Mürtaza Bedir Deşifresi


Açıklama: Mürtaza Bedir hakkında bilgiler..
Kategori: MÜRTEZA BEDİR
Eklenme Tarihi: 09 ?ubat 2020
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 12:03
Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site
URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=802


1968 yılında Sivas - Suşehri İlçesi'nde doğdu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde lisans eğitimini tamamladı.1993 yılında Sakarya Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak göreve başladı. 1996 yılında Londra Üniversitesi, School of Oriental and African Studies (SOAS), Hukuk Fakültesi'nde yüksek lisansını (LLM) tamamladı.

1999 yılında Manchester Üniversitesi, Arts and Sciences Fakültesi, Ortadoğu Araştırmaları Bölümü'nde "Early Development of Hanafi Legal Theory (Usul al-fiqh)" adlı teziyle doktora derecesini aldı. 2000 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yardımcı doçent olarak göreve başladı. 2007-2008 akademik yılında Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde misafir hoca olarak araştırmalarda bulundu.

2011’in Ocak ayında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde profesör olarak göreve başladı. 2013 Mart ayından itibaren aynı fakültede dekanlık görevini sürdürmektedir. 2015 yılında İslam Konferansı Teşkilatı'na bağlı Uluslararası Fıkıh Akademisi Türkiye temsilciliğine atandı. 28.08.2015 tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliğine seçildi.

(Bkz.
http://www.dinihaberler.com/diyanet-haber/diyanet-isleri-baskani-prof-dr-murteza-bedir-mi-oluyor-h123241.html )


B) MURTEZA BEDİR’İN GEÇMİŞİ

Mürteza Bedir’in, 1993 yılında Sakarya Üniversitesi'nde Araştırma Görevlisi olarak Fakülte’ye alındığını görüyoruz. İlahiyat Fakülteleri içerisinde Sakarya İlahiyat, Fetöcülük’te en meşhur İlahiyat Fakültesi. Bu konuda günahsızları tenzih ederiz.

Mürteza Bedir’in, 1993’de girdiği Sakarya İlahiyat asistanlığından itibaren yurt dışı araştırmaları boyunca Sakarya İlahiyat kadrosunda kaldığı ve 2000 yılındaki yurt dışı dönüşünden sonra da Fakülte’de Öğr. Üyeliği kadrosunu bir yıl içerisinde alabildiğini görüyoruz. Profesör olana ve 2011’de İstanbul İlahiyat’a Öğr. Üyesi olarak nakloluncaya kadar, Fetö kontrollü Sakarya İlahiyat’ta tüm kariyerini tamamlayabilmiş.

A)    MÜRTEZA BEDİR’İN ZİHNİYETİ

Mürteza BEDİR’in, İsmailağa Kur’an Kursu geçmişinin olması, onun Ehl-i Sünnet bir kimlikle anılır olmasına katkı sağlamıştır. Bu bağlamda Mürteza Bedir, İstanbul uleması tarafından sağlam bir Ehl-i Sünnet şahsiyet olarak bilinmekteydi. “Sünnet-Hz. Peygamber’in Evrensel Mesajı” adlı kitabıyla, “FIKIH MEZHEP SÜNNET kitabı, bu kanaati yerle bir eden bir muhtevada.

Birinci kitapta tarihsellik savunuluyor, ikincide de mezhepsizlik öneriliyor, hadis kabul edilmiyor. Bu yaklaşım, aynan Mehmet Görmez ve oryantalisler gibi, sünnet hadis ayrımından yola çıkılarak gidiliyor. Hadislerin birer rivayetten olduğu, vahiy (gayri metlüv) olmadığı, sıhhatlerine güvenilemeyeceği ve bu rivayetlerin o günün sosyal yaşamını yansıttığını söylüyor. Fazlurrahmanın “yaşayan sünnet” kavramı da bu anlamdadır. Dinde bağlayıcı hüküm ifade eden Ahad haberin ise hepten şüpheli olduğunu söylüyor.

“Sünnet” adlı Kitapta sünnet adına anlatılanlar, modernistlerin/Fazlurrahmancıların ve Görmez’in görüşlerinden neredeyse tıpkısı olacak kadar vahim! Kitap, Türkiye Diyanet Vakfı kuruluşu olan İSAM tarafından hazırlatılıp TDV Mütevelli Heyeti’nin kararıyla 2006’da TDV Matbaası’nda basılmış. 2007’de kitabın ikinci baskısı yapılmış. Elimizdeki nüsha ise 2008 baskısıdır.

MÜRTEZA BEDİR’İN “SÜNNET” ADLI KİTABINDA YER ALAN VE İSLAM İTİKADINA AYKIRI OLAN BAZI FİKİRLER

a-Kitabın pek çok yerinde ince ince işlenen “tarihsellik” düşüncesine yer verilmiştir. (Bkz. s. 123, 144, 146). Bu bağlamda Yazar:

b-Yazar Mürteza Bedir, nakli ilimlerde gelen hükümleri yerelliği temsil ettiğini ifade ederek, İslam’ın doğru anlaşılabilmesi için bilginin/dini hükümlerin “yerel”, “öznel” ve “bağlamsal” olup olmadığına dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekmektedir (s. 125).

 Nakli ilimlerden maksat, Kur’an ve Sünnet’tir. “Yerellik”, dini hükümlerin, sadece o dönemki coğrafyaya için geçerli olması demektir.

“Öznellik” ise subjebtif, yani kişisel duygu ve düşünceye dayalı demektir. Asrı saadetten 14 asır sonra, Hz. Peyagmber (s.a.v.)’in hurma aşılamayla ilgili sözü ve Bedir’de askerin konumlandırılmasıyla ilgili istişaresi esas alınarak, bütün durumların bütün hadislere uygulanması, pek çok dini hükmün iptaline varan neticeler doğurur. Rasüllüllah (s.av.)’in istişaresi o devirde sonuçlanmış bitmiştir. Rasülüllah (s.a.v.)’in yaptığı içtihatlar, vahyin kontrolünde gerçekleşmiştir. Hata varsa onu vahiy düzeltmiştir. Hatasız olan da vahyin kontrolü altında doğruluğu sabit hale gelmiştir. Vahyin sukut etmesi de onun içtihadının doğruluğu anlamına gelir.

Dolayısıyla 14 asır sonra, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ictihad ve sözlerinde hata aramak, onları “nesnel/kişisel değerlendirme” kabul ederek bütün hadislere şüpheyle yaklaşmak, iyi niyetten yoksun olsa gerektir. Bu tür yaklaşımların temeli müsteşriklere dayanmaktadır. Zira Kur’an-ı Kerim’de Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz’in hevadan konuşmayacağına ve konuştuğunun vahiy olduğuna dair (Necm, 53/3,4), ayrıca Allah adına en küçük bir söz uydurduğu takdirde anında çok kötü cezalandırılacağını ve bunun muhal olduğunu açıkça beyan eden ayeti kerimeler mevcuttur. (Tûr, 52/33, Hâkka, 69/44).  

“Bağlamsallık”tan maksat, dini hükümlerin belli bir tarihe veya belli bir topluma mahsus olmasıdır. Yerellik, tarihsellikten daha dar kapsamlıdır. Her iki kavram da dini hükümlerin evrensel olmadığı, yani asr-ı saadetten sonraki devirlerde geçerli olmadığı anlamına gelir. (Bağlamsallık için Bkz. Görmez, Metedoloji Sorunu, TDV, 1997, s. 300 vd.).

Bu durumda Yazar Mürteza Bedir’e göre, Kur’an ve sünnete gelen bazı hükümler, sadece o tarihte ve o yerde geçerliydi, aynı tarihte başka yerlerde bile geçerli değildi (!). Dolayısıyla Kur’an ve Sünnetteki bazı hükümler günümüzde (hâşâ) hiç geçerli değildir (!). Nitekim Yazar, tarihsel olan bazı hükümleri de kitabında örnek olarak işaret etmektedir (s. 144, 146, 148).

c-Yazar, Hz. Peygamber’den sadır olan bir fiilin sünnet olabilmesi için, o fiilin “süreklilik” ve “genellik” taşıması gerektiğini ifade etmektedir (s. 90).

Süreklilik, bir fiilin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından sürekli işlenmiş olması demek.  Bu durumda Rasulüllah (s.a.v.)’in bir veya birkaç kez işlediği hatta söylediği, sünnet olmayacak, boş söz ya da fiil olacaktır, hâşâ! Böyle bir yaklaşım, dinde sabit olan pek çok hükmü iptal eder.

Genellik, belli bir kişiye, coğrafyaya veya topluma has hüküm olmaması demektir. Bu kuralı, her bir hadise veya dini hükme uygulamak da dini hükümler hakkında yanlış anlamaya ve şüpheye yol açar. Kişiye özel olan hükümler sünnet vasıtasıyla açıkça belirlenmiştir. Bunların sayısı oldukça sınırlıdır.

Kaldı ki modernistler, işlerine gelen yerde çok az sayıdaki kişiye has hadisleri de genele ait bir hükümmüş gibi dini delil olarak kabul edebilmektedirler. Belli bir topluma veya coğrafyaya ait dini hüküm ise, şart ve sebeplerin oluşmadığı yerler olarak kutuplar/kutuplara yakın ve uzay gibi olağanüstü bölgeler dışındaki yerler hakkında söz konusu değildir. Genel olarak söylemek gerekirse, şart ve sebeplerin oluştuğu, herhangi bir şeri mani’nin de bulunmadığı her yerde, her bir mükellef, dini hükümlerden gücü yettiği nispette sorumludur.

d- Yazar Mürteza Bedir’e göre, Nasslar çağa uygun olarak okunması lazımmış (!) (s. 125).

İkili birli Miras taksimi ayetinin, tarihsel olduğuna işaret ediliyor (s. 144).

Kadının şahitliğiyle ilgili ayetlerinin tarihsel olduğuna işaret ediyor (s. 146, 148).  

"Cehennemin çoğunu kadınlar dolduracak" hadisi şerifi hakkında, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şaka yapmış olabileceği veya bu hadisin Hz. Peyagmber’den yanlış rivayet edilmiş olabileceği belirtiliyor (s. 148).

Kadınların, güya çağa uymayan durumunu belirten hadisler ya ravi tasarrufu, ya uyduruk, ya da bu tür hadislerin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından Yahudi popüler kültürü olarak bildirildiği ifade edilmiş ( s. 146).

Hadisler, Hz. Peygamber’in ağzından çıktığı gibi bize gelmediği için, değerlendirmede dikkatli olmak lazımmış (s. 146). Tamam da hadis ulemamız tarih boyunca, çalışmış ve hadislerin, sahihini, hasenini, zayıfını ve uydurmasını tasnif etmişler. İşbu durumda Yazar’ın sözü, sahih hadislere racidir.

“Kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır” hadisi, Yahudilik ve Hristiyanlık kültüründen girmiş (!) Hz. Peygamber, Yahudi popüler kültürünü kullandığı için bu sözü irad buyurmuş (s. 147). O zaman, hâşâ, ilahi vahye değil de Yahudilik ve Hristiyanlığa tabi bir Peygamber var demektir (!).

Sünnilik, Şiilik, Mutezile, Vahhabiye ve İbadiye aynı kategoride ele alınarak, bunların bidat veya batıl olduklarına itibar edilmeksizin sünnilikle eşit özellikte gösterilmiş (69, 71, 72). Kitapta, hakk, bidat veya batıl mezhepler üst üste sayılarak, hepsinin yorumlarının, İslam’ın esasları konusunda aynı fikirleri paylaştıkları (!) belirtilmiş (s. 69).

“Ahad haber” hakkında isabetsiz değerlendirmeler var (s. 72, 74, 78).

Ahad haberin geçerliliği, %50-99 arasıymış (s.72). Bu yüzden Ahad haber, şüphe ve ihtimal bildirimiş (!) (s. 74, 78). Halbuki hadis alimlerine göre sahih tek tarikten de gelse Ahad haber, “râcih zan/ilm-i nazari/zann-i kavî” bildirir. Buradaki zan, ihtimal, kuruntu, zayıf bilgi anlamına değildir. Aksine, kesine yakın değerde bilgi demektir. Bu bilgi, ehil kimsenin araştırma ve incelemesi neticesinde elde ettiği bilgidir.

Kaldı ki Ahad haberin bir de “meşhur” olanı vardır ki, bunlar birden çok tarikle geldiği halde, mütevatir derecesinde olmayan haberlerdir. Hanefiler de meşhur hadisi, mütevatir değerinde kabul ederler. Çoğu muhaddislere göre “meşhur hadis”, mütevatir hadisde olduğu gibi itikadda dahi delil olur. Bazı alimlere göre, müsteyfiz/yaygın olan sahih olan haber- i vahid de itikadda delildir. Özellikle, Kur’an’da temeli olan ahiret ahvaliyle alakalı sahih haber-i vahid, itikadda da delil kabul edilmiştir. Buna göre, müsteyfiz olan ahad haber, tek tarikle bile gelse, %99’a yakın bir kesinlik bildirir. Dolayısıyla sahih ahad haberdeki zan oranı, oldukça düşüktür. Netice itibariyle sahih âhad haberle amel vaciptir, zorunludur, hükmü bağlayıcıdır, bu haberler farz ve haram bildirir.

Haberi vahid’in şüpheli olduğu tezinin kaynağı müsteşriklerdir. Dini ahkamın ve muamelatın pek çoğu, âhad habere dayanmaktadır. Âhad haberi çürütürseniz, şeriat/dini ahkam diye bir şey kalmaz. Amaç da budur zaten.

Tasavvufta tesbihat ve vird bidat gibi gösterilmiş (s. 94).

Kabir azabı, Şefaat ve Cennette Allah’ın görülmesi gibi hususların şüpheli konular olduğu belirtilmiş (s. 72).

Kitapta belirtilene göre, Muhammed’in her yaptığına dini anlam verilmezmiş (!) (s. 88).

“Zevaid sünnet”, simgesel bir değer taşımazmış, Hz. Peygamber’in bireysel tutum ve davranışıymış (!) (s. 96).

Vucut temizliği, tırnak kesilmesi vs. davranışları dile getiren fıtrat hadisi, zevaid sünnet bildirirmiş (!) (s. 99).

Dinler Arası Diyalog bağlamında, “sünnette, ‘öteki’ yok”muş” (!) (s. 133). Öteki demek, itikadi yönden insanların kafir, mümin, münafık ayırımı demektir. Nitekim, Peygamberi ölçüde, Toplumda eşitlik asılmış (8) (s. 138). Sayfa 135’de de diyalogun temeli olarak kabul edilen “çoğulcu” anlayışın, esas olduğu belirtilmektedir. “Çoğululuk”, diğer dinlerin de hidayete götürdüğü iddiasının sembolik ifadesidir.

Hz. Peygamber’in, dini içerikli olmayan ve alışkanlık haline getirdiği davranışı, dini olamayabilirmiş (!) (s. 90).

Kitapta işlenen tarihsellik ve dini modernizm açısından, Mürteza Bedir’in, adeta Görmez'in sinsi ve küçük versiyonu denilebilir. Fikirleri, Görmez'in fikirlerine çok yakın.

Verilmek istenen ılımlı İslam mesajı, gayet ince bir uslüpte, bu yüzden zor fark edilir bir nitelikte. Kitabın, İslamî anlayışa çağdaş ayar çekmek için yazıldığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda kitabın, “ılımlı İslam” ve “Dinler Arası Diyalog” yolunda yapılan temel bir çalışma olduğu açıktır.

D) MÜRTEZA BEDİR’İN, GÖRMEZ’LE İŞ BİRLİĞİ İÇERİSİNDE İTİKADEN VAHİM BİR ÖNERİDE BULUNDUĞU OLDUĞU İDDİASI

Geçen yıl Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nda, Görmez’in başkanlığında, diğer birim amirlerinin de iştirak ettiği geniş katılımlı bir toplantı icra edilir. Toplantıda Mürteza Bedir’in tavır ve davranışlarından Görmez’le muaavazalı/danışıklı döğüşle hareket ettiği anlaşılır. Görüşmeler sırasında Görmez’in pas atmasıyla Mürteza Bey, “Din'in dünya hükümlerine ilişkin yönünün Diyanet’in görev ve yetki alanı dışında olması dolayısıyla bundan böyle Diyanetin, “muamelat” konularıyla ve kısmen sorulalabilen ukubat konularıyla uğraşmasının yanlış olduğu, dolayısıyla ibadet ve itikat dışındaki soru ve meselelerin mahkemelere havale edilmesini” konu alan bir teklifte bulunur.

Fıkhın muamelat bölümü, alışveriş, nikah, talak, süt emme, zihar, lian, muhalaa, kira, havale, vekale, emanetler, hibe, şirketler, rehin, miras ve benzeri mevzuların konu edildiği bölümdür. Ukubat ise İslam Ceza hukukudur. Bardakoğlu’nun da kendi döneminde, bütün DİYK üye ve uzmanlarını özel toplantıya çağırarak, itikad ve ibadet dışındaki dini sorulara cevap vermekten men ettiğini hatırlatmak isteriz.

Bardakoğlu tarafından verilen bu talimatın birinci gerekçesi, fıkhın bu bölümünün Arap kültürü olmasından ötürü dini yansıtmamasıymış (!). İkinci gerekçe ise, 633 saylı kanuna göre Diyanet’in itikad ve ibadet dışındaki soruları cevaplama yetkisinin olmamasıymış (!). Vatandaşın Hristiyanlık ve Yahudiliğe göre sorduğu soruları cevaplamak yasak değil; Müslümanlığa göre sorduğu soruları cevaplamak ise yasak (!). Tarihsel anlayışa göre, dini hükümlerin pek çoğunun, çağımızda geçersiz olduğunu da hatırlatmış olalım.

Mürteza Bedir tarafından anılan Kurul’da verilen teklifin orijinal şeklini hatırlamak ve aktarmak zor olsa da hakikat böyle. İki ya da üç DİYK Üyesi dışında Mürteza Bey’in bu teklifine karşı çıkanın da olmadığı belirtilmektedir.
Olay, büyük bir kalabalığın gözü önünde cereyan ettiğinden, onlarca yetkili şahıs da olaya tanık durumdadır. Aynı olayın, Görmez’in başkanlığındaki bir başka DİYK ve birim amirleri toplantısında aynı tarzda ve aynı kişiler tarafından tekrarlandığı belirtilmektedir.

E-MÜRTEZA BEDİR, MUAMELAT SORULARININ MEVCUT MAHKEMELERCE GÖRÜLMESİNİ İSTİYOR

2018 yılında Diyanet Talak Çalıştayı’nda Mürteza Bedir, DİYK Üyesi sıfatıyla Muamelat Hükümlerinin Diyanet Tarafından cevaplandırılmaması ve talak soruları dahil nikah, bey, icare gibi muamelat sorularının mahkemelerin konusu olduğu, bu konularda Diyanet’e soru soran vatandaşların buralara yönlendirilmesi gerektiğini hararetle savunmuştur. Vido kayıtları ve ses dökümleri elimizdedir.

Görmez zamanında katıldığı Din İşleri Yüksek Kurulu toplantısında da  Diyanet’in, dinin dünyaya bakan yönüne ilişkin sorularla ilgilenmeyip, bu konuları bağımsız mahkemelere havale edilmemesini içeren tekliflerde bulunduğu da toplantıya katılan kalabalık bir topluluğun şehadetiyle sabittir. “İstanbul’un sakallılarına kendisini ehl-i sünnet olarak göstermek zorunda olduğunu” beyanı hakkında da güvenilir şehadet vardır.