hitâb edip; "Aldığın ayakkabıyı yerine koy! Senin aradığın şey, bu kapıda yoktur." buyurdu. [41]

 

Ebu Hafs Haddad (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Bir kimse hal ve fiillerini sürekli olarak kitap ve sünnete göre ölçüp biçmezse adı, defterin ‘Allah’ın dostları’ bölümünden silinir.‘’ [42]

 

Amr b. Avf’tan: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

 

“İslâm garip başladı, başladığı gibi garip olacaktır. O gariplere ne mutlu!” Soruldu:

 

“Garipler kimlerdir yâ Resûlallah!” Şöyle buyurdular:

 

“Sünnet(ler)imi ihya edip Allah’ın kullarına öğretenlerdir.” [43]

 

Bu devirde Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in yoluna uymakla Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmeye gayret eden bir kimseye hadis-i şerifte yüz şehit sevabı vaat edilmiştir.[44]

 

İmam-ı Rabban-i (k.s.) hazretleri bu meyanda şöyle buyurmuştur: ‘’Saadetli dostlarıma yapacağım en önemli nasihat, sünnet-i seniyyeye tâbi olmaları ve Allah'ın rızasına aykırı olan bid'atlardan sakınmalarıdır. Zira her kim unutulmuş ve terk edilmiş bir sünneti ihya ederse yüz şehit sevabı kazanır. Bu durumda herhangi bir farz veya vacip ihya eden kimsenin alacağı mükâfatı sen düşün.’’ [45]

 

Seyyid Sıbgatullah (k.s) hazretleri bir sohbetlerinde ise: “Sünnete sarılmak, bid’atler arasında, gece karanlığında ışık saçan inci gibidir. Zaman, dinin garip olduğu zamandır. Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki çetin mücahedelerle elde edilenden daha çok sevap verilir...” [46]

 

Kısacası, günlük olarak uygulanan her sünnet, edep, dua ve zikir kalbi uyandırır, manevi kuvvet olur, imanı tazeler, yüce Allah’ı hatırlatır, Hz. Peygamber’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) sevdirir, kula sevap getirir, şeytana karşı bir siper olur, bidatten korur.

 

Sünnet edebine göre yaşayan herkes, dinini, kalbini, ahlakını, ailesini, neslini afetlerden korur. Dünyevi ve uhrevi huzuru bulur.

 

Allahü Teâlâ, Sadatların himmet ve bereketiyle kalbimize zikrullahı, hayatımızın har anına sünnetullahı nakşetmeği nasip eylesin inşallah. Âmin.



[1] Ahzab, 21

[2] Âl-i İmran, 31

[3] Semerkand Dergisi, Sünneti Doğru Anlamak, Temmuz 1999

[4] Semerkand Dergisi, Sünnet Olmadan Din Yaşanmaz, Nurullah Toprak, Temmuz 1999

[5] İbn-i Mace,I,15-16,Had No: 42

[6] Semerkand Dergisi, Sünnetsiz Din Düşünülebilir mi? Ebubekir Sifil 42. Sayı

[7] Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace

[8] Şatibî

[9] Şatıbî

[10] Semerkand Dergisi, Sünnet Nasıl Anlaşılmalı, Ali Kaya, Temmuz 1999

[11] Semerkand Dergisi, Sünnet Olmadan Din Yaşanmaz, Nurullah Toprak, Temmuz 1999

[12] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/686. Süyûtî, bunu İbn Ebû Hâtim’in tefsirinde rivayet ettiğini belirtir. Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hîkem, İbn Receb El-Hanbelî, Cilt:2, s.303, Semerkand Yay.

[13] Sünen-i Ebu Davud,V,10-11,Had. No: 4604

[14] Darimı,Mukaddime,bab no.49,Hatıb,el-Fakih ve'l-Mutefakkih,I,91;Kıfaye,23,34;Bkz:İmam-ı Suyuti, Sünnetin İslamdaki Yeri,32

[15] Kur'an-ı Kerim'de kitap ve hikmet'in bir arada anıldığı ayet-i kerimeler,Nisâ-113,Bakara -129,151,231,Al-i İmran -161,Cuma -2,Ahzab -34

[16] Al-i İmran suresi ayet-164

[17] Şafii,er-Risale,78;Bkz:Bkz:Celalettin es-Suyuti,Sünnetin İslamdaki Yeri,20-21

[18] Ahzab, 36

[19] Savi Haşiyesi,III,278

[20] Muhtasar-ı İbn Kesîr,III,7

[21] Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,V,89-90

[22] Buhari,İ'tisam, bab no: 2; Ahmed bin Hanbel, el·Müsned,II,361; el-Hakim, Müstedrek,I55;İbn Hazm, el- İhkam,III,270;Bkz:Celalettin es-Suyuti,Sünnetin İslamdaki Yeri,35

[23] Hac, 4; Fâtır, 6

[24] Semerkand Dergisi, Sünnet Olmadan Din Yaşanmaz, Nurullah Toprak, Temmuz 1999

[25] Müslim, Nikâh, 51.

[26] Buhârî, Cihâd, 127.

[27] Semerkand Dergisi, Hayat Sünnet'le İbadete Dönüşür, Ebubekir Sifil, 42. Sayı

[28] Tirmizî,İlim,bab:16,no:2678

[29] Kaynaklarıyla Tasavvuf, 583, Ahmed, Müsned, 5/375; Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, Had. no. 8741.

[30] Enfal, 33

[31] Semerkand Dergisi, Gerçek Âlimlere Neden Borçluyuz? Nurullah Toprak, Şubat 1999

[32] Sülemî, Tabakat, s. 268.

[33] Denize Varan İzler, Bekir Nas, Hâcegan Yay.

[34] Semerkand Dergisi, Bu Devirde Sahabe Olmak, Abdülcelil Candan, Ağustos 1999

[35] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/136; İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, 3/395.

[36] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3/124; M. Yusuf Kandelevî, O’nun Güzel Ahlakı, Semerkand Yay.

[37] Denize Varan İzler, Bekir Nas, Hâcegan Yay.

[38] S. Muhammed Saki Erol, Hayat Dengemiz, 256.

[39] Ahmed el-Haznevi,Mektubat, 273

[40] Salih Uçan, Nakşibendî Şeyh. Mukaddes Sözleri,495;Muzaffer Taşyürek,Hatme-i Hacegan Sultanları,199

[41] Hatme-i Hâcegân Sultanları, Muzaffer Taşyürek, s.153

[42] Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, s.229

[43] Tirmizî, İmân, 13. Lafız burada şöyledir: “İnsanların benden sonra ifsat ettikleri sünnet(ler)imi düzeltenlerdir.” Keza bk. Ebû Nuaym, Hilye,    

    2/10; Kudâî, Müsned, 2/138; Hatîb-i Bağdâdî, el-Câmi‘ li-Ahlâkı’r-Râvî, 1/112. Bu rivayet benzer ifadelerle 4.5.6.80.352.353.716.717  

    numaralarda geçmektedir (M).

[44] Tebrîzî, Mişkatü 'l-Mesâbih, nr. 176; Deylemî, el-Firdevs, nr. 6608. Hadisin tam tahrici için hadisler bölümündeki 251. hadise bakınız; İbn Adî,

    el-Kâmil, 2/739; Ebû Nuaym, Hilye, 8/200; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 1/172.

[45] İmam-ı Rabbani, Mektubat, 47. Mektup

[46] Seyyid Sıbgatullah Arvasi,Minah,57; Muzaffer Taşyürek,Hatme-i Hacegan Sultanları,165


Alıntı: www.kalpehli.com