ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE İLETİŞİM

BİLGİLENDİRME:

Elbette altta ki isimlerin hepsini bir tutmuyoruz. Reddiye ve tenkit edilenleri bir kategori altında topladığımız için böyle uygun gördük.

HABER ARA


Gelişmiş Arama

GALERY

EN ÇOK OKUNANLAR

SİTEMİZE ZİYARETLER!

       
MİRACI İNKÂR EDEN İYİ NİYETLİ PAYLAŞIMLAR HAKKINDA

MİRACI İNKÂR EDEN İYİ NİYETLİ PAYLAŞIMLAR HAKKINDA

Tarih 05 Haziran 2017, 02:47 Editör Yönetici

MİRACI İNKÂR EDEN İYİ NİYETLİ PAYLAŞIMLAR HAKKINDA

MİRACI İNKÂRIN NEDEN VE NASILLIĞI BAĞLAMINDA

SÜNNET VE KUR’AN İSLAMI

Sevgili Dostlar,

Grupta paylaşılan miraç aleyhine talihsiz yazıya geç muttali oldum. İkindiden sonra bu paylaşımları görünce, Saygıdeğer Başkan Mustafa Şatıroğlu bey efendinin de benden yazı ile ilgili açıklama istediğini belirten mesajını da okuyunca, rastgele ulu orta tartışmaya sebep olabilecek bir cevap yerine, ilmi bir uslüple hakikati anlatmak üzere iş bu yazıyı hazırlamayı uygun gördüm. O yüzden de cevabım gecikti.

Okuyunca bir kez daha yaralarım deşildi. Bir kez daha diyorum, zira, mesleğim, imanın ve resmi görevim icabı yaklaşık 17 yıldır bu konuları çok yakından takip ediyorum. 1998’de sınavını kazandığım ve 2000 yılında zorlamayla atamamın yapıldığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlığı görevimle birlikte, Ankara’da bu tür konular karşıma çıkmaya başlamıştı.

Esasen bu konularla ilk karşılaşmam, 1998’de Ankara İlahiyat’ta girdiğim Doktora yeterlilik sınavı idi. Yazılı sınav kağıdımda sorulara cevap olarak yazdığım birkaç külli kaide (örneğin, mevrid -i nass’ta içtihada mesağ yoktur; yani, nass’ın olduğu konuda, içtihadın yeri yoktur) dolayısıyla jüri başkanı M. Said Hatipoğlu hocanın eleştirisine muhatap olmuştum. Hoca, bu türden (fıkıhtaki) külli kaidelerin yanlış olduğu ve “nass” diye bir kavramın da olmadığını söylemişti. Hatipoğlu’nun bu görüşüne o gün jüri huzurunda usulünce karşı çıkmış, asıl kendi görüşünün yanlış olduğunu, ilim dünyasında bunları söyleyenin bulunmadığını ve kitaplarda böyle bir şey yazmadığını söylemiştir. Filvaki, kritik bir sınavda, görüşümü açık sözlülükle ifade edip savunmam hasebiyle, Hoca’yla birlikte jüri üyelerinin memnuniyetlerini sezmiştim. Saygıdeğer Danışmanım Prof. Dr. İbrahim Çalışkan hocamın İlahiyattaki odasında yapılan sınavda, o zaman bilim doktoru olan ve Hatipoğlu hocanın gözde talebeleri Mehmet Görmez, M. Emin Özafşar ve Bünyamin Erul beyler de sınavı izleyenler arasındaydılar.

Türkiye’mizdeki oryantalist anlayışın uzantısı olan fikirlerle ilk o zaman muhatap olmuştum. Bundan sonra da süratle bu konulara eğilmeye başladım. Türkiye’mizdeki ilahiyatçıların ve onlardan sirayet eden oryantalist fikirlerin, hızla iyi niyetli Müslümanlar arasında yaygınlaşmasını o yıllardan itibaren gözlemlemeye başlamıştım. O yıllar, bu konuyla ilgili üzüntülerimin de başlangıcı olmuştur. Zira mezunu olduğum Konya İlahiyattaki hocalarımızdan böyle bir şey duymamıştık, muteber kaynaklarımızda da böyle bir bilgiye rastlamamıştık. Aksine hocalarımızdan hep, İslam’ın hükümlerinin olduğu şekliyle kıyamete kadar bâki olduğunu tedris etmiştik, Allah onlardan razı olsun.

Nedir, günümüzde yaygınlık kazanan ve watsap paylaşımlarına kadar inen oryantalist fikirler?

Her şeyden önce bu fikirlerin hareket noktası, “tarihsellik”tir. Tarihsellik, dini hükümlerin nazil olduğu kendi zamanlarında geçerli olduğu halde, zaman ve şartların değişmesi nedeniyle, artık zamanımızda geçerli olmayacağı, o zamanki hükümlerin yerine çağdaş ihtiyaç ve anlayış doğrultusunda insan aklıyla, güya yeni hükümler ihdas edilmesi görüşüdür. Evet, tarifte yanılmıyorum. Aynen böyle! Yani, “14 asır önce gelen dini hükümlerin günümüzde yeri olamaz, günümüz ihtiyacını karşılamaz” anlayışı. Hâşâ “Allah Teâlâ, 14 asır sonra dünyaya gelecek insanların ihtiyacını düşünememiş de(!), akil insanlar bu açığı böyle kapatacaklar” sanki! Tarihsellik inancında olanlar, tarihsel olduğu için geçersiz kabul ettikleri hükümleri telafi

için aklın öncülüğünde, çağdaş yeni hükümler arayışına giriyorlar tabii ki. Tarihsellik, temelde oryantalist kaynağa dayanır. İslam dünyasına iyi yüzle çıkmayı başaran Fazlurrahman’la özdeş hale gelmiştir (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 157, 158).

Bu anlayışın temelindeki esas sünneti dışlamaktır. Sünnet, sahabe, tabiun ve tebe i tabiin dışlandığında geriye Kur’an-ı Kerim kalacaktır. Onun da ahlaki hükümleri dışındakiler zaten tarihsel. Geriye kalanı ve bize din olarak sunulmak isteneni, Nasrettin Hoca’nın kuşu misali bir anlayış. Buradan, ABD’nin ortaya attığı “ılımlı İslam”a ve Vatikan’ın kararlaştırdığı “Dinler Arası Diyalog”a da bir kapı aralanıyor. Ahlaki hükümler, güya bütün dinlerde ortak olduğu için, dinlerin birleşmesi de böylece mümkün oluyormuş! Kendi dinlerinin kabul görmediğini gözlemleyen Batı, en son, diyalog yoluyla dinleri birleştirmeyi çare olarak gördü ve Vatikan, 1964’lü yıllarda bu kararı aldı. “Biraz sizin dinden alalım, biraz da bizim dinden; böylece orta yolu bulalım, çatışmayalım” yaklaşımı. Benim dinim, yürürlükteki en son ilahi din ise, en doğruyu gösteriyorsa, Rabbim de “ben onları yürürlükten kaldırdım, kıyamete kadar bu dini koruyacağım, başka inanılacak peşinde gidilecek bir din ve ideoloji yoktur” anlamında pek çok ayet-i kerime vaz’etmiş ve onların dinlerinin tahrif edildiğini haber vermişse, ben niye bu tuzağa düşeyim de hakk dinimin bir kısmını atıp yerine batıl dinden bir parça alacayım acaba?.. Bu küfür değil midir? Elbette küfürdür. Kur’an-ı Kerimdeki Kâfirûn Sûresi, bu durumu çok güzel ifade etmektedir.

Bu anlayışa kapılan yerli oryantalistlerimizin sığındığı kapı, sünnetin bize sağlam gelmediği, bu nedenle fikirlerde Kur’an’ın temel alınması gerektiğidir. Kur’an’ın da, doğrudan hükümlerinin kabulü şeklinde değil, yukarıda temas ettiğimiz tarihsel yaklaşımla kabul ediyorlar güya. İkinci yaklaşım da bizden olmayanlara ve batıya şirin görünme gayretidir. İslam’ın Kur’an ve sünnette yazılı hükümlerini biz, çağdaş dünyaya izah edemez mişiz?! Hatipoğlu hoca, İslamiyât Dergisi’de kaleme aldığı bir yazıda, doğrudan bu temayı işlemekte ve “bugün miras ayetini mühendis, doktor, hâkim hekim kızlarımıza anlatamayacağımızı, dolayısıyla bu türden ayetlerin, tarihsel yaklaşımla yorumlanması gerektiğine” işaret eder…

Sünneti dışlayan anlayışla, yakın tarihte “Kur’âniyyûn” (Kur’an İslamı’ını benimseyenler) denen sapık bir fırka da türemiştir. Bu fırka, “sünnet sahih değildir, hadisler sahabenin uyduruğudur, dolayısıyla biz, dini anlayışımızı sadece Kur’an’dan alırız, Kur’an’da bulunmayan hiçbir dini esası kabul etmeyiz” diyen bir fırka. Mezhepler Tarihi kaynaklarımızın bildirdiğine göre, İslam tarihinde Hariciler, Gulat-ı Şia, Dürziler, Nusayriler vs. fırkaların tamamı, maalesef Kur’an’la sapıtmışlardır. Neden sünnet’e ve kendilerinden önceki selef-i salihinin yoluna bakmadıkları için. Kaldı ki günümüzde, Kur’an’ın da Allah kelamı olmadığına, tarihi seyir içerisinde içine başka sözlerin karıştığına, hatta daha başlangıçta yazılı olarak tespit edilemediğine ve ilahi bir metne aykırı unsurların bulunduğuna dair günümüz ilahiyatçılarının söylemleri vardır. Mustafa Öztürk ve benzerleri, bunları bağıra bağıra konuşup yazmaktadırlar. Diyanet/Diyanet Vakfı kökenli, yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen ve bu konuya temas edilen sempozyumlar vardır. Bunların bir kısmı yurt dışında, adeta Türk kamuoyundan gizli yapılmıştır. Diyanet önderliğinde TDV tarafından yapılan sempozyum, kitap olarak da basılmıştır (Kur’an ve Kadın Sempozyumu). Nusret Çiçek abimizin ve Gazeteci Yazar Faruk Köse beyefendinin, o günlerde Akit Gazetesinde bu konuyu tenkit eden bir yazısı da yayınlanmıştır. Özellikle yabancı medyadan edindiğimiz bilgiye göre, ağırlığını Yahudi müsteşriklerin oluşturduğu katılımcılar arasında, Türkiye’den katılan ilahiyatçı ve akademisyenler de vardır. Hatta aynı medyada, bir dini kurum temsilcimizin açılış konuşmasını

yaptığı da belirtilmektedir. Bu konuda ortaya çıkan bazı tenkit yazılarından sonra, yazının dayandığı kaynaklarda belirtilen linklerin silinip yok edilmesi de calibi dikkattir. Bunun yanında, önemli bir dini kurumumuzu 15 yıldır yönetip şekil veren bazı ilahiyatçılardan; sünnet’in hücciyyetine delil olan hadislerin sahih olmadığını, sahabe uyduruğu olduğu anlamına gelen açıklamalarda bulunan veya sahabenin, hadisleri kendi sözleriyle karıştırdığını işleyen, bu konuda müstakil makale yazan ve doktora tezinde geniş yer verenler mevcuttur. (Örneğin Mehmet Görmez, M Emin Özafşar vb.).

Bu konuda delil isteyenlere, müdellel çalışmalarımızı sunabiliriz. Bir başka somut örnek verelim: Mehmet Görmez beyin TDV tarafından basılan “Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metedoloji Sorunu” adlı kitabın pek çok sayfasında bu düşüncelere yer verildiği gibi, sayfa 233 ve 234’de de özetle, hadisler sahih dahi olsa, toplum tarafından kabul edilmediği ve toplumda uygulanabilirliği olmadığı sürece, dinde delil olmayacağı ve kutsal bir değerinin olmayacağı belirtilmektedir.

Kimse hakkında niyet okuyuculuğu yapamayız ama, ifade edilen sözlerin ne anlama geldiği de ortada. Özellikle yerliler için biraz daha iyi niyetli olmak prensibimiz. Dış mihraklar açısından söylemek gerekirse, “tarihsellik”, “Kur’an İslam’ı”, “ılımlı İslam”, “Diyalog” vs. hepsi birer bahane ve racondur. Hedef, İslam’ın nasıl bozulup yok edileceğidir. Bunlar açısından yerine göre Kur’an da tarihseldir; yerine göre de “sünnet sahih değildir, hadisleri sahabe uydurmuştur” vs. zırvaları üretilir.

Peki Sünnet’in Durumu Nedir?

Her şeyden önce, Allah Teâlâ, Kuran’ı korumayı açık ayeti kerimeyle, çok sayıda tekitle vadetmiştir. Bundan maksat son din İslam’dır. Bu bir bakıma, İslam Dini’nin bize sağlamca ulaşmasını vadetmek demektir. Allah Teâlâ Kur’an’ı korumayı vadettiğine göre, onu tebliğ eden ve tefsir edip hayata aktaran Hz. Peygamber (sav)’in sünnetini korumayı da vadetmiş demektir. Çünkü Kur’an ve Sünnet, dinin birinci derece kaynağıdır. Cenâb ı Hakk Kur’an’da Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Kur’an’ı açıklama yetki ve görevi verdiğini açıkça zikretmiştir. Kendisine itaatı emrettiği yerde Rasülüne itaatı da emretmiştir. Bu itaat, “mutlak itaat” dediğimiz, kayıtsız şartsız itaattir. Bunun dışındaki itaatler, isyan ve günah olmaması kaydına bağlıdır. Sünnet’te, Kur’an’dan bağımsız, yani, Kuran’da hiç bulunmayan hükümler de gelmiştir. Örneğin, mest üzerine mest, “âkile”nin diyeti, ninenin mirası, yeminle hüküm verebilme, ehli eşek etinin ve yırtıcı kuşların etinin haram olması, bir kadının halası veya teyzesiyle birlikte aynı anda bir erkeğin nikahı altında bulunmasının haramlığı gibi konular sadece sünnet’te gelmiştir. Sünnet olmazsa biz, bir rekât namaz dahi kılamayız, zekât veremeyiz, hac ibadetini yapamayız, oruç da tutamayız. Kısaca, sünneti çürütmenin altında yatan gerçek, dini dejenere amacı yatmaktadır. İyi niyetle bu düşünceleri serdeden ilahiyatçılar da olabilir, ama sonucun nereye vardığı bellidir. Günümüz sküler insanının, kolay din ve kolay yolla cennet arama sâiki de hakikati bilmeyenler için bu görüşleri cazip hale getirebilmektedir.

O halde Batı projesine göre, Müslüman dünyanın çöküşünü hazırlamak için, Müslümanların önünde bulunan sağlam dinin dejenere edilmesi gerekiyor. Bunun için önceden haçlı seferlerini denediler, Kur’an’ı açıktan değiştirme faaliyetlerini denediler, muvaffak olamadılar. Son asırda başvurdukları yöntem, dini içerden çökertme projesi, en son model ve en tehlikeli bir yöntemdir. Bilerek ya da bilmeyerek, kendi ilahiyatçınız, kendi hocamız ya da

kendi bilim adamımız, önce iyi niyet imajı oluşturduktan sonra oryantalist fikirlerle gün yüzüne çıktığında, samimice inanan bir kitleyi beraberinde bulabiliyor.

İşte sevgili dostlar, Mirac’ın Kur’an’da geçen “isrâ” kısmına inanırız da, hadiste geçen “miraç” kısmına inanmayız, orası saçma bir kurgudur(!) sakat anlayışını da bu minvalde değerlendirmek durumundayız. Her şeyden önce, Kur’an özet bir kitaptır. Anayasada tüm mevzuatın yazılı olmadığı gibi, her şeyin detayı da Kur’an’da yer almaz. Kur’an bazen, konunun detayını ve açıklamasını sünnet’e havale eder. Rasülüllah Efendimiz’e, Kur’an’daki kapalı lafızları açıklaması ve onları fiilen uygulaması görevi yanında, Kur’an’da hiç bahsedilmeyen konularda hüküm koyma yetkisi de verilmiştir. İmanın temeli olan kelime i şehadetin ikinci bölümü, “Muhammedün Rasülüllah” olduğuna göre, sahih sünnette haber verilenlere inanmak imanın olmazsa olmaz bir parçasıdır.

Miracın saçma bir kurgu olduğu görüşünün temeli, başta Yahudi asıllı Goldzier ve Schaht olmak üzere müsteşriklere dayanmaktadır. Onlardan Fazlurrahman almıştır (Fazlurrahman, İslâm, s. 57). Ondan da maalesef bizimkiler!... Bizimkilerden alan masum kardeşlerimiz de bir hizmet sâikiyle bunları watsap’lara varana kadar paylaşabiliyorlar. Hatta bunu bir ibadet ve cihat niyetiyle de yapabiliyorlar maalesef! Mevla hepimize doğruyu göstersin, iyi haller ihsan etsin!

Miracın Hakikatına Gelince

İsra’nın ikinci safhası olan miraç ve miraç olayları, Buhari-Müslim hadislerinde “müttefekun aleyh olarak haber verilmektedir (Buhari, Salat 1, Hacc 76, Enbiya 5, Tevhid, 37, Menakıb 24; Müslim, İman 259, 263; Ve diğer kaynaklar). Bazı alimler, Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettiği hadisten şüphe edenin imanından şüphe edilir” diyerek, müttefekun aleyh olan hadislerin imanca önemine işaret etmişlerdir. Mirâc hadisesi sadece müttefekun aleyh hadislerle de sınırlı değildir. Pek çok sünende, mucemde, musannefde ve 20’den fazla bu konuda yazılan müstakil eserde varit olan hadislerin mütevatir derecesinde olduğu ulemaca belirtilmiştir. Şenkîti de bunlardandır. İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi münekkit ve münekked alimler bile, miraç hadislerinin mütevatir derecesinde olduğunu belirtmişlerdir.(Bkz.http://fatwa.islamweb.net/fatwa/index.php?page=showfatwa&Option=FatwaId&Id=95218; http://bayanelislam.net/Suspicion.aspx?id=03-02-0034&value=&type=).

İslam alimleri, miraçla ilgili hadislerin mütevatir olduğunu belirtmekle beraber, isra’yı kabul edip “mirac”ı kabul etmeyenleri tekfir etmemişler, bidat ehli saymışlardır. Bazıları da, onların küfre düşmelerinden endişe edilir, demişlerdir.

Paylaşımlarda isra’nın kabulünde problem görülmediği için, İsrâ suresindeki ilgili ayetlerden burada bahsetme ihtiyacı duymuyoruz. Necm Suresi’nin ilk ayetlerinde anlatılanlar da miraç konusunda Kur’andan açık delildir (Necm,1-18). Bu ayetlerin evvelinde Allah Teâla yemin ederek, “Dostunuz (Muhammed) sapmadı da azmadı da. O (Peygamber)’in konuştuğu kendi hevâsından değildir; onun konuştuğu ancak kendine vahyedilendir” buyurarak, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v)’in verdiği ve vereceği haberleri tezkiye etmektedir. Bundan sonra gelen ayetlerde de miraç olayımdan bir sahne anlatılmaktadır. Aradaki 12. Ayette Canab ı Hakk, “Onun gördükleri üzerinde tartışıp mücadele mi ederler?” diye bir uyarıya yer vermiştir. Rasülüllah Efendimiz’in anlattığı miracı alaya alarak ilk inkâr edenler o günkü Mekke müşrikleri idi. Farkı onlar, isrâ’yı da inkâr ediyorlardı. İslâm’ın nüzulü yıllarında Mekke müşrikleri, 19. asırdan itibaren günümüze kadar da oryantalistler, aynı konuda benzer iddiaları

dile getirmişlerdir. Allah Teâlâ, o günden bugüne gelen inkârcı tartışmaların vuku bulacağını, Kur’an’ın bir mucizesi olarak haber veriyor. Mucizeyi kabul etmeyecek derecede yalpalayanların görüşleri, bu milletin kandil mesajlarına kadar düşmüşse, başımıza taş yerine daha çok bomba yağacak demektir, Allah korusun!..

Miracın inkârı dahil, İslam itikadını hedef alan iyimser çehreli görüşlerin tamamının temeli, başta Goldzier ve Sachaht olmak üzere diğer oryantalistlere dayanmaktadır. Müsteşrik/oryantalist, İslami ilimlerde araştırma yapıp uzmanlaşan gayr-i müslimlerdir. Amaçları, püf noktalar üzerinde İslam toplumu üzerinde şüpheler uyandırarak onları dinlerinden soğutmak ve en sonunda uzaklaştırmaktır. Yazdıkları bir kitaptaki bilgilerin belki %’de 90’ı doğrudur. Doğruların arasında gizlenmiş itikadî zehiri de ancak iyi niyetli mütehassıs kişiler fark edebilir.

Fazlurrahman’ın çoğu görüşlerinin temeli de müsteşriklere dayanmaktadır. Bu kabilden olmak üzere Fazlurrahman, en güçlü mütevâtir hadis kabul edilen “men kezebe aleyye müteammiden …” hadisinin bile uyduruk olduğunu söylemektedir. Üç talaktan sonra kocasıyla tekrar evlenmek isteyen kadına “şer’î tahlil”i emreden ayeti inkâr etmekte ve bu ayetin Hz. Ömer r.a. tarafından Kur’an’a sokulduğunu söylemektedir (Fazlurrahman, İslâm Geleneğinde Sağlık ve Tıb (Çevirenler: Adnan Bülent Baloğlu, Adil Çiftçi), Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1997, s. 178). Laik eğitimin asıl olduğunu kabul etmektedir (Fazlurrahman, İslâm, Çevirenin (Mehmet Aydın) Makalesi, s. 37). “Ortadoksluk” nitelemesiyle Ehl-i Sünnet’e saldırmaktadır (Fazlurrahman, İslâm, s. 47). Peygamber Efendimiz’in, kadınlara düşkün olduğuna işaret eden sözler sarfetmiştir. (Fazlurrahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı (Çeviren: Adil Çiftçi), Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1997, s. 43). Fazlurrahman “garânîk/şeytan ayetleri” saçmalığını da kabul etmektedir. (Fazlurahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 69; Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s.144). “Garanîk” hadisesi Güya, Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanların Habeşistan’a hicret ettikleri zamanda, Necm Suresi’nin 19 ve 20. ayetlerini okuduktan sonra, Şeytan’ın vesvesesi ile “bu putların şefaatleri umulur” deyip, Necm Suresi’ni okumaya devam etmiş (!). Müşrikler de buna sevinmiş, Muhammed’in artık putlarını kabul ettiklerini ve aralarında sorun kalmadığını ifade etmişler, güya. Halbuki “Garanik kıssası”, müsteşriklerce uydurulmuş, düzmece, nübüvvete ve Kur’an’a halel getiren ciddi bir saçmalıktır. Fazlurrahman’ın vahiy anlayışı da oldukça tehlikelidir. Ona göre vahiy, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kalbinde potansiyel olarak bulunan, ihtiyaç duyduğunda söze dökülen bir olgudur. Her ne kadar, “bu duygular Allah tarafından indirilir” dese de, O’nun görüşüne göre vahyin, Hz. Peygamber’in hayalen gerçekleştirdiği keyfi bir tasarrufu olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu şekildeki bir anlayışla, vahyin Allah tarafından indirildiği ve Allah kelâmı olduğu gerçekliği ortadan kalkar; Kur’an’ın, “halüsinasyon ürünü” olduğu düşüncesi gündeme gelir. (Bkz. Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 157). Fazlurrahman, “Ortaçağ İslâm’ı” olarak nitelediği Kur’an ve sünnet’ten çıkarılan hükümlerden oluşan Şeriat’ı, dini bir çözüm kaynağı olarak kabul etmemektedir. Bu yüzden şeriatın değiştirilmesi gerektiğine inanır (Fazlurrahman, İslâm’da İhya ve Reform -Bir İslâm Fudalizmi İncelemesi- (Çeviren: Fehrullah Terkan), Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2006, s. 52). “Sevâd ı Azam” denilen cümle sâlih ulemanın yolu dururken, gelin de böyle bir adamı, dinde kendinize mihmandar edinin(!). Ne akıl acaba?! Ve bir not: Geçen sene, incelemek üzere Fazlurrahman’ın bir kitabını almak için kitapçıya gittiğimde, o kitabın elinde kalmadığını, tamamının Ankara İlahiyat öğrencilerince

satın alındığını söyledi. Neden mi? Bir dersin hocası o kitabı, ders kitabı olarak belirlemiş de ondan…

Yukarıda Görmez ve Özafşar’la ilgili verilen birkaç örnekte görüldüğü üzere, Görmez, Özafşar ve benzerlerinin bazı görüşleri de, Fazlurrahman’ın görüşleriyle örtüşmektedir. Bu konuda müdellel ve geniş ilmi çalışmalarımız da mevcuttur. Görmez ve arkadaşlarının mensup olduğu iddia edilen, başta Hayri Kırbaşoğlu olmak üzere, “Ankara Okulu/İslamiyât Dergisi/Kitabiyyat” mensubu çoğu ilahiyatçının da Fazlurrahman’da etkilendiklerini düşünüyoruz. Mehmet Görmez’in Musa Carullah hayranlığı da ayrı bir konudur. Musa Carullah’ın da Fazluraahman’dan ayrı kalan yanı, hemen hemen yoktur, ancak ondan daha sinsidir. Ankara Okulu/Kitâbiyat, Fazlurrahman’ın, neredeyse tüm eserlerini Türkçeye çevirerek yayınlamıştır. İslamiyât Dergisi’nde anlatılan çoğu fikirler, Fazlurrarhman’ın görüşleriyle uygunluk arz etmektedir. Burada verdiğimiz örnek ve açıklamalar kadar çok açık fikirlerine yer verildiği kanaatinde değiliz. Yer verilmiş olsa bile, felsefik bir anlatımın içerisinde bu fikirleri sezinlemek zordur. Görmez, Özafşar, Bünyamin Erul, Yavuz Ünal (Yeni atanan DİB Bşk.Yrd.) vb, bugün kapanmış olan İslamiyât Dergisi’nin, o zamanki yayın kurulunu oluşturmuşlardır. Mehmet Görmez, uzun bir dönem derginin genel yayın yönetmenliğini de yürütmüştür.

Sevgili dostlarım, miracımız, miracınız, mübarek olsun! Mevlâ ı Müteâl, namazlarımızı miraç ruhaniyetiyle eda edebilmeyi nasip etsin. Günlümüzü ve ruhumuzu miraç yüceliğiyle süslesin. Müslümanlara basiretler ihsan etsin. Şu asırda Müslümanlığımızı zorlayan batıl inançlardan bizleri, neslimizi ve bütün Müslümanları korusun, kurtarsın. Ahir zamanda imanımızı muhafaza eylesin!

23.04.2017.

Dr. Ahmet GELİŞGEN

Bu haber 5709 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit




DR. AHMET GELİŞGEN

MİSYONER MESAJLARINA DİKKAT!.

MİSYONER MESAJLARINA DİKKAT!. MİSYONER MESAJLARINA DİKKAT!.

Ahmet Gelişgen Hoca Diyanet'e Geri Dönüşü - Takdiri İlahi

Ahmet Gelişgen Hoca Diyanet'e Geri Dönüşü - Takdiri İlahi Gelişgen hoca kendisine birçok haksızlıkların yapıldığı kuruma geri döndü..

(c) 2014 - 2016 Bu web sitemizle biz kesinlikle bir inanca ve kişilere saldırı yapmıyoruz. Bu tamamen inandığımız değerlere, inanca saldıran bir zihniyeti deşifre ve bilgilendirme amacıyla, kaynak ve yorumlara dayalı özgür ifadenin savunulduğu bir web sitesidir. Olmamasını düşündüğünüz sayfa ve nedenlerini bize göndermeniz halinde, değerlendirip gerekli işlemi yapacağımızıda buradan bildiririz. Kaynak göstermek şartıyla alıntılar yapılabilinir! Reddiyeler.com - Ehli sünnet itikadı üzerine yazılan faydalı yazılar..
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign