MATURİDİ ÇALIŞTAYI SONUÇ BİLDİRGESİNDEN "DİYALOG" VE "ILIMLI İSLAM" ÇIKTI!


Açıklama: MATURİDİ ÇALIŞTAYI SONUÇ BİLDİRGESİNDEN “DİYALOG” VE “ILIMLI İSLAM” ÇIKTI!
Kategori: DİYANET
Eklenme Tarihi: 05 Kasym 2018
Geçerli Tarih: 28 Mart 2024, 20:11
Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site
URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=768


Türk Dünyası Parlamenterler Vakfı (TDPV)’nın 25-27 Ekim 2018 tarihleri arasında Ankara’da düzenlediği, TBMM Başkanı Binali YILDIRIM’ın da açılış konuşmasını yaptığı, eski ve yeni üst düzey pek çok bürokrat, milletvekili ve siyasinin de katıldığı, “Kayıp Aydınlanmanın İzinde: Maturidi Çalıştayı” başlıklı uluslararası çalıştay’dan, kanaatimizce “Dinler Arası Diyalog” Ve “Ilımlı İslam” hedefi çıktı!

Çalıştay Yürütme Kurulu Başkanı ve Kültür Bakanlığı Bakan Yardımcısı Abdullah ÇALIŞKAN, her bir oturumda en az 20 öğretim üyesinin müzakerelere katılarak düşüncelerini ifade ettiğini, 100’e yakın misafir dinleyicinin de müzakereleri yakından takip ettiğini ifade etti.1

ÖZET YORUM

İmam Maturidi’ye, güya vahyi ön plana almayan, akla ve hakim kültüre göre bir düşünce sistemi isnad eden bir bildiri. Kültürlerin ve dinlerin harmanlanmasını hedefleyen “diyalog” ve “ılımlı İslam” anlayışı olan bu sahte din öneriliyor adeta! Ve bu öneriye, İmam Maturidi hazretleri alet ediliyor, hakkında baştan sona yalan ve iftiralarla görüşler isnad ediliyor. Çalıştayı düzenleyenler kusura bakmasınlar, bizce buradaki Hedef, Ilımlı İslam’la Müslüman Türk toplumunun inanç ve kültürünü bozmak, dinden kaynaklı birlik, beraberlik ve sağlam duruşu yok etmek olmalı! Türk toplumunun çimentosu çürütülmek isteniyor. Fetö mücadelesi veren ülkemizin, Fetö projelerini sahiplenip bunları sitayişle topluma sunması oldukça tehlikeli olsa gerek! Çok sayıda kamu kuruluşunun böyle bir çalıştaya destek vermesi ve sponsor olması son derece üzücü bir durum. İnanıyoruz ki, bürokrasi ve siyasetimizin, hatta iyi niyetli ve doğru itikat sahibi bilinen ileri bazı ileri gelenlerin, için iç yüzünü bilebilselerdi böyle bir programa ne müsaade ederlerdi ne de alet olurlardı!… Özellikle Sayın Devlet Başkanımız’ın işin iç yüzünden haberleri olsaydı, böylesi zararlı bir çalıştayı kesinlikle engellerdi, diye inanıyoruz!

ÇALIŞTAY SONUÇ BİLDİRİSİ’DEN ALINTI VE YORUMLARIMIZ

(Bildiriden alıntılar ve kısa yorumları: Tırnak içi ifadeler bildiriden alıntı, parantez içleri de yorumlarımızdır)

1) “İmam Mâtürîdî, Müslüman toplumların farklılıklarını koruyarak birlikte yaşam sürebileceğini ve bu farklılıkların gelişim ve dönüşümde etkin rol oynayabileceğini benimseyen bir ahlâk sistemi geliştirmiştir. Bu açıdan Mâtürîdî İslam’ın sabit ilkeleri ile muhtelif coğrafyalardaki kültür farklılıklarının nasıl uyum içinde harmanlanabileceğinin en iyi örneklerinden birini ortaya koymuştur.”

(Yorum: Din ve itikat yok, farklılıklara göre değişen ve dönüşen bir ahlak sistemi isteniyor. Farklı kültürler uyum içinde harmanlanacakmış! Birlikte yaşam için bu lazımmış. Bu Feto’dan miras kalan “diyalog” ve “ılımlı islam”ın ta kendisi işte. Bu takdirde Fetö ile mücadelemiz nerede kaldı demezler mi?)

2) “Mâtürîdî, Kur’an’da “aşırılıklardan uzak örnek bir toplum” olarak nitelendirilen Müslümanların bu niteliklerini korumalarının; vahyin ışığında aklı kullanarak adalet, hikmet ve merhameti hâkim kılmaktan geçtiğini savunmaktadır.”

“Bu itibarla, onun düşünce sistemi; adalet, hikmet, akıl ve özgür iradeye dayanmakta ve Mâtürîdî bu temellere yaslanan bilgi, varlık ve ahlak sistemi önermektedir.”

(Yorum: İfade kasdedilen aşırılıkla dinimizde yasaklanan aşırılık çok farklı. Dinde3 aşırılık, Allah ve Rasülü’nün koyduğu ölçülere, bu iki ana kaynaktan süzülüp tasdiklenen dini esas hükümlere aykırı bir yaşam tarzıdır. İfadede geçen aşırılık ise bunun zıddı denecek kadar vahimdir. Nereden biliyoruz bunu derseniz; ABD ve Vatikan’nın, Türkiye ve İslam ülkelerine Houston Enstitülerinde hazırladıkları ılımlı İslam projelerinden biliyoruz. Bu raporlara göre, tesettürlü olmak, 5 vakit namaz kılmak, dini hükümlerin bugün geçerli olduğuna inanmak, İslam’da din, devlet, vatan ve benzeri mukaddes değerler uğrunda cihadın var olduğuna inanmak onlara göre aşırılıktır. Ve onlara göre, -sözde- bu aşırılıklar, Müslüman ülkelerden ve Müslüman Türk’ten kaldırılmalıdır, onların gerçek din anlayışı bozulmalıdır. Dinler Arası Diyalog ve ılımlı İslam projesinin ana hedefi de budur)

3) “Mâtürîdî’ye göre Kur’an’ı anlamaya yönelik çabaların temel hedefi, “en doğruya ulaşma”dır.”

(Yorum: En doğru Kuran ve İslam’ın kendisidir. Daha geriye neyi arayacaklar acaba?! Bugüne kadar doğru, sahih dini bilgi bulunamamışsa, önceki geçen selefi salihin o zaman “yandı” demektir. İmam Matudiyi en iyi anlayacak onun talebeleri değil midir, o ekolün mensupları değil midir? Onların eserlerine bakmıyorsunuz da neden kendi ındi yorumlarınızla İmam Maturidi’ye asılsız görüşler isnad ediyorsunuz? İyi niyetli itikadı düzgün kardeşlerimize söyleyelim: “Bunun vebalini nasıl vereceksiniz?..” Hem siz, tarihi bilgi köklerini ve mirasını yok ederek dini sahih bilgiye nerden ulaşacaksınız?.. Cevap: Vatikan merkezli sahte din projesi “ılımlı İslam”dan…. Bunun için de, müsteşriklerin 2 asırdır yayamaya çalıştıkları maksatlı “kıl” ve sahte görüşleri, onların adını anmadan, kendileri bulmuş gibi iyi niyetli bir görüntüyle Müslüman dünyaya pompalamak için görevlendirilmiş yerli müsteşrikler görevde…)

4) “Böylece o, insanların inançlarından dolayı yargılanmasının önünü kesin bir şekilde kapatmıştır.”

(Yorum: Mümin, munafık, kafir ayırımı kaldırılıyor ki bu iman ve İslam’ın bel kemiğidir. Buna göre komünistler dahil tüm insanlar eşit durumda, mutlak hümanizm hakim.

Bu cümleler akabinde “ehl-i kıblenin tekfir edilemeyeceği”nin belirtilmesi aksesuar ve racon gereği. Zira onlara göre, iman esaslarına göre değil, kendini kafadan Müslüman kabul eden, ama kuran ve sünnette gelen iman esaslarına inanmayan hümanist de ehli kıble. Allah katında imanın sahih kabul edilebilmesi için gerekli üç şarta lütfen bakınız.)

5) “Mâtürîdî’nin ahlâk nazariyesi, akıl ve vahiy çerçevesinde bütüncül bir tasavvur öngörmektedir.”

(Yorum: Koskoca itikat imamızın din anlayışı “ahlak” anlayışına indirgeniyor. Bunda da sözde “akıl ve vahiy” denmiş. Ama yazı ve söylemlerinden biz biliyoruz ki bunlar Mutezili anlayışla vahyi akılla mahkum ediyorlar. Felsefi metodun temeli de budur. Akla uymayan vahyi kabul etmiyorlar. Amaç da bu!

Neden “Ahlak” diyorlar? Dinlerin ortak noktaları, sevgi, barış, hoşgörü gibi ahlaki esaslar da ondan. Dinler, ancak bu esaslarda harmanlanabilir. Yoksa, İslam’ın iman esasları ve ahkamı devam ederken diğer dinlerle birleştiremezsiniz)

6) “Hakkın, hakikatin ve ahlâkın hâkimiyetine şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç ise ancak; değerler kadar onlara hayat verecek doğru Allah ve insan tasavvuru ile giderilebilir.”

(Yorum: Hakk ve hakikat, Allah son kitabı Kuran ve Son Peygamberinin Sünneti değil midir ki, diz daha hakikat arama yolculuğundasınız? Demek ki Allah’ın gönderdiği son dini hakikat olarak kabul etmiyorsunuz. O nedenle, aradıkları ve yerleştirmek istedikleri bozuk bir din anlayışı var. “Doğru Allah ve insan tasavvuru” dedikleri de bu istedikleri bozuk/ılımlı dinin anlayışıdır. Zira öteden beri “sahih din anlayışı” geliştireceğiz diyen bir zümre var. Burda maksat, gerçek İslam’ın bozularak oluşturulmak istenen ılımlı İslam anlayışıdır)

7) “Sonuç olarak, Mâtürîdî’nin akıl, adalet, hikmet ve özgür irade gibi kavramlara dayalı düşünce sisteminin önümüzü aydınlatacağı ve insanlığın barış ve esenliğine katkı sağlayacağı kanaatine varılmıştır.”

(Yorum: İmam Maturidi üzerinden yerleştirilmek istenen akılcı dinin, ılımlı İslam’ın koflarına tekrar işaret ediliyor. Bunlar, güya akıl, adalet, hikmet ve özgür irade imiş!

İslam Dini adaleti getirmedi mi ki adalet arıyorsunuz?

“Hikmet” demekle dilinizin altında sakladığınız bakla nedir? Hikmet, zaten felsefe demek. Felsefenin dayanağı akıldır. Kuran ve Sünneti akla vuracaksınız, altına dökülen hikmet/ din olacak!… Kur’an anlayışında ise “hikmet”, Allah’ın indirdiği dini bakış açısıyla hakkı batıldan ayıran ölçüler demek.

Çalıştay baş katılımcılarının anlayışına bakılırsa bu gerçeği kabul eden yok tabii ki! O zaman, 7. asrın hükümleriyle anlayışlarını dondurmuş oluyormuş bunlar… 7. Asırda gelen hükümler o günün çöl bedevilerine inmiş, haşa! Eser ve söylemlerine bakabilirsiniz)

“Özgür irade” den kasdınız da nedir? Burası muamma! Bundan kastedilen İslam’ın inanç hürriyeti anlayışı değil tabibi ki. İslam’ın inanç hürriyetine göre kişi dünyada Müslüman olmak zorunda değil. Ama vergi vererek Müslüman yönetimin idaresi altında yaşamak zorunda. Ahirette ise cehennem onu beklemektedir. Bu kesin. Bildiride sözü edilen “özgür irade” bu değil. Neden değil? Çünkü yukarıda bunun kodları verildi. Şöyle ki: Yukarıda, güya İmam Maturidi’nin, “insanların inançlarından dolayı yargılanmasının önünü kesin bir şekilde kapattığı” belirtilmişti ya! Yani, insanları mümin, kafir ve munafık diye ayıramazsınız, bunlara dünyada farklı şekilde değerlendiremezsiniz deniliyor. Bu surette İslam Dini’ni, sevgi, barış, kardeşlik ve hoşgörü olarak ahlaki esaslar çerçevesinde belirleyip dinleri birleştirmek istiyorlar. Ve bu “birleşik inanç”a sahip herkes, -güya- cennet’e gidecekmiş(!)… Dinler Arası Diyalog’un içeriği bu.

Halbuki Allah Teala, Kuran’da insanları inançlarına göre ayırmış ve bu ayrımı bizim inanç temeli ve değer yargımız kılmıştır. Biz kafirle mümine eşit nazarda bakarsak, Kur’an’ı kabul etmiş olmayız. İman ve kulluk da temelinden uçar. Ayrıca bu takdirde evvela bizim çocuklarımız kafir olmaktan kaçınmazlar, Allah muhafaza! Yatan da çalışan da aynı ücreti alacaksa bir inşaatta, ötekisi niye çalışıp yorulsun?)

ÇALIŞTAYI YÜRÜTEN TEOLOGLARDAN BAZILARINA AİT İTİKADA AYKIRI KABUL EDİLMEZ GÖRÜŞLER

(NEDEN İTİKADEN SAKAT DÜŞÜNCEYE SAHİP TEOLOGLAR SEÇİLDİ?..)

1- Şaban Ali Düzgün

Dinde revizyon/reform isteyen ve dinin geleneğin tortularından kurtulması gerektiğini söyleyen, kimlik İslam’ının bölücü olduğunu ve dinin akla eşit olduğunu belirten bir teolog. (Bkz. https://www.haberturk.com/gundem/haber/710933-kuran-telekulagi-kiniyor ).

Ş. A. Düzgün, tarihselliğin2 babalarından olan ve mürted olduğu gerekçesiyle ülkesinde idam edilen Sudan’lı Mahmut Muhammed Taha’yı “örnek dini lider” olarak göstermektedir. Mahmut Taha özet olarak der ki:

“İslam’ın Mekke dönemi asıl ve sabit dindir; Medine dönemi ise geçersizdir. Zira Mekke dönemi, Medine dönemini neshetmiştir. Dini hükümlerin tamamı tarihseldir, tesettür dahil bütün dini hükümler yeniden yorumlanmalıdır. (!)”

Görüldüğü gibi böyle bir görüş, İslam itikadını kökten götürmektedir. Zira, İslam’ın neredeyse bütün hükümleri Medine döneminde inmiştir. Buna göre tüm dini hükümler inkar edilmiş olmaktadır. (Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=KjY57bDlbMw ; http://ucuncutaraf.com/2016/02/11/mahmut-muhammed-taha-ve-sol-sosyalist-islam-okumasi/).

Ş. Ali Düzgün, bu anlayıştaki bir teoloğu, dini örnek alınacak şahsiyet olarak tanımlamakla bu fikirlere sahip olduğunu açıkça belirtmiş değil midir?

2- Hasan Onat

Türkiye’nin, İslami rönesans’ın öncüsü olmasını isteyen; sosyetenin, “kıyafetime dokunma” kampanyasını tebrik ederek destek veren; söylemiyle tesettür ve sorumluluk ayetlerinin ilgili hadislerle birlikte üzerini çizen teolog.3 (Bkz. http://www.hasanonat.net/index.php/100-tuerkiye-de-din-anlay-s ; https://m.youtube.com/watch?v=ozlraFQH-88 ).

Kendi sitesinden ve konuşmalarından aldığımız aşağıdaki görüşleri İslam itikadı cihetiyle son derece sakattır. Şöyle ki:

“Yeni bir “İslam” anlayışına ihtiyaç vardır. İslâm’ın, Hz. Muhammed’in sağlığındaki anlaşılma biçimi; on dört asırlık gelenek, bize, İslam’ın doğru anlaşılmasını sağlayacak tecrübe yerine, İslâm’ı anlamayı güçleştirecek “düşünce kalıpları” sunmaktadır.”

Kur’ân’la ilgili her türlü yorum beşerîdir. Kur’ân’ın dışında her türlü bilgi beşerî bilgi olarak görülecektir. (Buna Kur’an’ı tefsir eden sünnet de dahil edilmektedir).4 İslâm’ın, Hz. Muhammed’in sağlığındaki anlaşılma biçimi dahil, daha sonraki bütün anlaşılma biçimleri ve bunlarla ilgili tezahürler, beşerî tezahürlerdir.”

“Toplum olarak din anlayışımızı yeniden gözden geçirmemiz, adeta kaçınılmaz hale gelmiştir. Din alanında da doğru bilgi temeline dayalı yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardır. İslam’ın iki temel kaynağı vardır: vahiy ve akıl.” (Görüldüğü gibi sünnet yok).5

“Türkiye’nin din alanında bir yeniden yapılanmaya şiddetle ihtiyacı vardır.”

(Bkz. (http://www.hasanonat.net/index.php/100-tuerkiye-de-din-anlay-s ).

“Peygamber söz veya tatbikatı Kuran’a aykırı ise, ona uymak yanlıştır” (Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=kppSBurddrU#action=share ).

(Yorum: Hz. Peygamber’in Kur’an’a aykırı söz ve davranışlarının olduğunu söylemiş oluyor, hâşâ! Peygamber s.a.v., Kur’an’a aykırı fiil ve sözü oluyorsa, peygamberlik nerde kaldı, ismet sıfatı nerde kaldı, Onu Vahiy kontrol ediyordu, ya siz hangi bilgiye Peygamber’in Kur’an’a aykırı hareket ettiğini anlayacaksınız. Peygamber günahkarsa, onun aracılığıyla gelen gelen Kur’an’a nasıl inanacaksınız? Burada asıl amacınız ne?… )

Hasan Onat, bir makalesinde de dindar insanlardan dinden çıkma korkusunu yıkmadığımız sürece, din alanında hiçbir şey yapmanın mümkün olmayacağını, ifade ederek şunları söylemektedir: “Engellerimiz çok, çarpanlarımız çok, Allah çarpar, … Ama Batılı öyle yapmamış, Madonna’nın bir şarkısında vardır… bütün kuralları yık, yani sınır tanıma.”6

3- Sönmez Kutlu

Vahyin/Nassların anlaşılmasında aklı esas alıyor. Şafiilik, Malikilik, Hanbeliliği gelenekçi din söyleminin temsilcileri kabul ederek bunların dogmatik gelenekçi din söyleminin veya zihniyetin temsilcisi kabul ediyor.

Mezhepler Tarihi hocası Sönmez Kutlu, bu mezhepleri ve benzerlerini; Asr-ı Saadeti yücelttiği, selefin/ilk üç neslin görüşlerinin kutsallaştırdığını, sünnet merkezli din ve dünya görüşünü benimsediklerini, rey düşmanlığı, kelam ve felsefe düşmanlığı yaptıklarını, yeniliklere (Bid’at) ve yaratıcılığa karşı olduklarını, Arapçılık yaptıklarını, kurtuluşa ermişlik iddiasında bulunduklarını, zahiri ve literal yorumu benimsediklerini, tevile karşı olduklarını, sanat ve musikiye hoş bakmadıklarını, katı ve mutaassıp bir dindarlığa sahip olduklarını, dogmatik fikirlere inandıkları, dışlayıcı tavır takındıkları, ve tekfir ettikleri, farklı görüşlere ve anlayışlara tahammülsüzlük gösterdikleri, mutlak doğruluk iddiasında bulundukları gerekçesiyle tenkit etmektedir.

Sönmez Kutlu’ya göre Hanefilik, güya akılcı ve reyci olduğu için bu grubun dışında tutulmuş. (Bkz. http://www.sonmezkutlu.net/?Syf=26&Syz=6028 ).

Sönmez Kutlu, bir makalesinde, Alevilikteki her türlü ritüel’i de dindeki/Sünnilikteki ibadetlere özdeş kabul ediyor. (Bkz. Din Anlayışında Farklılaşmalar ve Türkiye’de Alevilik-Bektaşilik Üzerine Söyleşi”, Diyanet Aylık Dergisi, Sayı: 147, Mart 2003).

4- Hülya Alper

Hülya Alper’e göre Maturidilik’de değerlerin kaynağı güya akılmış, akıl vahiyden önce gelirmiş.(!)… Akıl insanı hiçbir zaman kötüyü göstermezmiş…

Halbuki Maturidilikte de Eşarilikte de “kelami metod”un gereği olarak değerlerin kaynağı vahiydir. Akıl onu anlamaya çalışır. İlk kaynak akıldır veya akıl vahiyden önce gelir dersek, akla dayanarak vahyi inkar etmiş oluruz. İnsan aklına göre vahyi değerlendirip o anlayışı din edinecekse, o zaman vahiy niye gelsin ki?…

Hülya Hanım’a göre, Sahabe Hz. Peygamber’i bile sorgulamış (!). Gösterilen örnekler ise, olağan üstü bir durumdaki birlikte mütalaadır. (Bkz. https://youtu.be/7QF9TIy91fA ; https://youtu.be/9zYuHzUxaDw).

5- ABD Emory Üniversitesi’nden Dr. Philip C. DORROLL

“İslami Reform/İslamic Reform” adlı kitabın sahibi bir oryantalist. Yani İslam’da reform isteyen ve bunun kitabını yazan bir oryantalist. Böyle bir adama, istedikleri şekilde bir İmam Maturudi zihniyeti tanımlatılıyor… Dorroll, kitabında, İslami Reformun, ancak Türkler tarafından yapılabileceğine, dolayısıyla bu reformun Türklere yaptırılması gerektiğine dair işaretler bulunmaktadır.

6- Almanya Ruhr Üniversitesi’nden Prof.Dr. Angelika BRODERSEN

Yine bir oryantaliste, İmam Maturidi’nin kim olduğu ne düşündüğü anlattırılıyor…

7- M. Said YAZICIOĞLU

Hüseyin ATAY, Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Beyza BİLGİN, Rami AYAS, Arif GÜNEŞ, Hasan ELİK gurubu tarafından yazılan “İSLAM GERÇEĞİ” adlı kitap, Sait YAZICIOĞLU’nun Ankara İlahiyat Fakültesi Dekanı olduğu dönemde, 1995’de Ank. İlahiyat tarafından yayınlanmıştır. S. Yazıcıoğlu, kitabın başına da kitabı metheden bir takriz yazmıştır.

Kitabın önsözünde Yazarlar, “uydurulan din”in, mutluluk yerine kahır ve kavga ocağı oluşturduğunu, uydurulan dinin sadece Kur’an’a müracatla düzeltilebileceğini, Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra sapma ile hurafelerden ve tarihsel hükümlerden oluşan yeni bir dinin vücut bulduğunu ve dinin “Kuran İslamı”nın karşısına dikildiğini, Hz. Peygamberden sonra oluşturulan bu dini kabul edenlerce, “inananlar- inanmayanlar” şeklinde bölücülük ortaya çıkarıldığını, bu karanlık ve yıkıcı gidişe son verilebilmesi için, “Kur’an Dini”nin kavranması gerektiği ve bunun tarihi bir görev olduğunu, bu kitabın, söz konusu tarihi görevde (Kuran İslam’ını anlatma alanında) ilk hizmet ürünü olduğu ve ilerde daha detaylı çalışmaların yapılacağını ifade etmektedirler.

Kitabın içeriğinde ise, dinin içeriğini sadece Kur’an’ın belirleyebileceği, Hz. Peygamber’in sadece duyurucu (yani postacı) olduğu, Kur’an dışında dinde kaynak kabul etmenin açıkça şirk olduğu, [(sünneti kabul etmek şirk yani(!)],7 dinin kaynağının sadece akıl, bilim ve Kur’an olduğu, Kur’an’ı her devirde devrin şartlarına göre herkesin kafasına göre anlayabileceği, sahabe tâbiûın ve İslam âlimlerinin dini yanlış anlayarak hayatı çekilmez hale getirdikleri,8 Kur’an’daki örtünme hükmünün sadece tavsiyeden ibaret olduğu ve “örtünen kadınların şahsiyet ve onurları zedelendiği”, İmam Azam’ın “Mürcie” olduğu ve Mürcie’nin imamı olduğu,9 “erkek egemen toplum” düzeninde, İslam hukukçularının erkek olmaları dolayısıyla dinde kadın haklarını göz ardı ettikleri, Kur’an’da zina hakkında öngörülen yüz değnek sopa cezasının da ilkel bir cezalandırma yöntemi olduğu belirtilmektedir.10 Ayrıca kitapta, günümüzde üç semavi dinden birine inanmanın yeterli olduğuna da işaret eden ifadeler vardır.

İşte, M. Sait Yazıcıoğlu, bunları onaylamış ve yayınlamış Eski DİB Başkanı ve Ankara İlahiyat Dekanı olarak, söz konusu Maturidi Çalıştayı’nda görevlendiriliyor…

8- Ali Bardakoğlu

Bardakoğlu, “Kuran’ın Allah kelamı olmadığını belirten ve Kur’an’ın Allah kelamı olup olmadığının yeniden araştırılmasını” isteyen Ebu Zeyd’in bu sözlerini heyet huzurunda tebrik edip memnuniyetini bildiren eski DİB Başkanımız… Bardakoğlu, laikliği, Atatürkçülüğü ve çağdaş birikimi, dinin ayakları, yani kaynakları arasında zikrediyor.11

Bardakoğlu, halen başında bulunduğu, Türkiye Diyanet Vakfı/29 Mayıs Üniversitesi’nin alt birimi olan Kuramer’de, “Kuran’ın Allah kelamı olmayabileceğini, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Lat Menat Ve Uzza’ya tapmaya meyilli olduğunu, menfaati için bir süre bu putlara taptığını, ayrıca, Hz. Peygamber (s.a.v)’in beşerden bir öğretmeninin olabileceğini” yazan ve “Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in eseri olduğu” ifade eden W. Watt’a ait kitapları ve Mustafa Öztürk gibi teologların kitaplarını hiçbir tenkide yer vermeksizin yayınlamıştır.

9- Mehmet Görmez

Görmez, “sünnet bize bir model olarak gelmedi” diyor; 12 “hadisler sahabe ve diğer ravilerin uyduğudur” anlamına sözler sarf ediyor.13 Hadis ve sünnet’in farklı olduğunu açıkladığı satırlarda, “Kitaplarda yazılı hadisler sahih dahi olsa, toplumda uygulanabilir olmadan ve toplum tarafından kabul etmedikçe kutsal bir değeri yoktur” diyor.14 Başörtüsünün tabbudi/dini emir olmadığını da ileri sürüyor.15 İslami ilimlerin hakikatı yansıtmadığını, bu yüzden tamamının ortadan kaldırılıp yeniden yazılması gerektiğini vd. sakat fikirleri ifade ediyor.16 Diyalog için tüm dinlerin ortak noktalarının alınması gerektiğini ifade ediyor.17 Mehmet Görmez’in, Farankfurt’ta Ömer Özsoy tarafından düzenlenen, tamamı yabancı oryantalistlerden oluşan ve Kur’an’da yabancı unsurların bulunduğu iddiasıyla düzenlenen sempozyumun açılış konuşmasını yaptığı iddiaları da vardır.18

Şimdi düşünün ki, bu görüşlere sahip teologlara neden İmam Maturidi Çalıştayı yaptırılır? İmam Maturidi’yi objektif anlatacak ve milletimize tanıtacak ehli ilim hocalarımız ve ilahiyatçılarımız yok muydu? Bu konuda onların kapısı hiç çalındı mı? Yoksa başka bir maksat mı var?… Bu görüşlere sahip teologların İmam Maturidi gibi büyük itikat imamımıza isnad ettikleri -sözde- görüşlere siz inanır mısınız?… Bunlara mı inanırsınız, yoksa İmam Maturidi’nin silsilesinden gelen akait imamlarımızın aktardıkları bilgilere mi?..

MATURİDİ KAYNAKLARINDAN YARARLANMA USULÜNDE AFFEDİLMEZ HATA YAPILIYOR!

Dikkat edilirse, İslam akait ilminde, itikatta hak olan iki ana mezhepten biri olmasına rağmen, Matutridiliğe adını veren İmam Maturidi’nin eserleri direkt olarak ön plana çıkmamıştır. Hanefi Mezhebinde İmam Azam Ebu Hanife’den nakledilen eserlerinin doğrudan ön plana çıkmadığı gibi. Bunun sebeplerini Dr. Ahmet Gelişgen hocamızın Maturidiliği anlatan, “MATURİDİLİKTE AKIL MI ESASTIR?” başlıklı makalesinde oldukça güzel anlatmış. Maturidiliği gerçek manada öğrenmek isteyenler bu makaleyi mutlaka okumalı ve okutmalıdırlar. (Makale için bkz. https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=334#202902014419 ).

Ahmet Gelişgen Hoca, adı geçen makalede, Maturidilikteki anlayışa göre olsun Eşarilikteki anlayışa göre olsun, aklın, vahyin kontrolünde onu anlamaya çalışan bir unsur olduğunu, dinde her şeyin akla uymayacağını, Maturidilikte de belirleyici rolün vahiy olduğunu kaynak ve dayanaklarıyla ispatladıktan sonra, Maturidi kaynaklarından nasıl yararlanılması gerektiği konusunu da müstakil bir başlık altında incelemiş. İlgili bölümü önemine binaen buraya aynen almakta fayda görüyoruz. “MATURİDİ KAYNAKLARINDAN YARARLANMA USULÜ” başlık altında yer alan metin şöyledir:

“Bir mezhebin görüşü ortaya konulmak istendiğinde, mezhebin ilk imamı da olsa, doğrudan onun görüşü esas alınmayabilir. Zira o mezhebin sonraki dönemlerde gelişimi ve gerekirse açıklama ve tashihleri söz konusu olabilir. Bazen de çok ünlü bir alimin kitaplarına maksatlı yanlış bilgiler sokuşturulabilmektedir. Bunun sağlamasını yapmanın yolu, imamın talebelerinin veya onların yolunu izleyen alimlerin yazdığı kitaplardan ve onların görüşlerinden istifade etmektir.

Maturidiliğin meşhur kaynakları genelde, İmam Maturidi’nin eserleri yerine, mezhepte sonraki alimlerin kitapları olmuştur. Tabii ki bunun muhtelif sebepleri vardır. İmam Maturidi kendisi, -ağırlıklı görüşe göre- Türk olduğundan eserlerindeki Arapça, bazen tam olarak anlaşılamamaktadır. Ebu Yusr el-Pezdevi başta olmak üzere pek çok alim bu duruma işaret etmiştir.19 Ayrıca İmam Maturidi’nin eserlerinin tamamı ne yazık ki bize kadar gelmemiştir. Basılmış eseri ise bugün itibariyle dahi üçü beşi geçmemektedir. Basılan bazı eserlerde dahi bazı sorunlardan söz edilmektedir. Örneğin, 1988’li yıllarda Konya İlahiyat’taki Kelam derslerinde Muhterem Hocamız Prof. Dr. Süleyman Toprak Beyefendi, Kitabu’t-Tevhid’in, Dr. Fetullah Huleyf tarafından neşredilen ilk basımında (Beyrut, 1970, İstanbul, 1979) eksiklerin ve kitapta bazı boş yerlerin olduğunu belirtmişti.20 O tarihlerde çıkan tercümesinin de sorunlu olduğundan söz etmişti. Bekir Topaloğlu ve Muhammed Ârûşî tarafından tahkik edilerek neşredilen kitabın önsözünde ise, Dr. Fetullah Huleyf tarafından neşredilen kitapta, yanlış okumalar neticesinde bazı kelime ve metinlerde hata yapıldığı, bazı şüpheli ibarelerin de “Te’vil’atu’l-Kur’an” daki metinlerle irtibatlandırılmadığından söz edilmektedir.21 Şükrü Özen de Fetullah Huleyf’in neşrettiği nüshada yanlışların bulunduğuna temas etmiştir.22 “Te’vilâtü’l-Kur’an” ise, İmam Maturidi’nin öğrencilerine yaptığı ders takrirlerinden toparlanmıştır.23 Asıl olarak onun görüşleri de vefatından sonra öğrencileri tarafından yayılmış, Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin “Tabsıratü’l-Edille” adlı eseriyle mezheb belirginleşmiştir.24

O yüzden, İmam Maturidi’nin herhangi bir eserinden alınan bir cümle, fikir veya hüküm, yanlış sonuçlara götürebilir. Belki İmam, onu başka bir vasatta söylemiş veya aktarılırken o söz bağlamından koparılmış olabilir. Yahut o sözlerin şerhe ve haşiyeye ihtiyacı olabilir. İmam o görüşünden dönmüş olabilir. Son zamanlarda birilerinin, Te’vilat’ın veya Kitâbü’t-Tevhid’in bir baskısına hatta Türkçesine müracaat ederek bilinenlere aykırı hükümler çıkarmaları ve akide belirlemeye çalışmaları oldukça yanlıştır. Özellikle alan uzmanlığı olmayan kimselerin bu çalışmalara koyulması hiç de doğru değildir. Bu ümmetin alimlerinin çok olması, Cenâb-ı Hakkın bahşettiği en büyük lütuflardandır. O nedenle biz, gerektiğinde bir alimin söylediklerini başka alimlerin söyledikleriyle kıyaslarız ve bu konuda çoğunluk varsa onu tercih ederiz.

Tekraren söyleyelim ki, Maturidiliğin görüşleri objektif olarak öğrenilmek isteniyorsa, İmam Maturdi’nin eserleri yanında, diğer Maturidi alimlerin eserlerine de müracaat edilmeli, gerekirse kıyaslamalar yapılmalıdır. Bu hususta müracaat edilmesi gereken kitapların başında, Ebu’l Muin en -Nesefi’nin, “Tabsıratü’l-Edille’si gelir. Nesefî’ bu eserinde, Ehl-i Sünnet kelamının lideri gördüğü İmam Mâturidi’nin görüşlerini merkeze almıştır.25 Bunların yanında, Ebu Yusr el-Pezdevî’nin “Usûlü’d-Dîn’i, Nureddin es- Sâbânî’nin “el Bidâye fi Usuli’d-Din”i, Maturidi itikadı tanıtan kaynaklardır.26 Ayrıca, yine Ebu’l Muin en -Nesefi’nin “Bahru’l-Kelam”ı, Ömer Nesefî (veya Burhaneddin en- Nesefi’nin) “Akâidü’n-Nesefiyye”si, Kestelli Muslihiddin Mustafa’nın ve Hayalî Ahmed Efendi’nin ayrı ayrı “Hâşiye alâ Şerhı’l-Akâid” isimli eserleri, Aliyyülkâri’nin “Şerhu Fıkhi’l-Ekber”i ve “Dav’ü’l-Meâli”si, Kemaleddin Beyâdî’nin “İşaratü’l-Meram”ı, Kemal b. Ebi Şerif’in “el-Müsâmere”si (İbn Hümam’ın el Müsayere’sinin şerhi) gibi kaynaklar, Maturidi itikadında öne çıkan ana kaynaklarıdır.27

Hanefi mezhebinde tek başına İmam Azam’a ait rivayetler nasıl ki Hanefi Mezhebi olarak kabul edilmiyorsa, Şafii Mezhebi adına tek başına İmam Şafii’nin görüşleri de Şafiilik kabul edilmiyorsa, Maturidilik adına da tek başına İmam Maturidi’nin görüşleri Maturidilik kabul edilmez. Bu yüzden herhangi bir meselede, doğru ya da yanlış anlaşılan bir konuda, sadece İmam Maturidi’nin eserindeki bir görüşle yetinilmeyip, mezhepte sonradan gelen eserlere de bakılmalıdır. İlimlerin tedvininde ilkler, genellikle şerh ve haşiyeye ihtiyaç duymuştur. Özellikle halk için, Maturidiye mezhebine ait sonraki dönem kaynakları esas alınmalıdır. Biz bu tercihin, ulemada ve Osmanlı ilim anlayışında uygulandığını görüyoruz.”

Gelişgen Hoca’nın İmam Maturidi’nin Kitabu’t- Tevhid’inden aktardığı şu metin de İmam Maturidi hazretlerinin akılcı olduğu iddiasının büyük bir iftira olduğunu, tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır:

“Rasüllerin/peygamberlerin haberini kabul etmek, aklın zorunlu bir sonucu olarak gereklidir. Zira, peygamberlerin haberinden doğruluğu daha güçlü ve daha açık bir haberolamaz. Onlar kendilerini tasdik eden mucizelerle gelirler. Onların haberi, kalbin en mutmain olduğu bilgidir. Aksi halde onların haberini kabul etmeyen, yukarıda açıkladığımız üzere, aklî zorunluluk gereği inkârcı olur. O halde, peygamberlerin haberini inkâr eden kimse, inatçılık ve kibirle suçlanmaya en layık kişidir.”28

NETİCE

İmamı Maturidi hazretlerine ve Maturidiliğe isnad edilen akılcılık vb. safsataları, kesinlikle yalan ve iftiradır. Böyle bir iftiranın vebali kıyamet günü ödemeyeceği gibi, bu yanlış tanıtım üzerinden itikadı bozulan insanların vebali de bu işi yapanlara ve yaptıranlara olur.

İmam Maturidi’nin veya Maturidiliğin görüşleri sadece günümüze ulaşan ve İmam Maturidi’ye ait olduğu söylenen birkaç kaynaktan öğrenilemez. Elimizde bulunan İmam Maturidiye ait birkaç eserin hem anlaşılmama problemi vardır hem de güvenle bize ulaşamaması problemi vardır. Nitekim pek çok eseri de bize ulaşmamıştır. Maturidiliğin büyük itikat imamı Ebu Yusr Pezdevi, “Usuli’d-Din” adlı akaid kitabının önsözünde İmam Maturidi’nin “Kitabu’t-Tevhid”in anlaşılamadığını ve bu yüzden yararlanmadıklarını bizzat söylemektedir. Pezdevi gibi bir büyük akait imamı bunu söylüyorsa, “bunu ben anladım diyene” ne demek lazım sizce? Şüpheli ve belirsiz ifadelerden itikat tayin edilebilir mi? Kaldı ki geride açık beyana sahip yüzlerce akaid kaynağı varken!..

Hal böyleyken bizim “naylon müçtehidler”, kütüphaneler dolusu kelam ve akaid kitaplarını bir kenara atıp, İmama Maturidi’nin bir eserinin Türkçesi üzerinden topluma itikad rolü biçerek ılımlı İslam’a kapı aralamaya çalışmaktadırlar. Bu konuda mızrak çuvala sığmamaktadır. Maturidilik asıl, İmam Maturidi’nin silsilesinden gelen ve eserleri süzgeçten geçirilip alimlerce onaylanan Nurettin Sabuni, Ömer en- Nesefi, Ebu’l Muin en -Nesefi, Ebu Yusr el-Pezdevî, İbn Hümam, Kemaleddin Beyâdî, Kestelli Muslihiddin Mustafa’nın ve Hayalî Ahmed Efendi ve Aliyyü’l-Kâri gibi Maturidi akaid alimlerinden öğrenilir.

Maturidilik ve Eşarilik, İslam itikadını iki hak mezhebidir. İslam itikadında, dolayısıyla Maturidilik ve Eşarilikte, vahiy, akılla mahkum edilemez. Akıl, sadece vahyi anlamaya ve öğrenmeye yarar. Başka bir ifadeyle, akıl vahyin kontrolünde çalışır. Vahyin kontrolünü kabul etmeyen akıl, sapıtmaya mahkumdur. İnsan aklıyla doğruyu bulabilecek olsaydı, vahiy gelmezdi. Akla uyana inanırım, uymayana inanmam demek, vahyi inkardır. Vahyi inkar ise imansızlıktır. Bu surette İmam Maturidi üzerinden, ona isnad edilen sahte görüşlerle Müslüman Türk toplumu imansızlığa sürüklenmek istenmektedir. Buradan da ılımlı İslam’a ulaşılmak istenmektedir. Toplumun elindeki sağlam değerleri almadan, dejenere etmeden onları saptıramazsınız.

Hal böyleyken, gerek Sayın TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın, gerekse sair eski/yeni bürokrat ve siyaset adamlarımızın için iç yüzünden haberdar olduklarını sanmıyoruz. İşin perde arkasının böyle olduğunu bilselerdi, kesinlikle böyle bir programa yanaşmazlardı. Sayın Cumhurbaşkanımız da işin aslına vakıf olsaydı, İmam Maturidi üzerinden itikadımızı manipüle edecek böyle bir çalıştay’a geçit vermezlerdi, diye inanıyoruz.

Görüldüğü üzere, yazımızda ve ne bir devlet büyüğümüzü ne bir siyasetçimizi, ne de herhangi bir şahsı asla hedef almıyoruz. Katılımcı teologların fikirlerini de yazdıkları eserlerinden veya konuştukları videolarından aktarıyoruz. Onlara karşı da asla bir kasdımız veya kötü niyetimiz olamaz. Türkiye ve dünyada din üzerinde oynanan oyunların sıkı takipçileri olarak, ülkemizin 15 Temmuz’da yaşadığı elim travma ve hainlikten de ders alarak bir konunun perde arkasını ülkemiz, milletimiz, devletimiz ve dinimiz yararına irdelemek istiyoruz. Biliyorsunuz ki fikri temel oluşturulmadan, hedeflerin aksiyon aşamasına girilemez. Fetö’de de top yekün millet olarak bunu somut olarak gördük. Bu acı tecrübeleri bir daha yaşamamak için, üzerimizdeki vebali atmak ve aziz milletimize ve devletimize karşı bu vazifemizi ifa etmek üzere işbu yazımızı kaleme aldık. “Dost acı söyler” sözünü de umarız göz ardı etmezsiniz…

İçerisinde bulunduğumuz şartlardan dolayı isim belirtemediğimiz için de özür dileriz. Selam ve hürmetlerimizle.

1 Kasım 2018

 

1 Bildiri için bkz. http://maturidi.org/16-sonuc-bildiriisi-sayfa
2 Tarihsellik: Dini hükümlerin kendi tarihi içerisinde geçerli olsa da bugün geçerli olmadığı iddiası ve sapkınlığı.
3 Önceden aldığımız bu bilgilerin siteden kaldırıldığını gördük…
4 Parantez içi, yorumdur.
5 Parantez içi, yorumdur.
6 Türk Dünyasının Dini Mesleleleri (1997 Kutlu Doğum Tebliğ ve Müzakereleri), 1988, Ankara, s.352.
7 Parantez içi, yorumdur.
8 Uzun cümlenin özetidir.
9 Mürcie, isyan içinde olan müminlere umut veren, yani, “günahlar imana zarar vermez” diyen bid’at fırkadır.
10 Hani sadece Kur’an kabul edilecekti. Maksat o değil demek ki….
11 Diyanet yayınları, “Uluslararası Avrupa Birliği Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri (3-7 Mayıs 2000) I” adlı, Ankara, 2000, s. 441, 442, 517, ve 518. Atatürkçülükle, Atatürkçülüğü dinin kaynağı görmenin hiçbir bağıntısı olmasa gerek. Atatürk’ün, din gibi bir konuda suiistimaline de müsaade olunmamalı, deriz.
12 “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas toplantısı, Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, TDV matbaası, Ankara, 2004, s. 225-242.
13 “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas Toplantısı Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, s. 232, 240.
14 Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, TDV Yayını, 1997, s. 231, 233, 234, 240.
15 İlahi Dinlere Göre Başörtüsü”, İslamiyat Dergisi, Cilt 4, Sayı: 2, Nisan Haziran 2001, s. 19-33.
16 “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas toplantısı, Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, TDV matbaası, Ankara, 2004, s. 225-242.
17 “Çoğulculuk Tecrübesi Ve İslam”, http://www.mehmetgormez.com/dosyalar/1_36753061_4101327 ).
18 Bkz. http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-674/_nr-226/i.html; http://en.qantara.de/Koran-Studies-under-Scrutiny/8085c8154i1p164/index.html; http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php?wc_c=674&wc_id=94 .
19 Ebu Yusr el-Pezdevi, Usûü’d-Dîn, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, Kahire, 2003, s. 14 vd. Bkz. Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/149.
20 Bkz. Gölcük-Toprak, a.g..e, s. 39.
21 Bekir Topaloğlu, Muhammed Ârûtşî, “Takdîm”, s. 5. (İmam Maturidi, Kitâbu’t-Tevhid, Mektebetü’l-İrşâd, Beyrut, 2010 kitabının başında).
22 Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/149.
23 Şükrü Özen, a.g.e., XXVIII/149.
24 Yusuf Şevki Yavuz, a.g.e., XXVIII/166.
25 Şükrü Özen, a.g.e, XXVIII/160.
26 Bekir Topaloğlu, a.g.e., XXVIII/156.
27 Bkz. Gölcük-Toprak, a.g.e, s. 51, 52.
28 İmam Maturidi, Kitâbu’t-Tevhid, s. 71