ANKARA İLAHİYAT DEKANI İSMAİL HAKKI ÜNAL


Açıklama: ANKARA İLAHİYAT DEKANI İSMAİL HAKKI ÜNAL'IN FAZLURRAHMANCI FİKİRLERİNDEN BİR KESİT
Kategori: İSMAİL HAKKI ÜNAL
Eklenme Tarihi: 06 Kasym 2017
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 14:53
Site: Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine site
URL: http://www.reddiyeler.com/detay.asp?haberID=640


ANKARA İLÂHİYAT DEKANI İSMAİL HAKKI ÜNAL’IN FAZLURRAHMANCI FİKİRLERİNDEN BİR KESİT

Ankara İlahiyat Fakültesi’nin iki dönemdir dekanlığını yürüten ve öğretim görevliliği sırasında iki dönem olmak üzere 12 (7+5) yıl da Din İşleri Yüksek Kurlu Üyeliği görevi ifa etmiş olan Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’ın Fazlurrahmancı fikirlerini aydınlatmak bağlamında birkaç örnek sunmak istiyoruz:

1)İsmail Hakkı Ünal’a Göre Sünnet, Günün Şartlarına Uygun Şekilde Serbestçe Yorumlanmalıdır

İsmail Hakkı Ünal, "Fazlurrahman'ın Sünnet Anlayışı ve 'Yaşayan Sünnet' Kavramı Üzerine" adlı makalesinin sonuç bölümünde şöyle demektedir.[1]

Makalemizi Fazlur Rahman’ın bu konudaki görüşlerin özünü teşkil eden şu cümlesiyle bitiriyor ve onun buradaki temennisine içtenlikle katılıyoruz: ‘İlk Müslüman nesillerin yaşayan sünneti o dönem için Kur’an’ın ve Nebevi faaliyetin gerçek ve başarılı bir yorumu olarak bize birçok ders vermektedir. Şüphesiz toplumlar ve onların yapıları söz konusu olduğu zaman o günkü yaşayan sünnetin bugün için aynen tekrarı mümkün değildir. Ama o dönemden tekrarı mümkün bir şey var. O nesiller nasıl ki Kur’an ve Sünnet’i kendi dönemlerinde kendi şartlarına uygun biçimde serbestçe yorumlamışlarsa, biz de aynen, kendi gayretimizle, kendi çağdaş tarihimizde aynı şeyi yapmak zorundayız. (Fazlurrahman, Metedoloji, sayfa, 178).[2]

İsmail Hakkı Bey, makalesinin sonunda Fazlurrahman’dan bu alıntıyı getirerek, onun fikrine içtenlikle katıldığını belirtiyor ki bu satırlar, makalenin ana fikri mahiyetindedir.

Fazlurrahman’dan aktarılan yukarıdaki metni basitçe özetleyecek olursak, şu iki hüküm ortaya çıkar:

a-      Hz. Peygamber (s.a.v.)’in o gün ortaya koyduğu sünnetin, günümüzde aynısının uygulanması mümkün değildir (!).

b-      Günümüzde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetini, kendi şartlarımıza göre serbestçe yorumlamak zorundayız (!). 

Kısaca söylemek gerekirse, bu ifadelerden anlaşılan, özgün şekliyle bildiğimiz “sünnet”in bugün geçerli olmadığıdır (!). İsmail Hakkı Ünal Bey bu düşünceyi, Fazlurrahman’ın dilinden, kendi düşüncesi olarak aktarmaktadır. 

Fazlurrahman ve onu izleyen modernistlere göre bu iddianın gerekçesi “tarihsellik”tir. Bilindiği gibi “tarihsellik”, Asr-ı Saadet’teki dini hükümlerin o döneme mahsus olduğu ve bugün geçerli olmayacağı tezidir. Fazlurrahman, ortaya attığı bu düşünceyi, “yaşayan sünnet” kavramıyla ifade eder. “Yaşayan sünnet” kavramının, bizim bildiğimiz veya İslam alimlerinin sözünü ettiği “sünnet”le uzaktan yakından bir alakası yoktur. Aksine, bu kavram bildiğimiz “sünnet”i ortadan kaldıran bir anlayıştır. Açık ifadeyle “yaşayan sünnet”, sünnetin her devirde toplumun kabul ve uygulamasına uygun şekilde hür fikirle yorumlanabilmesi ya da toplumun yaşadığı hayattır. Bunun adı da sözde, “din”dir!

Fazlurrahman’ın ve İsmail Hakkı Bey’in bu görüşünün, Mehmet Görmez, M. Emin Özafşar, Bünyamin Erul ve Yavuz Ünal gibi Ankara Okulu/İslamiyat Dergisi’nin diğer müntesiplerinde de mevcut olduğunu, Diyanet ve Görmez’le ilgili yazılarımızda sıkça dile getirmiştik. Hatta mezkur isimlerden bazılarının bu konudaki görüşlerinin daha sert olduğu da söylenebilir. Örneğin Görmez, toplum tarafından uygulanmayan ve toplumun kabul etmediği hadislerin dini bir geçerliliğinin olmadığını ileri sürmektedir. Temel kriter olarak kabul ettiği “sünnet” i de “yaşayan sünnet” anlamına tanımlamaktadır.[3]

            2)İmam Hatip Lisesi Hadis Dersleri Kitabında da Delil Olarak Gösterilen Bazı Görüşleri

İsmail Hakkı Ünal, “Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Anlamak” başlıklı makalesinde hadisleri anlama yöntemiyle ilgili olarak çok sayıda öneri getirmektedir. Bu önerilerden birkaçı şöyledir:

a- “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Kur’an’ı Kerim’in tanıttığı ölçüler içinde tanımalı ve onu anlatan ve tanıtan rivayetlerden bu ölçülere muhalif olanları reddedilmelidir.[4]

Bu ifade bize, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in özellikleri konusunda sahih de olsa, mütevatir de olsa, bizim kendi değerlendirmemiz neticesinde Kur’an’a uymadığı kanaatine vardığımız hadislerin reddedilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu düşüncenin son derece yanlış olduğu ortadadır. Zira Kur’an-ı Kerim’de Peygamber (s.a.v.)’in şemaili tanımlanmamıştır. Kur’an, o kadar geniş bir kitap da değildir. Bu takdirde Rasülülah (s.a.v.) sıfatları hakkında sahabeden nakledilen bütün haberlerin inkârı kaçınılmaz olur.

İsmail Hakkı Bey’in bu kriteri, burada her ne kadar belli konudaki hadisler için ileri sürülmüşse de biz modernistlerin/Fazlarrahmancıların, bu kriteri diğer tüm hadisler için de geçerli kabul ettiklerini biliyoruz. Bu takdirde, sözde, Kur’an’a uymayan tüm hadislerin reddedilmesi gerekir ki, o zaman ortada din de iman da kalmaz. Halbuki ulemamız, muteber hadis mecmularımızın “sahih” ve “hasen” olarak rivayet ettiği hadisleri bağlayıcı olarak kabul etmişlerdir. Çok zayıf olmayan hadisleri de tergib ve teşvik bildiren ya da amellerin faziletiyle ilgili konularda amel edilebilir kabul etmişlerdir. Bu kural dışlandığı takdirde, dinin ikinci temel kaynağı olan “sünnet”i belirlemede şahsilik ve keyfiliğin ortaya çıkacağı aşikardır.

b- “Özellikle fiten, melahim, kıyamet alametleri, fezail, zühd ve râik, menâkıb gibi doğrudan itikad, ibâdât ve muamelâtla ilgili olmayan konularda varid olan haberlerden zihinlerde tereddüt uyandıranlarının Hz. Peygamber’e isnadından kaçınmalı, bunlardan Hz. Peygamber’den sonraki gelişmelere uyanların, o dönemlerin ürünü olduğu kabul edilmelidir.”[5]

Burada da hadisleri kabul veya reddetmedeki temel kriterin insan aklı olduğunu görüyoruz. Halbuki, fiten, melâhim, kıyamet alametleri gibi konular, çoğu kere akılla kavranamayacak konulardır. Allah Rasülü (s.a.v.) bu konularla ilgili hadislerinde, gelecekle ilgili bazı kötü hadiseleri ve işlenecek fiilleri haber verir. Gelecekte vuku bulacak bu hadise ve fiiller, “vahy-i gayri metlüv” olarak Allah Teâla tarafından bildirilir. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın hoşnut olduğu resullerine de gaybı bildirebileceğini haber vermiştir (Cin, 72/27). Nitekim bu konularda, Buhari ve Müslim’de müttefekun aleyh olarak zikredilen pek çok hadisi şerifin yanında, bu kaynaklarda tek tek ya da diğer kaynaklarda da sahih olarak haber verilen çok sayıda hadis-i şerif mevcuttur. Örneğin, “Deccâl” hadisi ve “Eşrati’s-Sâah” hadisi, müttefekun aleyh’tir.

Müttefekun aleyh olan Cibril hadisinin sonunda kıyamet alametlerinden de söz edilmektedir. Hadis uleması, Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri hadisleri, “sıhhati kesin” hadisler olarak nitelemişlerdir.[6] İsmail Hakkı Bey’in söz konusu kriteri baz alınacak olursa, bütün bu hadisleri uydurma kabul etmek, başka bir deyişle inkâr etmek gerekecektir, hâşâ!

İsmail Hakkı bey’in ileri sürdüğüne göre, fiten, melâhim veya kıyamet alametleriyle ilgili olup da zihinde tereddüt uyandıran haberlerin reddedilmesi gerekiyorsa şayet, Kıyamet alameti olarak Kur’an-ı Kerim’de haber verilen “Ye’cüc ve Me’cüc”,[7]Dâbbetü’l-Arz[8] ve “Duhan[9] gibi hakikatleri ne yapacağız? Akla uymuyor diye hâşâ, bu ayetleri de mi inkâr edeceğiz? Kaldı ki aklın belli bir ölçüsü yoktur, kişiden kişiye de farklılık arz eder. Hatta bazen, aklı kıt olan bir insan, kendini çok akıllı da zannedebilir.

Öte yandan, kıyamet alametleri, kaynaklarda açıkça zikredilmese de fiten ve melâhim gibi dini konuları, ahiret ahvalinde olduğu gibi, “sem’iyyât” grubu içerisinde değerlendirmek de mümkündür. Dinde “sem’iyyât” alanında ise akıl yürütülemez. Bu konular sadece nakille bilinir.[10]

İsmail Hakkı Ünal, sıraladığı 11 öneriden 7.’sinde hadisi anlamak için yeni yöntemler (metedoloji) geliştirilmesi gerektiğini dile getirmektedir. Mehmet Görmez, M. Emin Özafşar ve Yavuz Ünal’da da aynı görüşlere rastlıyoruz. Bu öneri ve isteğin sebebi şudur: Hadis ulemamızın 12 asırdır belirlediği Hadis Usulü kuralları ortadan kaldırılmazsa, bu türden öneri ve düşüncelerin hepsi suya düşecektir. Zira yukarıda belirttiğimiz gibi, “bu hadis sahihtir, hasendir, müttefekun aleyhtir, vs.” dendiğinde bundan öte bir yol olmayacak ve bu husustaki keyfi yorumların önü kesilecektir. Usul ilimleri ve akaid/kelam başta olmak üzere, İslami ilimlerin ortadan kaldırılması düşüncesini ilk ortaya atanların, Fazlurrahman’ın yanı sıra Batılı oryantalistler olduğunu biliyoruz.[11] Aynı görüşleri Diyanet’in “Hadislerle İslam” çalışmasında da görüyoruz.[12]

İsmail Hakkı Ünal’ın, yukarıda sayılan konularda zihne uymayan hadislerin reddedilmesi gerektiğini ifade ettiği satırların, ne yazık ki “İmam Hatip Liselerinin Hadis kitabı”nda da özel çerçeve içerisinde kaynak bilgi olarak verildiğini görüyoruz. Hadis Ders Kitabı halen değiştirildi mi bilmiyoruz.[13]

3) İsmail Hakkı Ünal’ın, Diyanet Kitabında Yer Alan Bir Makalesinde Dile Getirdiği Bazı Sakıncalı Görüşleri

İsmail Hakkı Ünal’ın, “Sünnet: Çağlar Üstü Örneklik” başlıklı bir makalesi de, Diyanet’in, “İslam’a Giriş ANA KONULARA YENİ YAKLAŞIMLAR” adlı kitabında yer almıştır. İsmail Hakkı Ünal’ın bu makalesinde de bazı sakıncalı fikirler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

a- İsmail Hakkı Ünal, bazı alimlerin görüşü olarak Mehmet Görmez’den aktarılan, “senedi sağlam da olsa, içeriği, Kur’an, akıl ve icma’ya aykırı rivayetlerin  reddedilmesi gerektiği” görüşünü savunmaktadır.[14]

Halbuki, hadisçilerin sahih olarak tespit ettikleri hadislerin, iddia edildiği üzere “Kur’an’a veya akla uymadığı gerekesiyle reddedilmesi” gerektiği varsayımında temel kriter, akıldır, insan düşüncesidir. Bir hadisin, sahih olması demek, onun metninin veya manasının Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ait olması demektir. Bu da “vahy-i gayri metlüv”dür. “Vahy-i gayri metlüv” (sünnet) de Kur’an (vahy-i metlüv) gibi, Cenab-ı Hakk tarafından korunması tekeffül edilmiş vahiydir. Şu kadar var ki biz, modernistlerin, “vahy-i gayri metlüv” kavramını da kabul etmediklerini biliyoruz.[15]

 Kur’an’a ya da akla uymadığı gerekçesiyle Hz. Peygamber’e ait bir hadisi reddetmek, bir bakıma aklı ve hevâyı ilah edinme anlamına gelir. Zayıf veya uydurma hadisleri tespitte, Kur’an’a uygunluk veya mantığa aykırılığın göz önünde bulundurulması ayrı bir şeydir, bu mutlak değildir.

Görmez’den nakille, Gazzali, Ebu Yusuf ve Cessas gibi alimlere bu görüşün nispet edilmesinin ne derece isabetli olduğu da ayrı bir konudur.

b- Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söz ve eylemlerinin, dini ve dünyevi olmak üzere 2’ye ayrıldığından bahisle, dünyevi tutum ve davranışlarının bağlayıcı kabul edilmediğini belirtmektedir. Ünal, bu görüşü, İslam bilginlerine nispet etse de devam eden açıklamalarında, “Hz. Muhammed’in söz ve eylemlerinin bağlayıcılık yönü, onun peygamberlik görevi ve ahlaki kişiliğiyle sınırlı olmaktadır” ifadesiyle, bu görüşe katıldığını ortaya koymaktadır.[16]

c- Aynı makalesinde Ünal, hadislerin/sünnetin bağlayıcılığı konusunda, yerellik” (mahallilik) unsuruna da dikkat  edilmesi gerektiğine, o günkü toplumun kültürüne göre varit olmuş rivayetlerin günümüze taşınamayacağına parmak basmaktadır.[17]

Bu ifadeler, tarihselliğin gereğine işaret eden ifadelerdir. Tarihselliğin ne olduğuna yukarıda temas etmiştik. “Mahallilik/yerellik” ise, dini hükümlerin, sadece bazı coğrafi bölge veya mahaller için geçerli olduğu tezini savunan modernist görüştür. Bu anlamda mahallilik, tarihsellikten daha dar, dolayısıyla dini ahkamın iptalinde tarihsellikten daha keskindir.

Bu hususta Ünal’ın “elle yemek yeme” ile ilgili getirdiği örnek, tarihsellik hakkında verilebilecek bir örnek değildir. Yani ileri sürdükleri tarihsellik/yerellik konusunun, elle yemek yeme meselesiyle ilgili değildir. Çünkü, bugünün şartlarında hiç kimse ve hiçbir alim, kaşıkla yemek yemek sünnete aykırıdır, demez artık.

Tarihsellik veya mahalliliğin asıl ilgilendiği alan, dini haramlık ya da gereklilik bildiren nasslar ve dini hükümlerdir. Bu da top yekün sünneti ve Kur’an’ı kapsamaktadır. Modernistler/tarihselciler, ileri sürdükleri sakat bir görüşü muhataba kabul ettirebilmek için, asıl kastettikleri mesele farklı olduğu halde, diğer alimlerin de ittifak ettiği basit örneklerle iddialarını ispat yoluna gitmektedirler. Verilen bu örnekler, esasen bağlayıcı teklifi bir hüküm bile içermez. Bağlayıcı teklifi hüküm içermeyen bir örneğin tarihsellik veya yerellik konusunda örnek verilmesi, abesle iştigal ve bir yanıltmacadır. Nitekim bu devirde elle yemek yemenin sünnet olduğunu söyleyen hiçbir alim yoktur. O zaman neden “elle yemek yeme” örneği veriliyor? Topluma haklı bir iddiada bulunduğunu ispatlamak için… Bunun içerisinde tepki çekmeme amacı da vardır. Zira, bir tarihselci, doğrudan, “aile hukuku, miras hukuku, cezai hükümler tarihseldir, bugün bir geçerliliği yoktur” dediğinde tepki çekecektir. Bu yüzden ilgisiz örneklerin verildiğini düşünüyoruz.

Halbuki tarihsellikte asıl kastedilenler, bağlayıcı dini hükümlerdir. Dolayısıyla muamelatla ilgili veya ceza hukukuyla ilgili hükümlerin, aile hukukuyla ilgili hükümler, tarihselliğin asıl ilgili olduğu alandır.  Kısaca modernist/tarihselci düşünce, ithamdan kurtulmak ve muhatabı ürkütmemek için, kanaatimizce, konuya ilişkin asıl verilmesi gereken örneklerden özellikle kaçınmaktadır.

d- İ. Hakkı Ünal, “hadislerin, meşhur bir hadis mecmuasında yer alıyor olmasının, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e aidiyetinin garantisi olamayacağını” ileri sürmektedir. Bu ifade, bazı hadis mecmuaları için doğru olsa da “sahih hadislerin toplandığı” iddiasıyla hazırlanan eserler hakkında asla doğru değildir. Aksi halde, muhaddislerin bugüne kadar yaptığı pek çok kıymetli çalışma çöpe atılmış olur. Örneğin, Buhari ve Müslim’in “sahih”leri heder edilmiş olur.

Sahih hadislerin toplandığı” iddiasıyla hazırlanan eserlerin başında, Buhari’nin “Sahih”i, ardından da Müslim’in “Sahih’i gelir. Buhari’de gelen hadisler, ulema tarafından ittifakla sahih kabul edilmiştir. Müslim’de gelenler de buna yakındır. Bunların dışın da “sahih” olduğu iddiasıyla vücuda getirilmiş eserler de mevcuttur. Bu tür kaynaklarda yer alan hadislerin de büyük çoğunluğu, hükmü bağlayıcı sahih hadislerdir.

Fakat, “sahih hadislerin derlendiği” iddiasıyla vücuda getirilmemiş diğer hadis eserler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Örneğin, Ebu Davud’da veya Tirmizi’de zayıf hadis bulunabilir. Bu eserlerde yer alan bazı hadislerin zayıf olduğunu, çoğu kere eser sahipleri kendileri belirtmişlerdir. Uydurma olmadığı sürece “sahih” ve “hasen” kadar olmasa da zayıf hadisin de dinde bir değeri vardır. Zayıf bir rivayet, aynı konularda başka kanallardan gelen diğer zayıf rivayetlerle “hasen” seviyesine yükselebilir. Hasen hadis ise, dinde bağlayıcılık belirten makbul hadistir.

e- Ünal, “bir ilahiyatçının veya bir bilim adamının; geçmiş birikim, Kur’an, akıl, tarihi veriler ışığında ve modern bilimin sunduğu imkanlarla, sahih sünnetin tespiti ve rivayetlerin değerlendirmesini yapmasını, zihinlerde tereddüt uyandıran rivayetlerin tahlil ve tenkidini yapmasını” istemektedir.[18]

Bu teklifin, bir ayıklama talebi olduğu ve bu işlemin tüm hadisleri kapsadığı hususu, açık ifade ile söylenmese de bu çalışmadan elde edilecek sonuç, “ayıklama”dır. Bu durumda, tarih boyunca hadis ulamasının yaptığı tüm çalışmaların ve bu çalışmalar sonucunda elde edilen tasnif, sil baştan incelenecek demektir. Böyle bir işlem, günümüz şartlarına göre hadislerin ayıklanması anlamına gelir. Muhaddislerimizin 1200 yıldır, tüm hayatlarını vakfederek sahih, hasen, zayıf, çok zayıf veya uydurma şeklinde büyük bir özveri ve titizlikle ortaya koydukları tasnifi kökünden silmek ve yeni bir tasnife girişmek ne tarihen, ne aklen, ne de kültür olarak mümkündür!

Geçmişte yapılan ve ale’l- ekser kabul edilen tasnifi yok sayıp, yeni bir tasnife girişmek, geçmiş birikime ve geçmiş ulemaya karşı da başlı başına saygısızlıktır. Öneride, hadisleri tespit kriterleri olarak önerilenler arasında “geçmiş birikim”in de zikredilmesi, racon ve görüntü gereğidir. “Ara sıra geçmiş birikime de müracaat ettik” demekle bu saygısızlık bertaraf edilmiş olmaz.

Düşünün ki hangi ilim, geçmişi yok sayılarak bugün yeniden yazılabilir ki? Tıp mı, tarih mi, matematik mi, hendese mi? Ortak akılla 12 asır boyunca her dönemde üzerine bir tuğla konarak oluşturulmuş tarihi birikimin bir kenara atılarak, bir devre veya bir ömre sığdırılacak bir çalışmanın hacmi ve geçerliliği ne olabilir ki? En önemlisi hangi seviyeye sahip ideolojik kafa ve hangi hayat tarzını benimsemiş bir şahsiyet bu çalışmayı yapacak da güya zayıf ve uydurma hadisleri ayıklayacaktır?.. Bir de bu facianın, dünyevi ilimler alanında değil de insanın ebedi hayatıyla ilgili olarak, Allah ve Rasülü adına işlenmiş olacağını düşünün!..

Böyle bir çalışma, din adına, Allah adına, Hz. Peygamber (s.a.v.) adına, gelip geçen tüm İslam alimleri adına ve top yekün ümmet adına, özellikle bundan sonra gelecek nesil adına hesabı verilemez bir cinayet olur!

Bu konuda çok basit bir misal verelim: İslami ilimlerin günümüz şartlarına göre yenilenmesini isteyen ve bu hususlarda makaleler yazan modernistlerin, -işlerine gelen yerde, makbul hadisleri iptal etme yolunda “kıl” kavilleri seçerek o hadisin senedinde geçen herhangi bir râviyi cerh etmek amacıyla rical kaynaklarında raviler hakkında yer alan olumsuz bilgileri cımbızlayarak kullanabilmektedirler. Bu tür sığ başvurular dışında modernistlerin/tarihselcilerin, hadis tetkikinin en temel taşlarından olan “rical” kaynaklarını kabul etmediklerini, bu kaynaklara hikâye ve masal gözüyle baktıklarını pekala biliyoruz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu misali…

Bu durumda siz, 21. asırda hadis tetkiki yaparken, 10-12 asır önce yaşamış bir râvinin kim ve nasıl olduğunu, hadis rivayeti için gerekli şartları taşıyıp taşımadığını nereden bileceksiniz de o râvinin rivayet ettiği hadisin geçerli olup olmadığına karar verebileceksiniz?... El-Cevap: “akıl, akıl, akıl!” O zaman mestin de üstünü değil, altını mesh etmelisiniz(!). Meşhur rivayetlerle sabit olan “mest üzerine mesh”i kabul ederseniz şayet! Çünkü Kur’an’da “mest üzerine mesh” de yok!

Çalışılmamış veya yeterince aydınlanmamış rivayetler üzerinde, ittifakla kabul edilen veya çoğunluk tarafından kabul edilen değerlendirmelere dokunmadan, itikadı düzgün, iyi niyetli, sâlih amel sahibi, ihlaslı ve liyakatli ilim ehlinin çalışması ve bu muhaddisin, ele aldığı hadisler hakkında bir değerlendirme yapması, bu endişemizin dışındadır. Yani, böyle bir çalışma yapılabilir.

Rabbimiz, “Ümmet-i Muhammed”i dini ve kültürel felaketten korusun! Hepimize iz’an ve basiret versin. Kötü niyetlilere fırsat vermesin! Unutmayalım ki, manevi değerlerinin erozyonu, toplumu yıkıma götürebilecek en tehlikeli erozyondur!

20.08.2017

Dr. Ahmet GELİŞGEN



[1]http://www.islamiarastirmalar.com/upload/pdf/acce7cbd57e244e.pdf?sid=0c97c65e978b953767a06132e777aacd

[2] İsmail Hakkı Ünal, “Fazlur Rahman’ın’ın Sünnet Anlayışı ve ‘Yaşayan Sünnet’ Kavramı Üzerine”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, C. IV, 1990, sayı: 4, s. 294. Makalenin yayınlandığı yıl ve sayı ile ilgili internetteki yazıda verilen bilgi, “İslami Araştırmalar Cilt: 4, Sayı: 4, Ekim 1990” şeklindedir.

[3] Bkz. Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s. 231, 233, 234, 240; Yavuz Ünal, Hadisin Doğuş ve Gelişim Tarihine Yeniden Bakış, Pasifik Ofset (Ensar Neşriyat), 2013, İstanbul, s. 197-205, vd.; Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV Yayınları, 2014, Ankara, s. 41, 42, 165, 183, 184, 241, 265.

[4] İ. Hakkı Ünal, “Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Anlamak”, İslami Araştırmalar, Cilt: 10; Sayı; 1-2-3, 1997, s. 55.

[5] İ.Hakkı Ünal, “Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Anlamak”, İslami Araştırmalar, Cilt: 10; Sayı: 1-2-3, 1997, s. 55.

[6] Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu'l-Manzûmeti'l-Beykûniyye, Mektebetü’l-Bâz, Mekke, 1976, s. 47.

[7] Kehf, 18/93-99.

[8] Neml, 27/82.

[9]  Duhân, 44/10. Bkz. İbn Kesir, Tefsir, Beyrut, 1980, IV/137.

[10] Sem’iyyât İçin bkz. Nurettin Sâbûnî, el-Bidaye fî Usûli’d-Dîn, Menşûrâtü’l-Cemel, s. 183.

[11] Bkz. Mehmet Görmez, “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler I. İstişare Toplantısı, s. 225-240; Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s. 138-162, 317; “Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu ve Yeni Bir Metodoloji İçin Atılması Gereken Adımlar”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt, 10, Sayı, 1,2,3, 1997, s. 31- 41; M. Emin Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 338 vd.; Yavuz Ünal, Hadisin Doğuş ve Gelişim Tarihine Yeniden Bakış, s. 400, 404, 405, 414; “Cumhuriyet Döneminde Hadis Usulü ya da Usul Tarihçiliği Üzerine”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI, 2006, sayı: 2, s. 286, 287 vd..

[12] Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslâm, I/45, 46, 54, 56, 58-60, 70-74, 129 vd.

[13] Bkz. MEB, İmam Hatip Liseleri Hadis, MEB, 2012, Ankara, s. 114.

[14] DİB, İslam’a Giriş ANA KONULARA YENİ YAKLAŞIMLAR, Ankara, 2006, s. 73.

[15] Örnek olarak bkz. Görmez, www.mehmetgormez.com, “Sünnet’in Kaynak Değerini Temellendirme Sorunu”, s. 5, 6. Bkz. Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu, s. 317; Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 218 (Bünyamin Erul, bütün sünnetlerin Cibril tarafından indirildiğinin, öğretildiğini söylemenin mümkün olmadığını, ayrıca sahabenin de bu kanaatte olduğunu söylemektedir).

[16] DİB, İslam’a Giriş ANA KONULARA YENİ YAKLAŞIMLAR, s. 75.

[17] DİB, İslam’a Giriş ANA KONULARA YENİ YAKLAŞIMLAR, s. 77.

[18] DİB, İslam’a Giriş ANA KONULARA YENİ YAKLAŞIMLAR, s. 79.