KUR'AN-I KERİM'DE HZ. MUSA - HIZIR (A.S.) KISSASI


Açıklama: KUR'AN-I KERİM'DE HZ. MUSA - HIZIR (A.S.) KISSASI
Kategori: DR. AHMET GELİŞGEN
Eklenme Tarihi: 25 Aralyk 2017
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 16:21
Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site
URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=701


KUR’AN-I KERİM’DE HZ. MUSA - HIZIR (A.S.) KISSASI 

(SORUMLULUĞUMUZ DIŞINDA MEYDANA GELEN OLAYLARIN PERDE ARKASI)[1]       

                                      بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قَالَ هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ  تَسْتَطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا(Kehf, 18/78)

(Hızır a.s.) şöyle dedi: ‘İşte bu, birbirimizden ayrılmamız demektir. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.’ ” (Kehf, 18/78).

            Kur’an-ı Kerim’de anlatılan ibretli kıssalardan biri de Hz. Musa (a.s.) - Hızır (a.s.) kıssasıdır. Hızır (a.s.), hadis-i şeriflerde “el-Hadıru” kelimesiyle ifade edilmiştir. Buhâri rivayetinde gelen Ebu Hureyre hadisinde, ona bu ismin, “kurak veya otları kuruyup beyazlamış bir yere oturmasının ardından orasının yemyeşil olmasından” dolayı verildiği bildirilmektedir.[2] Arapçada “hadıru” kelimesi (noktalı hâ ile), yeşil, dal, ekin, yeşil bakla, yeşilliği bol yer anlamlarına gelir.[3] Aslı ise, yeşermek anlamına gelen “hadıra” kökünden gelir.[4]

Nevevî ve İbn Salah’a göre İslam alimlerinin çoğu, Hızır (a.s.)’ın halen yaşadığı ve aramızda olduğu görüşündedirler. Nevevî; ehl-i tasavvuf’un, salah ve marifet ehlinin ise, Hızır (a.s.)’ın yaşadığı konusunda ittifak halinde olduklarını ve bunların Hızır (a.s.)’ı gördüklerini, birlikte toplantı yaptıklarını, ondan ilim aldıklarını, aralarında soru cevap diyaloğunun bulunduğunu, hayırlı yerlerde ve şerefli yerlerde Hızır (a.s.)’ın hazır olduğunu anlattıklarından söz eder. Nevevi, müfessir Sa’lebî’den de Hızır (a.s.)’ın uzun ömürlü olduğunu ve insanların çoğuna görünmediğini aktarır. Nevevî ayrıca, Sa’lebî’den “kıyle” tarikiyle aktardığı bilgide de Hızır (a.s.)’ın, Kur’an-ı Kerim’in ortadan kaldırılacağı ahir zamana kadar yaşayacağı rivayetini zikreder; bazı muhaddislerin ise Hızır (a.s.)’ın yaşamadığı görüşünde olduklarını söyler.[5] Ahmet Davutoğlu Hoca, Buhârî, İbn Münavi ve İbn Cevzi’nin, Hızır (a.s.)’ın vefat ettiği kanaatinde olduklarını belirtmektedir.[6]

Hızır (a.s.)’ın peygamber veya veli bir kul olduğu meselesi ulema arasında ihtilaflıdır.[7]

Kur’an-ı Kerim’de Olayın Serüveni [8]

            Hz. Musa, yanındaki gençle yaptıkları yolculuk sırasında, ilim ve hikmet sahibi  bir kulu arar bulur. Önceden tanımadığı bu kula Allah Teâlâ tarafından, rahmet ve “ledünnî ilim” denen özel bir ilim verilmiştir. Hadis-i şerifte anlatıldığına göre Hz. Musa, Allah Teâlâ’nın bildirdiği o kula gidip ilim talep etmek istemiştir. Allah da onunla buluşma yerine işaret etmiştir. Buluşma yeri, iki denizin birleştiği mevkide, sepetindeki balığı kaybettiği yerdir.[9] Buhari ve Müslim rivayetinde gelen sahih hadislerde bildirildiğine göre, Musa (a.s.)’ın ulaşmak istediği bu kul (abd), “Hızır” (a.s.)’dır. Yanında hizmet eden genç de Yûşâ b. Nûn’dur.[10] Tarif edilen yerde Hz. Musa, Hızır (a.s.)’ı bulunca, ilminden yararlanmak üzere ona ittiba etmek istediğini iletir. [11]

Sabretmesi ve işine karışmaması şartıyla Hızır (a.s.), Musa (a.s.)’ın bu talebini kabul eder. Yola koyulup bir gemiye binerler. Hızır (a.s.), kendilerinin ve halkın binmekte oldukları bu gemiyi esrarengiz bir şekilde deler. Musa (a.s.) sabredemez ve yanlış bulduğu bu eyleme tepki gösterir. Hızır (a.s.) aralarında geçen sözleşmelerini hatırlatınca, Musa (a.s.) bu sabırsızlığından dolayı özür diler. [12]

Yola devam ederken bir erkek çocuğa rastlarlar. Hızır (a.s.) bu sefer de bu çocuğu öldürür. Hz. Musa (a.s.) verdiği sözü yine unutup Hızır (a.s.)’ın bu eylemine de tepki gösterir. Hızır (a.s.) ona sözleşmeyi tekrar hatırlatır. Musa (a.s.), bir daha yol arkadaşının işine karışmayacağını, şayet karışırsa, artık kendisinden tolerans beklemeyeceğini ifade eder. [13]

            Nihayetinde tekrar yola koyulurlar. Bir köye vardıklarında köy halkından yiyecek isterler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçınır. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvara rastlarlar. Hızır (a.s.), o duvarı hemen orada doğrultuverir. Hz. Musa yine sabretmesi gerektiğini unutarak bu işten ücret alabileceğini hatırlatır. Hz. Musa (a.s.)’ın bu sabırsızlıkları karşısında Hızır (a.s.)’ın artık toleransı kalmamıştır. Bu yüzden “Bu birbirimizden ayrılmamız demektir” der [14] ve Hz. Musa’nın sabredemediği olayların iç yüzünü açıklamaya başlar:

            Denizde giderken deldiğim gemi, denizde çalışan yoksul kişilere aitti. Onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü, arkalarında gelen ve sağlam gemileri gasp eden zalim bir kral vardı.”[15]

            “Öldürdüğüm erkek çocuğun anne-babası mümin idi. Çocuk ilerde bu anne-babayı nankörlük ve küfre sürükleyecekti. Bu çocuğun yerine, anne-baba için Allah’tan, temiz ve merhametli bir evlat vermesini istedim.” [16]

Doğrulttuğum duvar ise, şehirdeki iki yetim çocuğa aitti. Bunu kendi isteğimle yapmadım. Duvarın altında hazine vardı. Çocukların babaları da iyi bir kimse idi. Bunun için Allah, çocuklar yetişene kadar hazine orada korunsun ve ilerde bu çocuklar o hazineye sahip çıksınlar, istedi. Bu nedenle o duvarı doğrulttum. İşte sabredemediğin olayların iç yüzü budur.” [17]

Yukarıdaki Kıssadan Anlamamız Gerekenler

Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere göre Hz. Musa ve Hızır (a.s.) arasında yaşanan bu üç olay, insanın dünya hayatında karşılaştığı ve künhünü bilmediği işlerde, ilahi hikmetlerin nasıl tecelli edebileceğini göstermektedir.

Her şeyden önce Allah’ın emir ve yasaklarına göre hayatımızı sürdürmek ve kötülüklere karşı gerekli tedbirleri almak bizim için ilk vazifedir. Bunun yanı sıra her türlü tedbiri almamıza rağmen bizim eylem ve irademiz dışında gelişen ve bize garip gelen ya da gönlümüze hoş görünmeyen olaylarla da karşılaşabiliriz.

Böylesi durumlarda kötülük olarak bilinen şeylere usulünce engel olmaya ve onları ortadan kaldırmaya çalışmak, kul olarak sorumluluğumuzun bir gereğidir. Ancak, bizi aşan ve bize hoş görünmeyen olaylar karşısında sekinet içerisinde olmamız ve sabırlı davranmamız gerekir.

Ne var ki insan kendine garip gelen veya zararlı gibi görünen bir olaya ilk planda tepki gösterebilecektir. Bu tepki insanın fıtratından kaynaklanır. Halbuki bize garip gelen olayların perde arkasını biz çoğu defa bilemeyiz. Tabiatta ortaya çıkan ve bize şer gibi görünen her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Tabiatta bize vahşi görünen ve zararlı addettiğimiz, adını anarken bile bazı insanların korku ya da iğreti duyduğu hayvanatın, çevreye ve insanlara nice nice faydaları vardır.

Bizimle ilgili meydana gelen olumsuz görüntüdeki olayların da o anda bizim fark edemediğimiz hikmetleri olabilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “… olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz” buyrulmaktadır.[18] Olayların perde arkasındaki hikmetler ilk bakışta bize görünmez ama, zamanla mutlaka ortaya çıkar.

Böyle durumlarda bize düşen, her türlü tedbiri almamıza rağmen irademiz dışında meydana gelen ve bize kötü gelen olayları hayra yorup, hayırlı neticeyi Allah’tan beklemektir. Unutmayalım ki, bize hayır gibi görünen bir şey bazen şer olabilir. Şer gibi görünen şeyler de bazen hayır olabilir.

Hz. Musa (a.s.) ve Hızır (a.s.) arasında geçen bu kıssadan alınması gereken en önmeli derslerden biri de ilim ve hikmet sahibi şahsiyetlerin ilminden yararalanma fırsatını aramaktır. Hz. Musa (a.s.) gibi “ülü’l-azm” bir peygamber, kendinden daha bilgili olduğunu öğrendiği Hızır (a.s.)’ı arayıp bulmuş ve ona ittiba etmiştir. Hızır (a.s.)’ın, peygamber mi yoksa veli mi olduğu konusunun, İslam alimleri arasında ihtilaflı olduğunu yukarıda belirtmiştik.

Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan Hz. Musa (a.s.) ve Hızır (a.s.) kıssasından hareketle, evliyanın, İslam şeriatına aykırı şeyler yapabileceğini ileri sürmek, apaçık sapıklıktır.[19] Kendilerine evliya süsü veren sahtekarların durumu ise, izahtan varestedir.

Cenâb-ı Hakk bizleri veli kullarına yakîn eylesin. Belâdan, kazadan ve her türlü âfetinden korusun. Bütün şer ve şerirlere karşı hızf-ı emânını nasip eylesin. Gücümüzün yetmediği şeylerle bizi imtihan etmesin. Başımıza gelen musibetleri de günahlarımıza kefâret ve kendisi katında âlî dereceler kazanmamıza vesile eylesin. Âmin!

23.12.2017

Dr. Ahmet GELİŞGEN

www.ahmetgelisgen.com



[1] DİYK Uzmanlığı görevimizde, 2007 yılında, Kur’an-ı Kerim’in 16. cüzü tefsiri bağlamında DİB’na verdiğimiz yazılardan biri esas alınmıştır.

[2] Buharî, Enbiya, 27; Tirmizi, Tefsîru Sure 18/3; Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahih-i Müslim, XV/135; Aynî, Umdetü’l-Kâri, XIV/508, 509.

[3] Butrus el-Büstânî, Muhîtu’l-Muhît, s. 238.

[4] el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-Esâsî, s. 402.

[5] Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahih-i Müslim, XV/134.

[6] Ahmed, Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, X/200, 201.

[7] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II/201; Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahih-i Müslim, XV/134; Aynî, Umdetü’l-Kârî, XIV/504; Ahmed, Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, X/200, 201.

[8] Kehf, 18/65-82.

[9] Buhâri, Enbiya, 27; İlim, 44; Tefsîru Sure 18/ 2, 4; Müslim, Fedâil, 170-174, Tirmizî, Tefsîru Sure 18/1.

[10] Buhâri, Enbiya, 27; İlim, 44; Tefsîru Sure 18/ 2, 4; Müslim, Fedâil, 170-174; Tirmizî, Tefsîru Sure 18/1; İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân, VII/5390; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III/92, 96; Aynî, Umdetü’l-Kârî, XIV/504-507; Ahmed, Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, X/201. (Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IX/326).

[11] Kehf, 18/65, 66.

[12] Kehf, 18/66-73.

[13] Kehf, 18/73-76.

[14] Kehf, 18/76-78.

[15] Kehf, 18/79.

[16] Kehf, 18/80-81.

[17] Kehf, 18/82.

[18] Bakara, 2/216.

[19] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II/201.